Dağların Görevi

Mucize İddiası: 
6- Yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?
7- Dağları da birer kazık?
                                                       78- Nebe Suresi 6-7  
Kuran’da bir çok ayette dağlardan bahsedilir. İncelediğimiz ayet, bu ayetlerden biridir ve dağları kazıklara benzetmektedir. Bu benzetmenin mucizevi yönünü ancak son yüzyıldaki jeolojik bulgulara dayanarak anlayabiliyoruz. Dağların yeryüzünde görünen kısmından çok daha büyük olan kökleri, yerin altında görünmez bir durumdadır. Dağların yerin altındaki kökleri, dağın görünen kısmının 10-15 katına kadar çıkabilmektedir. Örneğin Dünya’nın en yüksek noktası olan Everest Tepesi, yerin 9 km kadar üstündedir, oysa bu noktanın yerin altındaki kökü 125 km civarındadır. Bir kazığın fonksiyonlarını yerine getirmesi için kazığın yerin altına saplanan kökü nasıl çok önemliyse, aynı şekilde dağ için de yerin altındaki kökü çok önemlidir.  
Kıtaların üzerindeki dağların kökü olduğu gibi, denizlerde de dağlar vardır ve bunların da kökü vardır. Dağların volkanik kayalardan veya tortulardan oluşması gibi farklılıklar vardır, fakat dağların kökünün olduğu gerçeği hep aynıdır. Dağların kökü Arşimet kanunları çerçevesinde dağların görünür kısmına destek olmaktadır. Değil Peygamberimiz’in döneminde, bundan birkaç yüzyıl önce bile dağların bir kökü olduğunu bilmenin imkanı yoktu. Bu yüzden Kuran’ın dağları kazıklara benzeterek yaptığı benzetme çok yerinde, çok isabetli, mucizevi bir benzetmedir.  
Jeoloji biliminin yeni bulgulara göre kendini yenilemeyen kitaplarında dağların köküne veya dağların yerkabuğunu sabitlemekteki fonksiyonun rastlayamayabilirsiniz. Fakat bu bilgilere rastlayabileceğiniz kitaplar da mevcuttur. "The Earth" (Yeryüzü) bunlardan biridir. Kitabın yazarı Frank Press, Bilimler Akademisi başkanıdır ve Amerika’nın eski başkanlarından Jimmy Carter’ın bilimsel konulardaki danışmanıdır. O, dağları, kökünün çoğu toprağın derinliklerinde olan çiviye (wedge like shape) benzetir. Dr. Press dağların fonksiyonlarını uzun uzadıya anlatır ve onların yerkabuğunu stabilize etmekteki önemli rollerine dikkat çeker. Bu bilgi Kuran’ın 14 asır önce verdiği bilgilerle tamamen aynıdır. 
Onları sarsmasın diye yeryüzüne dağları yerleştirdik...                                               
                                                                               21-Enbiya Suresi 31  
Dağların sıradan bir yeryüzü çıkıntısı olarak algılandığı dönemde, dağların yeryüzündeki dengeyi sağlayıcı özelliğine ve gözle görülmeyen köküne işaret eden Kuran, her konuda olduğu gibi bu konuda da bizi kendine hayran bırakmaktadır. 
http://www.mucizeler.com/2011/03/kazik-seklinde-daglar/

Reddiyem:

