Zülkarneyn ve Kökenleri

Kur'an'da Övülerek Anlatılan "İki Boynuzlu" Kim? Büyük İskender mi?

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'ın yazdıklarına bakalım. Aynen şöyle:
"Bu arada hemen işaret edelim ki, Arapların geleneksel nakillerine göre: Büyük İskender (Alexandre le Grand) (İÖ 356-323), Mekke'de bulunan Kabe'yi ziyaret etmişti. Araplar, buna 'Zu'l-Karneyn', yani 'iki boynuzlu' adını verirler. Bu iddiayla ilgili çeşitli açıklama ve yorumlar arasında en iyisi gibi duran, şudur: İskender, erkek keçiyi (tekeyi) 'totem' edinmiş ve ona tapıyordu ki, bunun iki boynuzu, bu totemin simgesiydi. Aynı dönemde, çift boynuzlu süslü bir şapka (bicornetbikorn) da vardı. Bu şapkanın kullanılışı bugün bile Makedonya'da tamamen kaybolmuş değildir.

İki boynuz", "doğu-batı" anlamına da alınıyor ve Kur'an'da "iki boynuzlu" diye nitelenmiş olarak anlatılan kimseye "güneşin doğduğu ve battığı kesimlere" (doğuya ve batıya) gittiği için böyle dendiği ileri sürülüyor. Çünkü Kur'an ayetlerinde, söz konusu "iki boynuzlu"nun, "güneş"in tam "battığı" ve tam "doğduğu" kesimlere gittiği anlatılmakta. (Kehf Suresi, ayet 83-101.)

Tevrat'ta adı geçen bir yer var: "Aşterot-Karnaim" (Ashteroth Karnaim). "İki boynuzlu 'Ashtart' (Tanrı)" anlamında. Bu ad da, bu adın anlamı da, "Zu'l-Karneyn"e benzemekte. Eski Suriye kentlerinden biri burası. Eski Suriye'nin, Yunanlılarca da önemsenip benimsenmiş olan "Tanrı"larından "Atargatis"in "Carnion" adında bir yerde, bir tapınağı vardı. Bu "Tanrı", bir "güneş kursu" ve bir "ay" resmiyle simgeleniyordu. Yani "iki boynuz"u vardı: Biri "güneş"in, öbürü de "ay"ın simgesiydi. Doğubilimci Philip K. Hitti, "Carnion"un, Tevrat'ta sözü edilen ve "iki boynuzlu Ashtart"' anlamına gelen "Aşterot-Karnaim"in olabileceğini yazar.Buna göre, Kur'an'da "iki boynuzlu" niteliğiyle sunulan ve "Tanrı'dan buyruklar" aldığı bildirilen "ulu kişi"nin, gerçekte, bir zamanlar "Tanrı" diye inanılmış, adına, "iki boynuzlu" niteliğiyle anılan yerde "tapmak" kurulmuş bir "efsane kahramanı" olduğunu da düşünmek mümkün.

Kimileri de, Kur'an'daki "iki boynuzlu"nun, "Yemen Hükümdarlarından biri" olduğunu ileri sürerler.Ancak bence, sözü edilen "iki boynuzlu", ayrı ayrı "efsane'lerin "kahraman"larına verilen bir "san"dan alınmıştır. Kur'an'daki "Zu'l Karneyn"in kahraman olarak yer aldığı surede çeşitli "masal"lardan bir "karma"nın yer alıyor olması da bunu gösterir.

Çeşitli kaynaklardan ve bu arada İskender'in aracılığıyla "Eski Yunan"dan alınan masal parçalarından oluşma "masallar karması"ndan biri biter, ardından bir başkası başlar.Aynı surenin 83. ayetiyle, şöyle denerek:
"(Ey Muhammed) Sana, Zu'l-Karneyn'i ('İki boynuzlu'yu) sorarlar. De ki, size anlatacağım onu!"
Ve 101. ayete dek sürer.

