Tarihteki İlk Tek Tanrılı Din:Atenizm ve Musa

Musa'nın bu dinden nasıl etkilendiğini,aslında kim olduğunu aşağıda vereceğim kaynaktan direk olarak yazacağım gibi kendi görüşlerimi de eklemeyi ihmal etmeyeceğim.Aydınlığın Elçisi Turan Dursun aynen şunları söylüyor;


Eski Mısır anlatılırken dinde yenilik getirdiği belirtilen bir Firavun'dan söz edilir: 4.Amenophis(Amenhotep) en son adıyla Akhenaton(İ.Ö 14. yüzyıl).


Konunun uzman araştırmacı ve incelemecilerinin anlattıklarına göre,bu Firavun Mısır'da inanılan tüm Tanrıları bıraktırıp ''bir tek Tanrı''ya ''Aton''a inanıp bağlanmayı buyurmuş.


Weigall çevirisinin bir Arapça çevirisinden,bu Firavun'uın Aton'u nasıl anlattığını,O'na nasıl seslendiğini;Türkçeye aynen çevirmeye çalışarak sunayım;


Ne güzeldir tanyerinin ağarması gök çizgisinde belirirken!
Ey yaşayan!Ey yaşamın başlangıcı olan Aton!
Doğunun çizgisinde doğup belirirken,yeryüzünün her kesimini güzelliğinle doldurur,donatırsın!
Güzelsin sen,büyüksün!Yeryüzünün yükseklerinden ışınlarını gönderirken;tüm yöreleri ve yarattığın her kesimi kaplarsın onlarla.
Ra(güneş tanrısı) da sensin!Tümünü sana tutsak yaratıklara döndürürsün sen!
Tümünü bağlarsın kendine sevginle!
Çok uzaklardasın evet!Ama işte ışınların yeryzünde!Çok yükseklerdesin evet!Ama işte gündüzler,seni analtan izler!

Sen yitip gittiğinde göğün batı çizgisinde;
Artık yeryüzü bir ölüdür karanlıklar içinde!
Herkes uyumakta odalarında.
(...)

Aydınlık olur dünya;
Sen doğduğunda ufukta.
Gündüzle parladığında;
Saldığında ışınlarını,
Sevinç günüdür artık Mısır'ın iki yakasında da...
(...)

Hayvanlarını otlaklarında otlar bulursun,
Ağaçlar,bitkiler gelişmekteler,
Kuşları görürsün sazlıklarında,
Kanat açıp seni yüceltmekteler.
(...)

Bir aşağı bir yukarı yürür gemiler,
Sen ki doğdun artık yollar açıktır,
Balıklar ırmaklarında dans eder önünde,
Işınların büyük yeşil denizin göbeğinde parlar.
Ey kadında yaşam suyu yaratan!
Erkeğinkine yavru tohumu katan!
Ve yaşatan yavruyu ana karnında,
Döllükte bile ağlar diye avutan,
Bakanına soluk veren,güç veren,
Gövdesinden ayrıldığı gün.
Ve sensin ağzını açıp söze başlatan,
Sensin gereklerini gören,gözeten!

Yumurta kabuğunda bir ses mi var?
Belli ki soluk verdin ona yaşasın diye
Gücü de verdin,kendini toparlar,
Kabuğunu kırar ve çıkar.
Tüm gücüyle bağırır artık,
Ayakları üstünde gezen bir yaratık,
Bir durur
Ve kabuğundan çıktığı yerden başlayıp yürür!

(Ey Aton!) Nice nice yarattıkların var,
Kimini hiç göremeyiz,perdeliler onlar.
Ey tek olan Tanrı! Ey başkasında olmayan gücü bulunan!
Dünyayı gönlünce yarattın,
Teksin de ondan!
İnsanları,hayvanları da yarattın büyük-küçük,
Tüm yeryüzündekileri:
Ayakları üstünde yürür durular,
Ya da yükseklerde uçup kanat çırparlar.
Yabancı yöreleri de: Suriye'yi,Quş'u(Kush'u),
Ve Mısır topraklarını...
Her toplumu sen yerleştirdin yerli yerince,
Sen karşılarsın gerekleri olunca.
Herkesin gerekli yeteneği var,
Herkes belirli güne dek yaşar.
İnsanların konuşma dilleri ayrı,
Yapıları,yapı özellikleri ayrı,
Öyle yarattın sen toplumları:Ayrı ayrı.