Bu ayetler mucize olmadıkları gibi Kur’an’ın düz, sabit bir dünya modelini benimsediğine dair birer kanıttırlar. Fakat ben önce “dağların depremi önlemesi” şeklindeki çarpıtmaya değineceğim; dağlar depremleri önlemez, aksine dağların yoğun olduğu bölgeler en yoğun deprem alanlarındandır. Öncelikle “Sol Haber Portalı”nın “Kur’an’dan Mucize Türetmek…” başlıklı yazısından bir alıntıyla başlayayım: 
Öte yandan Lokman Suresi'nin 10. ayetinde "Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı" denilirken bugüne kadar göğü ayakta tutan direkler bulunmuş değil. Nahl Suresi'nin 15. ayeti ve Enbiya Suresi'nin 31. ayetlerinde dağların insanların sarsılmaması için allah tarafından yaratıldığı betimlenirken, deprem araştırmaları depremlerin daha çok dağlık bölgelerde oluştuğuna dikkat çekiyor. Dağların bulunmadığı yerler ise genel olarak az riskli deprem bölgelerini oluşturuyor. Bu da "dağların insanların sarsılmasını engelleyen direkler" olmadığını gösteriyor. Çakmak'ın gökyüzünün Kuran'da yeralan tasŞrinin bilimle örtüştüğü yönündeki iddailarının başka çelişkili yönleri de mevcut. Örneğin gökyüzünün insanlara en yakın olan katı, Kuran'a göre yıldızların bulunduğu kat. Halbuki bu da doğru değil.
Aynı şekilde Erdoğan Aydın da şunları yazıyor:
…Dahası dağlık bir coğrafya olan Türkiye’nin deprem bölgesi olmasına karşı, düz bir coğrafya olan Avrupa’nın deprem bölgesi olmaması ortaya bir dizi yeni sorun çıkaracaktır.(69)  
Şimdi bir alıntıyla daha devam edelim, Mucize Yalanları sitesinin bu konuyla ilgili reddiyesi, benim de aralarında bulunduğun birkaç arkadaşla ortak çalışmamızdır, konunun bilimsel boyutunu araştıran arkadaşlarım şunları yazmaktalar:
…Bunların yanı sıra depremde zemin etkisi asıl depremin şiddetini belirler. Eğer yer kayalıksa veya dağ kayalıksa depreme karşı direnci fazladır, kayalık olmayan; alüvyon toprak, killi toprak gibi topraklarda veya heyelan sonucu oluşmuş dağlarda veya kayalık olmayan horizan a,b,c katmanlarından oluşmuş dağlarda, deprem şiddetli olur.  
Eğer dağ kayalık olmayan bir dağ ise ve yanı başında ki ova kayalık sağlam bir yer ise, dağ eteğine yapılan yerleşim yeri çökerken kayalık düzlükteki yer sağlam kalır, çünkü depreme karşı zemin etkisi önemlidir, dağların jeolojik yapıları aynı değildir.  
Japonya ve Suudi Arabistan’ı bu şekilde düşünebilirsiniz. Biri dağlık ve depremlerin çok olduğu bir ülke, diğeri ise dağlık değil ama deprem riski az olan bir ülke. Kuran’ın bu hükmü genel kabul edilmemelidir. Eğer dağlar depremi önlüyorsa, bu durumda Japonya’da deprem olmamalıydı ama Suudi Arabistan’da depremler olmalıydı.  
Çarpıcı bir örnek daha verelim; Mesela toprak yapısı güçlü olmayan bir düzlük ile kayalık bir düzlük hayal edelim. İki alanda da levha hareketi olduğunu hayal edelim. Bu levha hareketi kayalık olmayan toprağı hemen katlayacaktır ve fay kırığı oluşturacaktır, bunun sonucunda bu bölgede depremle birlikte dağ oluşacaktır.  
Ama Kayalık alan levha hareketi sonucu katlanmayacak,kırılmayacak direnç gösterecektir, bu durumda ne dağ oluşur ne deprem.   
Depremlerin hepsi aynı türde olmaz, örnek olarak çöküntü depremleri vardır. Bu depremler, yer altındaki büyük mağaraların tavanının çökmesi sonucu oluşur, mesela zaman zaman bu tür çöküntü depremleri maden ocaklarında olur. Bu durumda, dağ silsilelerinden bağımsız oluştukları için yörede dağların bolca oluşu da bu depremlere pek etki etmez ve depremlerden korumaz. zaman zaman bu tür çöküntü depremleri maden ocaklarında olur. Bu durumda, dağ silsilelerinden bağımsız oluştukları için yörede dağların bolca oluşu da bu depremlere pek etki etmez ve depremlerden korumaz.  

Gördüğünüz gibi depremlerin şiddeti dağlara değil, zeminlere bağlıdır. Eğer zemin sağlamsa depremin şiddetini azaltacaktır fakat sağlam olmayan bir zeminde –zeminleri sağlam olmayan- dağlar olsa bile depremin şiddetine etki etmeyecektir, sağlam ama dağsız zeminden daha şiddetli olacaktır. 