"Sana Zu'l-Karneyn'i sorarlar..." dendiğine göre, Muhammed'in döneminde bu "iki boynuzlu"nun sözü ediliyordu birtakım çevrelerde. Anlaşılan, bir "kahraman" olarak destanlaşmıştı. Yukarıda belirtildiği gibi, kimileri haklı olarak "Büyük İskender'i bulurlar onda. Bir kez, "iki boynuz" simgesi, bu ünlü Kral'da da var. İkincisi, daha önceki ayetlerde anlatılan "masallar karması" da, bu Kral adına oluşturulmuş romandan da öğeler bulunan parça içeriyor. Birlikte gördük. Sonra, "Zul-Karneyn"in ayetlerde anlatılan "gezisi", şöyle ya da böyle bu Kral'ı anımsatıyor. İnceleyicilerince haklı olarak şöyle dendiği görülmekte:
"İskender, doğuluların katında, yalnızca bir 'cihangir' (dünyayı ele geçirmeye çabalayan biri), yalnızca kentler kurmuş bir kurucu değil; aynı zamanda, dünyanın bir ucundan öbür ucuna varmış bir kahramandır. Ve yalnızca ülkeler ele geçirmek amacıyla değil; yani dünyaya yönelik bir tutkuyla değil; öğrenmek, bilgi elde etmek amacıyla atılmıştır hareketlerine. Kendisine her yerde, filozofların eşlik etmesi de bundan. Doğanın olağanüstü durumları ve 'tılsımları, onun ilgisini çekmiştir.
84. ayette, "Kuşkusuz, biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyden bir 'neden' (bir temel çıkış yolu) vermiştik ona" dendikten sonra masal şöyle sürdürülür:
"O da bir nedene uydu (bir yol tuttu), vara vara, güneşin battığı yere vardı. Güneşi, bir kara suda batıyor buldu. Ve yanında da bir toplum. Biz ona seslenip: 'Ey Zul-Karneyn, dilersen bu topluma ceza verirsin ve yine dilersen onlar içinde iyi ilişki kurarsın!' dedik. (Ayet 85-86.)
"Sonra yine bir nedene uydu. Vara vara, güneşin doğduğu yere vardı. Güneşi, öyle bir toplum üzerine doğar buldu ki, o topluma hiçbir 'örtünme-saklanma' aracı (sitr) yaratmamıştık. İşte böyle... Onun katında olanın hepsini biliyorduk..." (Ayet 89-91.)

Masalın daha sonraki bölümünde de, Zul-Karneyn'in, vardığı bir ülkede "Ye'cüc", "Me'cüc" diye adlandırılan bir toplumla karşılaştığı, bu toplumun "bozguncu" olduğu ve bu toplumdan "zarar gördükleri"ni anlatarak yakınanların isteğiyle Zu'l-Karneyn tarafından bir "sed" yapıldığı "hikâye" edilir.

"Zu'l-Karneyn"i Muhammed'den soranlara, bu masal anlatılarak karşılık verilmiş oluyor.Acaba "soru"yu soran kimlerdi? Hangi kesimdendi, hangi inanırlar kesimindendi? Bu bilinebilse, "masal" oldukça aydınlanmış olacaktı.

Bu soru, "Yahudi'lerin "kutsal" kitaplarını okuyanlardan gelmiş olabilir. Eğer böyleyse, masalın, hiç değilse bir bölümünün kaynağını bu kitaplarda aramak hiç de yararsız olmaz:

Tevrat'ı açıp bakıyoruz, Danyal bölümünde şunları okuyoruz:
"Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte ırmağın önünde bir koç durmaktaydı.Ve koçun iki boynuzu vardı. İki yüksek boynuz. Ama biri, öbüründen daha yüksekti. Yüksek olanı sonradan çıktı. Koçu, batıya, kuzeye ve güneye doğru tos vurmakta gördüm.
"Ve ben düşünmekteyken işte batıdan, tüm yeryüzü üzerinde, ayağı yere dokunmayan bir teke geldi. Tekenin gözleri arasında, göze çarpan bir boynuzu vardı. Ve ırmağın önünde durmakta olduğunu gördüm. İki boynuzu olan koçun yanına geldi. Ve tüm gücüyle onun üzerine seğirtti... Ve ona karşı kudurdu ve vurup koçun iki boynuzunu kırdı..." (8:3-7.)
"Ve vaki oldu ki ben, Daniel (Danyal), bunları görünce, anlayayım diye araştırdım. Ve işte karşımda biri durdu. Bir insan görünüşündeydi. Ve Ulay Irmağı ortasından bir adam sesi işittim. Şöyle sesleniyordu: 'Cebrail!Gördüğünün anlamını bu adama anlat!' Ve durduğum yere yakın geldi. Ve gelince ben korkup yüzüstü kapandım. Ve bana şöyle dedi: 'Ey Âdemoğlu! Bu gördüğün, 'ahir zaman alameti'dir. Dinle!' Ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak derin uykuya daldım. Ve bana dokunarak beni ayağa kaldırdı. Ve şöyle konuştu: 'İşte Tanrı gazabının sonunda ne olacağını ben sana bildiriyorum! Çünkü gördüğün, ahir zamanı belirtmek içindir: 
'"Gördüğün iki boynuzlu koç, Medya ve Fars Krallarıdır. 
'"O kıllı teke de, Yunan Kralıdır. Gözleri arasında olan büyük boynuz, birinci Kraldır.'" (8: 15-21.)

