İslam Öncesi Dönemde Vahiy,Şairlik ve Cinler
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sana vahiy nasıl geliyor?” diye sorulduğunda şöyle karşılık vermiştir:
“–O, bâzen çıngırak sesini andıran bir ses gibi gelir ki, vahyin bana en ağır gelen şekli budur. Allâh Teâlâ’nın dediğini kavrayıp ezberlediğimde, melek benden ayrılır. Bâzen de melek bana bir insan sûretinde gelir. Benimle konuşur söylediğini hemen kavrarım.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1/2; Müslim, Fedâil, 87)
İslam öncesi Araplarda da şairlerin özellikle kahin şairlerin cinleri olurdu,onlar da cinlerinden vahiy alırlardı.
Bir doğubilimci şunları yazar;
Şair, ''şaara'' ya da ''şaura'' kökünden türemiş bir sözcüktür.Şaara, bir şeyin farkında olmak demektir.Görünmeyen dünya hakkında ilk elden bilgi edinmiş kişi şairdi.Bu bilgiyi kendi kişisel görüşüyle değil, ''Cin'' denen üstün varlıklarla içsel ilişkiler kurarak alırdı.Onun için bu çağda şiir pek sanat değildi.Sağlanan bilgi,havada uçtuklarına inanılan,görünmez ruhlarla doğrudan ilişki kurmaktan gelen bir bilgiydi.
Cin herkesle konuşmaz.Her cin, kendine özgü bir adam seçer,onunla konuşur.Bir adamı sevgisine layık görürse,o erkek ya da dişi cin,o kimsenin üzerine atılır: göğsüne çıkar ve onu bu dünyada kendisinin sözcüsü olmak zorunda bırakır.Bu başlangıçtır,o andan başlayarak o adama sözcüğün tam anlamıyla ''şair'' denirdi.Şairle şiir arasında çok içten bir kişisel ilişki kurulmuştu.Her şairin zaman zaman gelip kendisine ilham veren özel bir cinni vardı.Şair genellikle kendi Cinine ''Halil=içten arkadaş'' derdi.Bununla da kalmazdı,herhangi bir şairle böyle yakın ilişki kurmuş olan cin,Yahya ya da Meryem gibi ad bile alırdı.Örneğin;İslam Öncesi dönemin en büyük şairlerinden olan ''El-A'şa'l-Ekber'in cinni, Mishal adını taşırdı.Bunun asıl anlamı da ''kesici bıçak'' demekti.Bu ad şairin iyi konuşan etkili dilini simgelerdi.Muhammed'in cinni de bir melekti: Cebrail!
Muhammed'in yakın tanıklarından Aişe,ona ''vahiy''geldiği zaman,sıkıntılı bir durum belirdiğini, çok soğuk olduğu günde bile,vahyin ardından onun şakaklarından terler aktığını anlatır.
Aişe ilk vahyin nasıl geldiğini de anlatır;
Önce sabah aydınlığı gibi herşeyi açık açık gördüğü rüyalar biçiminde başlamış.Sonra peygamberlik adayı Muhammed Hira Dağı'ndaki bir mağaraya çekilmiş.Daha sonra da Cebrail aracılığıyla ilk vahiy gelmiş.Alak Suresi'nin ilk ayetleri bildirilmiş kendisine.Bu ayetler geldiğinde, ''Melek'' kendisini çok ''sıkmış''.Sıkarken ''Oku! demiş.Muhammed ''Okuma bilmem!'' dedikçe o sıkmış.Üç kez böyle yapmış.Sonra Peygamberin dili çözülmüş,başlamış okumaya.Zavallı bu arada çok korkmuş.O sırada Hatice'yle evli olduğu için,onun yanına varmış: ''Örtün,örtün beni!'' demiş.Korkusu,sıkıntısı geçince de,durumu anlatmış,hayatından korktuğunu söylemiş.Hatice güzel sözler söyleyip yatıştırırken bir yandan da alıp Hristiyanlık inanırlarından ve İncil yazıcısı bulunan bir yakınına,Nevfel Oğlu Varaka'ya götürmüş.Varaka o sırada,çok yaşlı bir kişiymiş.Gözleri de görmüyormuş.Muhammed'i dinlemiş ve şöyle konuşmuş: ''Bu sana gelen Musa'ya da gelmiş olan namusun ta kendisidir,seni toplumun buradan çıkarıp atarlarken,keşke yaşıyor olsaydım!'' demiş.Muhammed ''Demek beni çıkaracaklar mı?'' diye sormuş.O şu karşılığı vermiş: ''Bu türden birşey(namus) getiren her kişiye düşman olunmuştur.Eğer senin çağrıda bulunacağın günlere erişirsem,sana adamakıllı yardım ederim!'' Aradan çok geçmeden de ölmüş.Burada ilginç olan nokta,Muhammed'in ''melek'' eliyle sıkılıp bırakıldığının anlatılmasıdır.Cinlerinin kendilerini boğarcasına sıktığını anlatan ''şairleri'',''kahinleri'' anımsatıyor.
Kaynak:Turan Dursun