Öte yandan; dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne sağlamlık verdikleri Kur’an’dan çok önceki kaynaklarca da dile getirilmiştir:  
Ey dağlar ve yeryüzünün sarsılmaz temelleri, Rab’bin suçlamasını dinleyin. Çünkü Rab halkından davacı, İsrail’den şikâyetçi. (Tevrat: Mika, 6:2)  
O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı, Titreyip sarsıldı dağların temelleri, Çünkü Rab öfkelenmişti. (Tevrat: Mezmurlar, 18: 7)  
Çünkü size karşı öfkem ateş gibi tutuşup. Ölüler diyarının derinliklerine dek yanacak.Yeryüzünü ve ürününü yutup yok edecek.Ve dağların temellerini tutuşturacak. (Tevrat: Yasanın Tekrarı, 32:22) 
Yeryüzünü temeller üzerine kurdun, Asla sarsılmasın diye. (Tevrat: Mezmurlar, 104: 5)  
Dağların köklerine kadar battım,Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan; Ama, ya Rab, Tanrım, Canımı sen kurtardın çukurdan. (Tevrat: Yunus, 2: 6)  
Ayetlerde dağların temellerinden, köklerinden bahsedilmektedir. Bildiğiniz gibi “temel ve kök” kelimeleri bir yapının toprak altında kalan kısımlarını ifade eder, Tevrat Kur’an’dan çok daha önce dağların toprak altında kalan köklerinden bahsetmiştir. Tevrat'a göre Tanrı yeryüzünü sarsılmasın diye temeller üzerine kurmuş gördüğümüz gibi. Aslında bu Tevrat ayetleri, bu mucize iddiasını yerle bir etmeye yeter fakat ben İslam öncesi şiirlerden de örnekler vermek istiyorum, Kuss İbn Saide’nin şu şiirini, yağmurun oluşumuyla ilgili mucize reddiyesinde vermiştim, bu mucizeyle de ilgili ifadeler içermekte:
"Aşırı tutkusuyla gönül andı onu.
Arasında gündüz olan geceleri yad etti.
Bulutlardan boşalan sağanak yağmur,
Damlaları arasında ateş vardı.
Ateş ışığı gözleri kamaştırıyordu.
Şimşek parıltısı, gözler önünde uçuyordu.
Sağlam köşklerde hayırlar vardı.
Diğerleri ise, ıssız ve bomboştu.
Yeri durduran, yüce dağlardır.
Denizlerin suları ise engindir.  
Yıldızlar, gece karanlığında parlar,
Bunların döndüğünü her gün görürüz.
Sonra güneşi, gecenin ayı kışkırtır.
Hepsi birbirini hızla takib eder.
Büyük, küçük karışık olan her şey,
Gün gelir toprağa girer, mezar olur.
Şaşmayan kalblerin tahminleri bile,
Bir çok şeyi kavrayamaz, aciz kalır.
Doğruyu görüp ibret alan kimseler için,
Benim bu söylediklerim,
Allah'a giden yolu gösterir."(70) 
 Turan Dursun da Kuss İbn Saide’nin şöyle bir şiirini aktarır: 
İslam öncesinin "hutbe"lerinde, yani "söz ustalığı"na örnek gösterilen seslenişlerde de "Allah" adına yer verildiğini görmekteyiz: Ünlü söz ustalarından Kus İbn Saide'nin (ölm. yak. 600.) ünlü "hutbe"si: 
"Ey halk! Dinleyin, belleyin: Yaşayan ölür. Başa gelen gelir. Gece, karanlık; gündüz, durağan; gök, burçları olan; yıldızlar parlar; denizler kabarır; dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş; ırmaklar akağında akmakta. Gökte haber, yerde 'ibret' var. insanlar gidiyorlar (ölüyorlar) ve dönmüyorlar. Öyle istedikleri için mi kalıyorlar, yoksa uyusunlar diye mi bırakılıyorlar? Ey güçlü topluluk! Nerde Semûd (toplumu), nerde Ad (toplumu)? Nerede babalar, atalar? Şükürle karşılanmayan iyilik nerede, ne oldu? Yadırganmayan zülüm nerede, ne oldu? Kus gerçek ve içinde günah bulunmayan bir antla ant içer ki, üzerinde bulunduğunuz dininizden daha sevgili bir din vardır 'Allah katında.' (71)
Gördüğünüz gibi “dağların birer çivi” oluşundan ve “yerin yayılıp döşenmesinden” bahsediyor. Kur’an’da aynı ifadeleri kullanmaz mı? Kur’an’ın bu düşünceleri daha eski kaynaklardan aldığı ya da en azından hep söylenen, bilinen şeyleri tekrarladığı açık değil mi? Neyse, başka bir şiir daha vereyim, Zeyd b. Amr’ın şiiri:
"Ağır kayalar yüklenen yerin teslim olduğu Allah'a, yöneldim, o yer ki, dümdüz oldu, düzelince de onu, tespit etmek için üzerine dağlar yerleştirdi. Tatlı ve berrak suları taşıyan bulutların yöneldiği, Allah'a yöneldim, o bulutlar ki, her nereye sevk, Edilirlerse, emre itaat ederler, gönderildikleri, Beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar. Rüzgarların kendisine yöneldiği Allah'a yöneldim. O rüzgarlar ki, halden hale dönüp giderler." (72)