Burada anlatılanlara bakarak, Kur'an'daki "Zu'l-Karneyn"in ("iki boynuzlu"nun); eski İran'da Pers Krallığının, sülalenin beşinci kralı olan ünlü Kiros (Keyhusrev, İÖ 559-529) olduğu söylenebilir. Bu kral, valisi bulunduğu Med Kralına karşı başkaldırmış ve yenerek Med Krallığına son vermişti. Ve İran yaylasından Anadolu'da Kızılırmak'a kadar uzanan Pers Krallığını kurmuştu.Yani "Medya" ile "Fars", bu Kralın egemenliği altında birleşmişti. Bu Kral, yukarıdaki Tevrat ayetlerinde neler "gördüğü" anlatılan ve kendisine, Cebrail tarafından gördüklerinin anlamı bildirilen Danyal (Daniel) ile "çağdaş" bulunmakta. Yahudiler, bu Krala çok saygı göstermekteler. Çünkü bu Kral, İÖ 539'da, Babil'i ele geçirmiş. Krallığa katmıştı. O sıra, uzun süreden beri, Babil'de sürgün yaşamı süren, tutsak bulunan "İbraniler"in ülkelerine geri dönüp Kudüs'te yeni bir tapınak yapmalarına izin vermişti.Onun için "iki boynuzlu koç"la bu Kral anlatılıyor olmalı. Dahası var: M. Sadeddin Evrin'in anlatmasına göre, 1838'de, Istahar Pasargadae'de meydana çıkarılan Keyhusrev'in (Kiros'un) heykelinin başında koç boynuzları ve sırtında kartal kanatları bulunmakta.

Evrin, buna dayanarak Kur'an'daki "Zu'l-Karneyn"le de bu kralın anlatıldığını ileri sürer.

Ama bence anlatılmak istenen, bu kral değildir. Çünkü: "iki boynuzlu koç, Medya ve Fars krallarıdır" deniyor Daniel ayetinde. Yani burada söz konusu olan bir tek kral değil, iki kral. İki boynuzdan biri birini, öbürü de öbürünü simgeliyor.

Şunu da düşünmek gerek bence: Tevrat'ın kimi bölümleri gibi Daniel bölümü de Yunanlıların, "Helenizm" kültürünün alabildiğine etkisinde kalındığı sırada kaleme alınmıştır. İleride bunun üzerinde durulacak. Daniel (Danyal) bölümünün, İÖ 2. yüzyılda yazıldığı bilinmekte. "İki boynuzlu koç"un "güçsüzlüğü"nün, buna karşılık "tek boynuzlu teke"nin gücünün, üstünlüğünün belirtilmesi bundan. Yani Büyük İskender'in gücü görüldükten sonra anlatılanların kaleme alınmış olmasından. "Güçsüz" ve boynuzları kırılarak perişan edilmiş olduğu açıklanan bir "iki boynuzlu koç", Kur'an'da çok güçlü gösterilen bir "Zu'l-Karneyn"e uymamakta.

"Bir tek boynuzlu teke de, Kur'an'dakine uymuyor. Çünkü Kur'an'daki; 'iki boynuzlu'" denebilir.

Boynuzların sayısından çok, "güç" önemli. "Tek boynuzlu teke", öbürüne göre çok güçlü. Buysa, Kur'an'inkine, çok uygun bir nitelik. "Boynuz"un "tek" olması, bir tek kral anlatılmak istenmesindendir. Burada anlatılmak istenen, Büyük İskender'dir. Aynı yerdeki ayetlerden birinde şöyle bir açıklamanın bulunması da bunu gösterir:
"Ve teke kendini pek çok büyüttü. Zorlu olunca, o büyük boynuz kırıldı ve onun yerine, göklerin dört yeline doğru göze çarpan dört boynuz çıktı" (Daniel, 8:8).