Tüm ülkenin Tanrı'sısın sen,kendileri için doğan,
Sen gündüz güneşi,sen büyük,korku salan,
En uzak ülkelerde bile...

(Ey Aton!) Gönlümdesin sen!
Başkası değil;yalnızca ben seni tanırım gerçekten!
Oğlun Akhenaton'dur bilen-tanıyan.
Sensin onu hikmetli(bilgili) kılan.
O,senin gücünle,senin yolunda,
(Ey Aton!) Tüm dünya senin elinde!
(...)

Dünyayı sensin yaratan,
Oğlun için ayakta tutan.
O ki senin gövdendendir.
Yukarı ve Aşağı Mısır'ın kralıdır o,
Hakkı ayakta tutan,iki yakanın da efendisi.
(...) 

J.H Breasted,bu şiirler üzerine şunları açıklar;

Güneş Tanrısını(Aton'u) ululamak için Akhenaton'un,bizzat kendisnin yazdığı bu şiirler,onun inancının enginliğini ve güzelliğini,bu genç kralın Tek Tanrı2ya olan inancını dile getirir.Bu Tek tanrı,dünyadakileri yaratmakla kalmamış;çeşitli türleriyle,Mısırlısı ve yabancısıyla tüm insanları da yaratmıştır.Aton; çok acıyan,kayıran,koruyan,tüm yarattıklarına kol kanat geren ve gereklerini gören bir ''baba''dır.Yarattıkları da bunun bilincindedir.Kuşlar bile,sazlıkta uçarlarken,kollarını yukarıya kaldırıp ellerini açarak şükrünü belirtmeye çalışan dindar insan gibi,onun için kanatlarını açarlar.Bu benzetme şiirde de vardır.
İnsanlığın binlerce yıllık geçmişindeki evrelerini tarıyoruz; ama Akhenaton'dan önce,tüm evreni kavrayacak biçimde acıması ve koruyuculuğu olan bir Tek Tanrı'ya ilişkin inancı doğru olarak kavrayıp benimsemiş bir başka insanı bulamıyoruz.
İşte kimi araştırmacı ve yazarlar,Yahudiliğin,Hristiyanlığın ve İslamın kutsal kitapalrındaki Tek Tanrı'nın kaynağını burada bulurlar;


Kahire Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Çelebi ''Garplı Tarihçiler,Musanın vahdaniyet(tek tanrı) fikrini, 4. Amenofis(Akhenaton)'dan aldığını kabul ederler'' diyor. Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti'nin yazarı Prof. Dr. Afet İnan da,Arthur Weiagll'e dayandırarak şunları yazar: ''Musa Peygamber'in tarihi bir şahsiyet olduğunu,Mısır'da bu din reformu zamanında yaşamış ve bu fikirlerden mülhem olmuş olduğunu kabul ederler.''


Musa'nın tarihte yaşamış bir kişi olamayacağını ileri sürenler de yok değil.Voltaire de,Felsefe Sözlüğü'nde,kendine özgü üslupla bu görüşte olduğunu belli ederç


Musa gerçekten yaşamış bir kişiyse ve bir ''Mısır Firavunu'' olarak  ''Tek Tanrı inancını'' başlatıp yerleştirme çabasını göstermiş olan,yukarıdaki ateşli seslenişlerin sahibi Akhenaton zamanında yaşamışsa,ondan etkilenmemiş olması kolay kolay düşünülemez.Musa'nın yaşadığı ileri sürülen tarih,olaylarla karşılaştırılıp incelendiğinde bu Tektanrıcılığın kurucusu sayılan Firavun'un dönemine rastlıyor bulunur.Böyle olunca da,''Musa,Tektanrıcılık düşüncesini Akhenaton'dan almıştır!'' yargısı doğal.


Sigmund Freud(1856-1939) da bir psikoloji bilgini olarak konuyla ilgilenmiş ve yaşı 80'i aştığı sırada ''Musa ve Tektanrıclık  adlı kitabını yazmış.Bu kitapta Firavun Akhenaton'un Aton Dini için şöyle der:''Bu insanlık tarihinde Tek Tanrı dininin ilki ve en saf olanıdır''.