Gördüğünüz gibi bu şiirde de, Kur’an’la aynı biçimde, Allah’ın dağları “yeryüzünü tespit etmek(sabit kılmak) için yarattığını” ifade ediyor şair. Kur’an’dan önce bilinmiyor değil, Kur’an hep bilinen şeyleri tekrarlamıştır hatta bu Tevrat ayetleri, şiirler Kur’an’a kaynaklık bile etmişlerdir.

Günümüz bilimsel verileriyle hiçbir ilgisi yoktur bu ifadelerin, nitekim Kuttubi Sitte hadislerinden birinde “dağlarla yeri sabitleştimekten” kastın ne olduğu tüm açıklığıyla anlatılır:
3238 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah arzı yarattığı zaman, arz sallanmaya (tıpkı bir hurma ağacı gibi sağa sola) yalpalar yapmaya başladı, bunun üzerine dağlarla onu sabitleştirdi ve böylece arz istikrarını buldu. Melekler dağların şiddetine hayrette kaldılar.  
"Ey Rabbimiz, dediler, dağlardan daha şiddetli bir mahluk yarattın mı?" " 
Evet, buyurdu. Demiri yarattım.''  
"Demirden daha şiddetli bir şey yarattın mı?'' dediler.  
Hak Teâla: "Evet! dedi. Ateşi yarattım.''  
"Ateşten daha ağır bir şey yarattın mı?" diye yine sordular.  
Hak Teala: "Evet, dedi, suyu yarattım! ''  
"Sudan daha şiddetli bir şey yarattın mı?'' dediler.  
Hak Teala tekrar cevap verdi: "Evet, rüzgârı yarattım.''  
"Rüzgârdan daha şiddetli bir şey yarattın mı?'' diye yine sordular.  
Hak Teâla: "Evet insanoğlunu yarattım'' dedi ve devam etti: "Eğer o, sağ eliyle sadaka verir, sol eli görmeyecek kadar gizlerse (daha şiddetlidir).''  
Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn 2, (3366).
Dünya ilk yaratıldığında sağa-sola yalpalanıyormuş, Allah da dağlarla sabitleştirmiş! Bildiğiniz gibi Dünya’nın oluşumunda böyle bir dönem hiçbir zaman olmamıştır, Dünya sağa sola yalpalanmaz, hiçbir zaman da yalpalanmamıştır. Peki, Dünya üzerindeki bütün dağları köklerine varıncaya dek yok etsek, Dünya yalpalanır mı? İslam’a göre “evet”, bilime göre “tam bir çelişki”. Açıkça Dünya’nın dağlarla birlikte sabitleştirildiği söyleniyor. Ayetlerde de depremlerle ilgili en ufak bir bilgi, depremlere en ufak bir atıf bulunmamakta. Ayetler diyor ki, “yer sizi sarsmasın diye dağları yarattık”, burada “sarsma” eyleminin bitirildiği anlatılıyor, sarsıntının şiddetinin azaltıldığı değil. Oysa biz bugün şiddetleri az olan depremlerde bile sarsılmaya devam ediyoruz. Yani aslında mucizecilerin verdikleri bu ayetler Kur’an’da “sabit dünya modeli”nin benimsendiğini tüm çıplaklığıyla bizlere gösteriyor, mucize yok, çelişki çok.