Bu açıklama, tarihe de tıpatıp uymakta: Çünkü bilindiği gibi, Büyük İskender İÖ 323'te ölünce bölünmeler olmuş ve "dört boynuz" meydana gelmişti. Yani bir Krallıktan, dört "baş" doğmuştu: Antipatros-Ptolemaios-Selevkos-Antigonos.Ve şu devletler:

Başkenti Pella olan Makedonya devleti.
Başkenti Antiokhia (Antakya) olan Selevkoslar devleti.
Başkenti Aleksandria (İskenderiye) olan Ptoleme'ler (Batlamyus'lar) devleti.458

Benim yorumum şu: Büyük İskender, "teke"ye ve "boynuzları"na özel bir anlam veriyordu.Yukarıda Hamidullah'tan alınan alıntıda da belirtildiği gibi, "totem" edinmişti bu hayvanı. Boynuzlarını da simge olarak almıştı. Boynuzlardan birinin Güneşi, öbürünün de Ay'ı simgelediğini ve Büyük İskender güneş ve ay kültlerine inandığı için bunları simge olarak aldığını düşünebiliriz. Daniel'deki "teke" yalnızca "bir boynuzlu", ama bu boynuz İskender'in "rakipsiz" olduğunu anlatmak içindir. Kendisinin seçtiği simgeyse; iki boynuz. Gücü ve büyük etkisiyle doğuda da yayılmıştır bu simge.Ve İskender doğuda "iki boynuzlu Kral", "iki boynuzlu kahraman" olarak dilden dile anlatılmış, biçimden biçime giren masallara konu olmuş ve işte bu masallardan biri de Kur'an'a geçmiştir.

"İki boynuzlu" olmak, İskender'in etkisiyle bir kralın, kahramanın üstün gücünü anlatmakta kullanılır olduğu için de, başka krallara, kahramanlara da yakıştırılmıştır. Bir Himyeri şairin şöyle dediği aktarılır:
"Zu'l-Karneyn, benim 'muslim' dedemdir. Yeryüzünde bir hükümdar olarak yücelmişti. Ama bunak olmamıştı. Doğuya ve batıya ulaştı. Yol gösteren iyilikseverden sağlayacağı mülk-egemenlik yollarını aradı. Varıp, güneşin dönüş yerindeki battığı yeri gördü. Kara balçıklı bir suda batıyordu güneş."(Arapcasmdan, olduğu gibi çevirdim- T.D.)

Bu şiirde kullanılan sözcüklerin çoğu, aynen Kur'an'ın konuyla ilgili ayetlerinde de geçmekte. Yani devlet kurmuş olan (Yemen'de) "Himyeriler"in de "iki boynuzlusu vardı. Bu şiirlere de yansımıştır. "Zu'l-Karneyn" iki sözcükten oluşturulmuş: "Zu" (yerine göre za ve zi de olabiliyor) ve "Karneyn" sözcüklerinden. Yemen'deki söz konusu toplumun hükümdarlarının adları da "Zu"luydu genellikle.Buna bakarak, "Zu'l-Karneyn"in bu toplumun hükümdarlarından biri olduğuna hükmeden ciddi yazarlar bile var.Bana göreyse başka kaynaklardan yansımalarla ve bu arada Büyük İskender'in de etkisiyle oluşmuş bir masalın kahramanıdır buradaki Zu'l-Karneyn de. Olabilir ki, Muhammed, "Zu'l-Karneyn"i, "Himyeriler"de, bunların şiirlerinde görmüştür. Kur'an'a da buralardan alıp geçirmiştir. Niye olmasın? "İman"ın da, "hikmet"in de, "şeriat"ın da "Yemenli" olduğunu söylememiş miydi?

Ancak; "kutsal metin"lerdeki özel deyimlerin ve Büyük İskender'in de etkisiyle bu nitelikteki masal kahramanlarına ilişkin anlatılanlar, hangi kesimden, hangi söz dizimleriyle ve hangi görüntü altında Kur’an’a yansımış olursa olsun, kökenine inildiği zaman, yine Sabiîlikteki inanç bulunur.