Freud da, kutsal kitapalrdaki Tanrı'nın kaunağını burada bulur.Ayrıca,Musa'nın söz konusu Firavun zamanında yaşamış bir Mısırlı,Aton'u benimsemiş bir prens olabileceğini düşünür.Şöyle der;
''Akhenaton'un yakınları arasında belki de Tutmose adıyla anılan ve bu devirde çok yaygın bir ad sayılan biri mevcuttu.İsmin pek fazla önemi yok.Ama ikinci kısmın sonunun ''Mose'' ile bitmesi dikkate şayan.Kendisi yüksek rütbeli memur olup Aton dinine sıkı sıkıya bağlıydı...(Akhenaton'un ölümünden sonra) Mısır'da damgalı veya şüpheli bir adam olarak kalabilirdi.Kendisi bir hudut eyaletinin valisiyse,oraya birçok nesil önce yerleşmiş olan (Yahudilerin içinden çıktıkları) Sami asıllı bazı kabilelerle temas halinde olması mümkündü.Büyük hayal sukutu ve yalnızlığı içinde bu yabancılara döner ve kaybettiği şeyleri onlar aracılığıyla telafi etmeye çalışır.Onları kendi halkı olarak seçer....''  
Buna göre, kutsal kitapların bir peygamber diye insanlığa yutturdukları Musa Mısır'lı bir prensten başkası değildi.Yahudi toplumundan olmadığı halde,gönül veridği amaca ulaşmak için bu toplumu seçmişti.Kutsal kitapların Tanrısıysa ''Mısır'lı Musa''nın bu toplumdan bir kabileye benimseterek yola çıktığı ''Aton''un ta kendisiydi.Ancak Firavun Akhenaton'un ''Tek Tanrı'' durumuna getirdiği bu Güneş Tanrısı,Yahudilere geçtikten ve Tevrat'ın ''Yehova''sı olduktan sonra nitelik değiştirmişti: ''Barışseverken'' ''savaşçı'' olmuştu.Freud'un deyimiyle: ''fetihçi''.Yahudilere uygun olan da buydu.Kimi araştırıcılara göre,''Yehova'' sözcüğü de ''güçlü savaşçı'' anlamına gelir.


Yahudi Tanrı'sının başka toplumların tanrılarından da nitelik aldığı görülür;


Örneğin Ken'anlıların(Fenikelilerin) Tanrı'sı: ''göklerin efendisi,Yağmurların göndericisi ve fırtınalara egemen olan'' Ulu ''Ba'l'' ile aynı nitelikleri paylaşır olmuştu.


1929 yılında Fenikelilerin liman kentlerinden Ugarit'in bulunduğu yerde(Suriye'nin kuzey kesiminde,Ras Şamra höyüğünde),eski din ve mitoloji yönünden çok önemli bilgileri içeren yazıtlar ortaya çıkarıldı.Bu yazıtlar, ''Ugarit metinleri'' diye de anılır kitapalrda.Ve bunların İ.Ö 1400'lere ait olduğu belirlenmiştir.


İşte bu metinlerdeki Tanrı Ba'l ile,Tevrat'ın Tanrı'sına aynı niteliklerin verildiği görülmekte:


Ugarit metinlerinde ''Ba'l'', ''bulutlara binen'' diye nitelenir.Tevrat'ın Mezmurlar bölümünün 68:4 ayetinde de şöyle denir:''Tanrı'ya ilahi okuyun,adına terennümde bulunun.O,buluta binip çöllerden geçen yol hazırlayın!''


Ugarit yaztılarına göre, ''gök gürültüsü'',Tanrı Ba'l'in sesidir.Tevrat'ta,Eyub,37:2-5 ve Mezmurlar, 29:3-5'te analtıldığına göre ise ''gök gürültüsü'',Yahudi Tanrı'sının ''sesi''dir.Kur'an'da ''Ra'd'' (gök gürültüsü) Suresi'nin 13. ayetinde de ''gök gürültüsü''nün, ''Tanrı Uyarısı''nı yansıttığı bildirilir.


Lübnan doğumlu Profesör Philip Hitti,Tevrat'taki 29. Mezmur'un tümüyle,''Ken'an''(Fenike) kökenli olduğunu yazar.


Ugarit metinlerinde ''levyaten''(leviathan) diye bir yılandan söz edilir ve bu ''canavarı'' Tanrı Ba'l'in öldürdüğü analtılır.Tevrat'ta da İşaya,27:1'de aynı adlı bir yılandan söz edilir ve onu,''Rabb''in yani Yahudi Tanrı'sının öldürdüğü analtılır.


Ba'l sözlük anlamıyla ''efendi'' demektir.


Çok ilginçtir ki bu sözcük Kur'an'da da aynı anlamda kullanılır:Saffat Suresi'nin 125. ayetinde Tanrı Ba'l için kullanılırken,birçok ayette de ''karının kocası'' anlamını içerir.Yani Kur'an'da da ''erkek olan Tanrı,Baba Tanrı''  kocaları karıları için hem efendi yapmakta,hem de yine karıları için bir çeşit Tanrı niteliğinde göstermekte.