Esasında; “dağların yerin sarsılmasını önlediği” inancı; insanlık tarihi boyunca cevabı en çok merak edilen sorulardan biri olan, “Dünya neyin üzerinde durmaktadır” sorusuna getirilen cevaplar doğrultusunda doğmuştur. Bugün biz biliyoruz ki, Dünya hiçbir şeyin üzerinde değildir, uçsuz bucaksız evrende dolanıp durur. Fakat o dönemlerde çok farklı görüşler vardı, örneğin düz Dünya’nın sonsuz bir su kütlesi üzerinde durduğu bu görüşler arasındaydı. Dünya suyun üzerinde ise elbette yalpalanacaktır, yerinde durmayacaktır, devamlı sarsıntılar olacaktır, yalpalanmalar olacaktır. Dağlar işte bu yüzden kazık şeklinde, köklü yapılar olarak düşünülmüşlerdir. Dağlar öylece Dünya’nın üzerinde dursa elbette yalpalanmalar kesilmeyecektir. Bir gemi gibi düşünün, içine Dünya’nın yükünü koyarsınız da yine de en ufak bir rüzgarla sallanmaya başlarlar. Köklerinin oldukları düşünülmüş ki, ta denizin dibine kadar uzasın, dibe çakılsın ve yalpalanmalar olmasın. Yani birer çivi gibi, başlarının yeri tuttuğu, köklerinin denizin dibine battığı ve böylece yerin sallanmasının önüne geçildiğine dair inanç yaygındı o dönemlerde. Tefsirlerde de öyle anlatılır:
"Orada" yani yeryüzünde "üstünden sabit dağlar yerleştirdi." Vehb dedi ki: Allah yeri yaratınca, suyun üzerinde çalkalandı. Cebrail'e: Ey Cebrail onu sağlamlaştır, dedi. Bunun üzerine yere inip onu tuttu, fakat rüzgarlara karşı koyamadı. Rabbim dedi, sen daha iyi biliyorsun ya bu konuda ben karşı koyamadım. Bunun üzerine yüce Allah yeri dağlarla tesbit edip sağlamlaştırdı ve oraya dağlan kazık gibi yerleştirdi.(73) "
Yeri de döşedik." Yani Biz yeri tıpkı bir döşek gibi suyun üzerinde yaydık ve uzattık.(74)  
İslam öncesi şiirlerde de rastlanır bu tür ifadelere:
"Yaydı onu, onun suyun üzerinde kurulduğunu görünce bu sefer üzerine dağları bıraktı." (75) 
Sonuç olarak, mucizecilerin bu iddialarının da bir çarpıtma ürünü olduğu açık.

Sonuç: 

• Depremlerin şiddetleri dağlara değil, zemine bağlıdır. Mucizecilerin söylediklerinin aksine genellikle dağlık bölgeler çok riskli, düzlük bölgeler az riskli deprem bölgeleridir. Dolayısıyla bu ayetlerin bilimsel bağlamda geçerlilikleri bulunmamaktadır. 

• Bu ayetler Kur’an’ın Dünya’yı sabit ve düz algıladığına birer delildirler. 

• Depremler gerçekten dağları önlese ve Kur’an’da da buna atıf olsaydı bile, bu Kur’an’ın mucizesi olamazdı, zira Kur’an’dan çok daha eski kaynaklarda da anlatılmaktadır dağlarla ilgili böyle öyküler, o kaynakların mucizesi olurdu.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

69Erdoğan Aydın, İslamiyet Gerçeği,2. Cilt, s. 175.
70İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi, 2. Cilt, 7. Bölüm.
71Turan Dursun, Allah, s.23.
72İbn Kesir,Büyük İslam Tarihi,2. Cilt,8. Bölüm.
73Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an,Fussilet Suresi,10. Ayetin Tefsiri.
74Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an,Zariyat Suresi,48. Ayetin Tefsiri.
75Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an,Naziat Suresi, 30. Ayetin Tefsiri.