Kâmûs'ta, "Zu'l-Karneyn"deki "karn" sözcüğü ele alınırken; bu sözcüğün en başta gelen anlamlarından biri olarak şu gösterilir: "Güneş tekerinin bir yanı.Bilindiği gibi gökbilimde, "teker" (kurs) diye bir şey var. "Bir gökcisminin, teker (tekerlek) biçiminde gördüğümüz yüzeyi". "Karn" sözcüğünün, "Güneş"e ilişkin başka anlamlar da içerdiği anlatılır.

Demek ki, Sabiîlik dininin içeriğinde bulunan "Güneş Kültü"nden, "Zu'l-Kar- neyn"de bir anlam var. Bu kadar değil:

En sağlam sayılan hadisçilerin de kitaplarında yer verdikleri bir hadiste, şöyle denmekte:
"Namazınızı, Güneş'in tam doğduğu ve tam battığı zamana rastlatmayın. Çünkü, Güneş, şeytanın 'iki boynuzu arasında doğar.
Burada "boynuz" için "karn" (iki boynuz için 'karneyn') sözcüğü kullanılmıştır. Bu hadiste "güneş" de söz konusu edildiği için "karn" sözcüğündeki "Güneş" anlamı daha da güçlenmiş olmakta.

İskender romanında, yani doğuda "Zu'l-Karneyn" olarak da görülen Büyük İskender için oluşturulmuş öyküde-efsanede, İskender'in "aşçısı olarak" yer alan "Andreas", yukarıda da belirtildiği gibi; "İdris" (Peygamber) ile özdeş görülmekte. "İdris"se, sonunda "ölümsüzlüğe ulaşmış" bir "Güneş kahramanı" niteliğindedir. İlgili Kuran ayetini anımsamakta yarar var: Meryem Suresi'nin 57. ayetinde, İdris için şöyle denmekte:
"Biz, onu, yüksek bir yere (göğe) yükselttik."
İslami kaynaklarda, İdris'le ilgili, konumuzu ilgilendiren ilginç efsane anlatımlarına rastlanır:

Bir gün, İdris, "Güneş meleği"nin yararına dilekte bulunur. Bu meleğe, görevinde kolaylık göstermesini diler Tanrı'dan. Tanrı da, dileği yerine getirir. Efsane bunlar anlatılarak sürer. Sonunda İdris'in özel çağrılı olarak "gök"lere götürüldüğü, birçok yer ve "cennet" gösterildikten sonra orada, yani "cennet"te bırakıldığı anlatılır.Bu arada onun "makam"ının "dördüncü kat gök"te olduğu da anlatılmakta. Bu açıkça şunu gösteriyor: İdris, efsanede, bir "Güneş kahramanı" rolündedir.Şu da ilginç: İdris, Sabiîlik dininin kutsal kitaplarında da "Peygamber" olarak yer alıyor. İbn Nedim'in El Fihrist'inde bu, açıkça belirtilmekte.

İdris, İskender'in aşçısı Andreas'la özdeşse, o bir "Güneş kahramanı" olur da, İskender'de bu nitelik bulunmaz mı? İskender romanının ve Kur’an’daki konuya ilişkin ayetlerin gerisinde Sabiîlikten gelme inançları görmek, kaçınılamayacak bir sonuçtur bence.

Ve bence, "iki boynuz" simgesi alan İskender'in "boynuzlarından biri, "Güneş"i, öbürü de "Ay’’ı simgeliyordu.

Gelelim, "Zul-Karneyn'in anlatıldığı Kur'an ayetlerinde geçen "Ye'cüc"- "Me'cüc"e ve "Zul-Karneyn"in yaptırdığı bildirilen "sedd"e:

"Bozguncu" oldukları ayetlerde anlatılan "Ye'cüc"-"Me'cüc"le, Türklerin (Tatarların) anlatılmak istendiğini yazıp savunmada, Kur'an yorumcuları, Arap-İslam yazarları birleşmiş gibiler.Tantavi (El Cevahiru Fi Tefsiri'l-Kur'an'i'l-Kerim) tefsirinde bir de "harita" yer alıyor: "Ye'cüc-Me'cüc Ülkesi": Türklerin (Tatarların) yaşayıp egemen oldukları yerler, yöreler.