Yahudi toplumu Filistin'e döndüğünde(İ.Ö 13 yüzyılda),komşu oldukları Ken'anlılar(Fenikeliler),çok ilerlemişlerdi.Bu tarihten 1600-1700 yıl önce bile,onlar önemli kentler,limanlar,ticaret merkezleri kurmuşlardı.''Efendi'' anlamlı Tanrıları Ba'l de onların üretim ilişkilerine uygun nitelikteydi,''bolluk,verimlilik Tanrı''sıydı.Buna uygun olarak uydurulan bir de efsanesi vardı.Uzun ve acıklıydı efsane.İnanırları, yaz sıcaklarının bitkileri kavurup kurutmasını, Ba'l'in ölümüyle,bitkilerin yağmur mevsiminde yeniden yeşermesiniyse,onun dirilmesiyle açıklarlardı.Töreleri,törenleri de vardı bununla ilgili.Yerleşik aşamaya geçen Yahudiler de Ba'l'e ilgi duydular.Onlar da Tanrılarını zamanla ''efendileştirip'' Ba'l'le özdeş duruma getirdiler.Yani Yahudi Tanrı'sı da ''bolluk,verimlilik'' Tanrısı oluverdi.Oysa,Arap mitolojisi yazarlarından Dr. Muhammed Abdulmuid Han'ın anlatımıyla ''yoksulluğun Tanrı'sıydı yalnızca.Ken'anlıların ''efendi'' Tanrılarını Yunanlılar da almışlar,ona ''Adonis''(adon=efendi) adını vermişlerdi.Adonis de ''bitkilerin,verimliliğin'' Tanrı'sıydı ve aynı efsane onun için de geçerliydi.Sümer Tanrılarından Dumuzi de Samilerde ''Tammuz''(Temmuz) diye adlandırılmıştır ki,bu sözcük de ''efendi'' anlamına gelir.Geçerli olan efsane,aynı efsane...


Yahudi toplumunun Tanrı'sını kendisiyle özdeş duruma getirdiği Ba'l,aslında bir ''güneş tanrısı''ydı.Ken'anlılar,Mezopotamya'dan almışlardı onu.Orada ''Bel'' diyenler de vardı.Eski Babil'in en büyük üç Tanrısından biri olan ünlü ''Marduk'' da ''güneş tanrısı''ydı.Ve o,''Ba'l''den başkası değildi.Eski Babil'deki Şamaş(şems=güneş)(Sümerlerde Utu) da ''güneş tanrısıdır''.


Demek ki,eski çağlarda toplumlar,üretimlerine,yaşamlarına göre yaratmışlar tanrılarını.Gerek gördüklerinde de birbirlerinden ''kopya'' gibi almışlar.


Ve demek ki Yahudiliğin,Hristiyanlığın ve Müslümanlığın kutsal kitaplarındaki ''Tanrı'',''erkek'' Tanrı,''baba'' Tanrı,''efendi'' Tanrı da: eski çağların değişik ülkelerinde yaratılma ve değişik toplumlardan gelmedir.Eski Mısır'dan,Ken'anlılardan,Mezopotamya toplumlarından... Zaman zaman değişimlere de uğratılarak sokulmuştur kutsal kitaplara...Ve ''Tanrı''nın niteliğindeki değişmeler,bu kitaplarda da sürmüştür.


Çıkan önemli sonuç da şu: Söz konusu ''Tanrı''nın kaynaklandığı Tanrı: eski Mısır'da da,Ken'an(Fenike) illerinde de (Akdenizin doğu kıyılarında),Mezopotamya'da da güneş tanrısıydı.


Sözü edilen Tanrı'nın döne dolaşa güneş kültüne(güneş dinine) dayandığı görülüyor açıkça.


Dinler,tarihleriyle,elde edilen belgeleriyle ''karşılaştırmalı'' olarak ve ''çıkar hesapları''ndan,bağnazlıklardan uzak kalınarak incelendiğinde gerçek hemen görülür:Kitaplı dinlerin Tanrılarına da,şeriatlarına da ''güneş ve ay'' kültleri kaynak olmuştur.Dahası,bu dinlerdeki birçok ''ibadet'' biçimleri,dinsel töreler,gelenekler: ''güneş'' ve ''ay'' kültlerinden,hemen hemen aynen alınmışlardır.