Bu yazar ve yorumcular, yorumlarında haksız da sayılmazlar. İki yönden: Bu yorum, Tevrat'ın açıklamalarına uygun düşüyor. İkincisi; Türkler, özellikle de Tatarlar, toplumlar içinde "vurucu-kırıcı", Kuran'ın deyimiyle "bozguncu" olarak tanınmışlardır. Doğal olarak Araplarca da böyle bilinmişlerdir. O denli ki, Arap yorumcular, örneğin Tantavi, İslam’ı kabul etmiş olan Türkleri bile "Ye'cüc"-"Me'cüc" saymakta.Bu kadarla kalsa iyi. "Kıyamet alametleri" arasında göstermekte. Muhammed'in hadislerine ve Enbiyâ Suresi'nin 96. ayetine dayanarak.Bu ayetin anlamı şudur:
"Ye'cüc ve Me'cüc (için sedd) açıldığı zaman (Kıyamete yakın zamanlarda) bunlar, her dere ve tepeden akarlar."
Konuya ilişkin ileri sürülen hadislerin çoğu, belli ki, uydurma. Sağlam olarak bilinen "hadis" kitaplarında da yer almamakta. Ancak; "Ye'cüc"-"Me'cüc'le ilgili ve bunları "Kıyamet alameti" olarak gösteren "hadislerden, bu tür kitaplarda yer alanlar da var. Örneğin, Buharı ve Müslim'in de kitaplarında yer verdikleri bir hadisin anlamı şöyle:
"Peygamber, Cahş kızı Zeyneb'in yanına, büyük bir paniğe kapılmış olarak gelmiş ve şöyle konuşmuştu:
- Lâilâhe illallah! Arap'm başına gelecek olan kötülük yaklaştığı için vay haline! Ye'cüc ve Me'cüc şeddinden şunun gibi bir yer açıldı.
'- Şunun gibi bir yer...' derken, başparmağıyla onu izleyen parmağını çevirip gösteriyordu...

Yine sağlam kabul edilen hadisçilerin kitaplarında yer alan kimi hadislere göre, Muhammed, "tarif ettiği" bir toplumla, ya da kimi toplumla "çarpışılmadıkça kıyametin kopmayacağını" anlatır.

Buharî'nin de yer verdiği bir hadise göre şöyle demekte:
"Sonra bir beladır (kıyamet alameti) ki, hiçbir Arap evi kalmamacasına o bela gelip girer. Sizinle Esferoğulları arasında bir anlaşma vardır o sırada. Ama onlar bu anlaşmayı bozmuşlardır..."

Burada sözü edilen "Esferoğulları" ("Benu'l-Esfer") ile kimlerin anlatılmak istendiği belli değil. Belirtilen sadece, bunların renkleridir: "Sarı." Ya da, "ak"la "kara" arası.

Buharî ve Müslim'in birlikte yer verdikleri bir başka hadiste daha çok açıklık var:
"Burunları basık, gözleri küçük, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış halkalar (ya da kalkan) gibi, ayakkabılarıysa keçeden-deriden olan bir toplumla siz çarpışmadıkça kıyamet kopmaz.
Buharî'deki hadiste, bu toplumun "Huz" ve "Kirman"da yaşadıkları da açıklanmakta.

Müslim'in de yer verdiği biçimindeyse, söz konusu toplumun "adı" da açıklanmakta: Hadis aynen şöyle:
"Yüzleri deri üstüne deri kaplanmış halkalar (ya da kalkan) gibi olan, kıldan ' giysileri bulunan, kıldan-deriden ayakkabı (çarık) giyen Türklerle Müslümanlar savaşmadıkça kıyamet kopmaz.
Arap "Peygamber" Muhammed böyle dedikten sonra, "Kıyamet alametleri"nden gösterilen "Ye'cüc" ve "Me'cüc"le, "Türkler"in anlatılmak istendiği yolundaki yorum haklı olmaz mı?

Bu yorum, 'Tevrat'taki açıklamalara da uygundur" dedim. Çünkü:

Tevrat'ta, Nuh'un üç oğlundan biri olarak yazılan Yafet'in oğulları: "Gomer Mecüc..." diye başlanarak sayılır. (Tekvin, 10:1-2; I. Tarihler, 1:4-5) Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'ın da belirttiği gibi Sakalar, İÖ 665'te, Asur yazıtlarında adı, Gogu, ya da Gog diye yazılan hükümdarın yönetiminde Kuzey Azerbaycan'a geçmekteydiler. Togan diyor ki, "...Gogeren bölgesi, adı geçen hükümdarın Asurca yazılan adı olan Gog'un, Gogar demek olduğunu gösterir. Ki, bu da, Türkçe bir sözcükse, Gök ve Göker demek olabilir."Şunları da yazmakta:
"Gogu ya da Gogar'm, Yahudilerde (Tevrat'ta) Gog adını aldığı ileri sürülmektedir. Bu Gog ve Magog'a ilişkin anlatılanlar, Tevrat'çıların belirlemesine göre İÖ 629-580 yaşayan İremie (Yeremya) ile İÖ 595-575'te yaşadığı İncil'cilerce kabul edilen Ezekhil (Hezekiel) öyküleri içine sokulmuştur.
Togan, konunun uzman araştırıcısı olan başka yazarlar gibi, Tevrat'ta geçen "Gog" ve "Magog"un, Kur'an'da "Ye'cüc" ve "Me'cüc" diye geçen toplumun kendisi olduğunu yazar.

"Gog" ve "Magog" sözcükleri, Tevrat'ın eski Arap harfleriyle yazılı nüshalarında "Cüc" ve "Mecüc" diye yazılıdır.

Bu ‘’Gog" ve "Magog", yani "Ye'cüc" "Me'cüc", Tevrat'ta uzun uzun anlatılmakta. (Hezekiel, 38:1-23; 39:1 ve ötekiler.)

İncil'de de anlatıldığı görülmekte. Hem de Kur'an'da olduğu gibi ve Muhammed'in "hadis"lerinde anlatılanlara tam uyar nitelikte "Kıyamet olayları" arasında... Şimdi, Yuhanna'mn Vahyi'nin 20. babında anlatılanları birlikte okuyalım ve Muhammed'in Ye'cüc ve Me'cüc'le ilgili "bilgi"leri nerelerden aşırdığını birlikte görelim:
"Birinci Kıyamet budur. Birinci Kıyamet'te payı olan, mutlu ve mukaddestir. Onların üzerine ikinci ölümün egemenliği yoktur. Allah'ın ve Mesih'in din aracıları (kâhinleri) olacaklar. Onunla birlikte bin yıl saltanat sürecekler. " Ve bin yıl tamam olunca, Şeytan, zindanından çözülecektir. Ve yerin dört bir köşesinde olan toplulukları, yani Ye'cüc ve Me'cüc'ü saptırmak ve onları savaş için bir araya toplamak üzere çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir..." (Ayet 5-8.)
Muhammed'in ya da öğretmenlerinin, tüm öteki İncillerden olduğu gibi, Yuhanna'nın Vahyi'nden de çok şey aldığına ve aşırdıkları arasında "Kıyametin alametleri"nin de bulunduğuna tanık olmaktayız.

"Ye'cüc" ve "Me'cüc"ün "deniz kumu gibi" sayılamayacak ölçüde "yeryüzü"ne dağılmalarının "kıyamet alametleri"nden sayılışım alıp, Tevrat'taki Daniel'in "âhır zaman" olaylarına ilişkin anlattıklarıyla karşılaştırırsak, "Zu'l-Karneyn’le "Ye'cüc" ve "Me'cüc"ün Kur'an'da neden bir arada anlatıldığı da aydınlanır. Çünkü yukarıda da değinildiği gibi, Daniel (Danyal), "iki boynuzlu koç"tan ve "tek boynuzlu teke"den söz ederken ve bunları "Cebrail"in "ülkelerin kralları" olarak yorumladığını açıklarken, "ahir zaman olayı" diye gösterir anlattıklarını.

Demek ki, masalın kökü, Tevrat'a değin uzanmakta. Oradan da, başka toplumların masallarına. Ve bana göre, Güneş, Ay ve "yıldız" kültlerinin ağırlığı olan inançlara, hatta daha da gerilerde ilkel inanç kesimlerine değin varıp dayandığı söylenebilir. Ancak masalın son oluşmasında, yukarıda genişçe anlatmaya çalıştığım gibi, "iki boynuzlu" niteliğiyle doğuda da bilinip önemsenen Büyük İskender'in ve Yunan etkisinin büyük payı vardır.

"Ye'cüc-Me'cüc"ün önüne geçmek için "Zu'l-Karneyn"in yaptırdığı Kur'an'da anlatılan "Sedd" nerede olabilir?