Kaynak:Turan Dursun:Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III


Benim Notum        

Burada dikkat çekmek istediğim önemli nokta ''Musa'nın Yahudi değil Mısır'lı oluşudur''.Bu nokta bize bir mitin,ünlü Akad Kralı Sargon'la ilgili bir mitin neden Musa'ya uyarlandığını tüm çıplaklığıyla gösteriyor.

Mit şu;

"Ben Agade’nin kralı büyük kral Sargon! 
Annem yüksek bir rahibe idi, babamı bilmiyorum. 
Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu. 
Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı. 
Beni nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım. 
Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü. 
Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü beni. " 
Kendisinden yaklaşık 1600 yıl sonra yazıldığı sanılan bu şiire göre Sargon’un annesi rahibe olduğundan onu gizlice doğurup, Musa gibi sepet içinde suya bırakmış. Sümerlerde rahibeler tanrının karısı olarak kabul edildiğinden doğan çocuklar tanrının çocuğu sayılıyor ve onun yaşamasına izin verilmiyor. Bunun için annesi onu gizlice doğuruyor ve birisi alır düşüncesiyle suya bırakıyor.

Görüldüğü gibi tıpkı Musa gibi Sargon'u da annesi öldürülmemesi için ziftle kaplı bir sepete koyuyor ve Akki isminde biri Sargon'u bulup yetiştiriyor.

Yahudilikte ise bu olay şöyledir;
Hârûn’un doğmasından üç yıl sonra Mısır firavunu, Yahudilerin Mısır’da çoğaldıklarını ve güçlendiklerini görünce onları kontrol altına almak için üzerlerine angarya memurları koyar ve onları şehir inşaatlarında çalıştırmaya başlar. Bu şekilde de kontrol altında tutamayacağını anlayınca bu sefer de Mısır’daki ebelere "Bütün yeni doğacak İbrânî erkek çocukları öldürün ama kız çocuklarına dokunmayın" emrini verir. Mısırlı ebeler, bu emri yerine getirmekten korkarlar. Bu sefer de Firavun: "Bütün doğacak olan İbrânî çocuklar Nil nehrine atılacak" emrini verir. Bundan bir yıl kadar sonra Amram'la Yehoved’in bir erkek çocuğu olur. Onu Nil’e atmaya kıyamazlar ve sekiz günlük olunca usûlüne göre sünnet ederler. Üç ay kadar Mûsâ’ya baktıktan sonra daha fazla bakamayacaklarını anlarlar, bir sepet yaparlar bunu ziftle sıvayıp daha o zamanki ismi Mûsâ olmayıp bu isim daha sonra Firavun’un kızı Batya tarafından konulacak olan Mûsâ’yı içine koyarlar ve Nil’e bırakırlar. 
Mûsâ’nın ablası ve henüz 6-7 yaşlarında olan Miryam (Meryem), sepetin ve kardeşinin âkibetini öğrenebilmek için sepeti tâkip eder. Sepet, Firavun’un sarayının bahçesine doğru süzülür. O sırada Firavun’un kızı Batya sepeti bulur, sünnetli olduğu için çocuğun İbrânî olduğunu hemen anlarsa da bu çocuğa acır ve onu himâye eder. Ancak çocuk, hiçbir süt anneden süt emmemektedir. Bunun üzerine Miryam, Batya'ya ona bir süt anne bulmayı teklif eder ve kendi annesini çağırır. Çocuk, kendi annesinin sütünü içince firavunun kızı Batya, çocuğu kendi annesine emzirmesi için verir. Çocuk iki yaşına geldiğinde annesi Mûsâ’yı firavunun kızına getirir. Firavunun kızı, çocuğa Mûsâ (İbrânîce: Moşe משה, Sudan çıkarttım) ismini koyar ve onu evlat edinir. Bu târihten sonra çocuk Mûsâ adıyla anılmaya başlanır. Mûsâ’nın anne ve babası tarafından konulmuş gerçek bir ismi olduğu kesindir. Çünkü Yahudi geleneklerine göre sekiz günlükken sünnet olan bir çocuğa mutlaka bir isim takılır. Ancak bu isim bilinmemektedir.
Anlaşılan o ki,Musa Yahudilere kendini benimsetebilmek için bu mite başvurdu,kendini Yahudi diye Yahudilere bu mitle kabullendirdi,''ben aslında Mısırlı değil Yahudiyim,Mısır'a gelişim,Firavun'un sarayına girişim,böyle olmuştur'' diyerek.