Bu soru, Kur'an ve hadis yorumcuları, Arap-İslam yazarları tarafından çok sorulup üzerinde durulmuştur. Ama ben bunun üzerinde durmayacağım. Çünkü, bir "masal"da sözü edilen "sedd", gerçek dünyada bulunamaz. Çok araştırıldığı halde, bulunamamıştır da. Din savunurları ve şarlatanlarının birtakım zorlama yorumları olsa bile... Söz konusu masal gibi, sözü edilen "Sedd" de, Muhammed ya da öğretmenleri tarafından, eski masallardan alınıp aşırılmıştır. Bu, bir gerçek. Ötesi laf.

Kur'an'da bu masalın, daha doğrusu masallar karmasının anlatılmasındaki amaç nedir? Arap milliyetçisi şeriatçı profesörlerden (Mısır) Tantavi, önce; "amaç, yalnızca öğüttür!" diyor.

Tantavi'ye göre, Kur'an'daki "Zu'l-Karneyn", Büyük İskender olamaz. Çünkü, İskender'in tarihteki yaşamı bellidir. Bu "Zu'l-Karneyn", Himyer hükümdarları arasında var olduğu söylenen "Zu'l-Karneyn"e daha çok benzemekte. Kur'an'daki olsa olsa Arap olabilir. Ancak, bu Zu'l-Karneyn'in, "Himyeri Zu'l-Karneyn" olduğu da söylenemez. Çünkü, Yemenli ve Himyeri hükümdarlarının tarihleri, yaşamları da bilinmekte.

Tantavi bu görüşünü belirtirken şöyle de demekte:
"Kur'an'daki Zu'l-Karneyn, ne Makedonyalı (Büyük) İskender olabilir. Ne de Himyerilerden geçmişte yaşamış herhangi bir adam olduğu söylenebilir. Çünkü Kur'an, bize Yunan tarihini, ya da Himyeri tarihini öğretmek için gelmiş değildir. Kur'an, dünya tarihinden ve bütün bilimlerden daha üstündür..."
Bu, "tüm bilimler"i "Kur'an"a "feda etmiş" görünen "Profesör"ün, daha sonra, "Kur'an’ın Bu Bilgileri Bize Vermesindeki Hikmet" başlığı altında şöyle dediği görülür:
"Kur'an inmeden önce, özellikle Arap toplumu, genel olarak da Müslümanlar, tarihlerini ve ülkelerin yerlerini belirlemeyi unutmuşlardı. Ve Ye'cüc-Me'cüc toplumundan Arap toplumunun başına neler geldiğini de bilmiyorlardı.
Yani Kur'an’ın söz konusu masalı içeren ayetleri, "Müslümanlar"a, özellikle de Arapların tarihlerini, ülkelerin sınırlarını ve Arapların, Ye'cüc-Me'cüc toplumundan, yani Türklerden neler çektiğini anlatmak için gelmiş. Oysa daha önce de aynı molla profesör, Kur'an'ın amacının, falanca ya da filanca toplumun "tarihini bildirmek olmadığını" savunmakta.Buna şaşmamak gerekir. "Çelişkiler", din savunurlarının hiçbir zaman kaçınamayacakları olgulardır. "Din", demek, bir anlamda "çelişki" demektir. Geçelim...

Kur'an'da bu masala yer verilmesindeki amaç, bence de "öğüt"tür. "Hikmetli öğüt." Bu arada, yani "pazarlanan hikmet"lerle birlikte Kur'an'ı "derin bilgi kaynağı" olarak göstermek. "Gizli-gizemli bilgiler" kaynağı. Zavallı "inanır sürüleri" nereden bilecekler ki, Kur'an da, yolunu izlediği öteki "kutsal kitaplar" gibi, hep derleme, hep aşırılmış inanış ve masallardan oluşmakta? Nereden bilecekler, ya da sürüdekilerin hepsi bilebilir mi? Daha doğrusu, dünyanın gözü doymaz egemenleri, bunların gerçeği bilmelerine "imkân" verir mi?

Yunan düşünce dünyasından Kur'an'a ve "hadis"lere, bu nedenle de "İslam"a yansıyan, Büyük İskender için uydurulmuş "öykü" ve "masal"lar değildir yalnızca. Kuşkusuz başka masallardan şu ya da bu biçimde alıntılar da vardır. "Eski Yunan hikmetleri"nden (felsefesinden) bile... Daha önce de değinilmişti. Ancak, alınanların tümü "özel" biçimde "imanlılaştırılmıştır". Yani: Yunan düşünce dünyasından da alınmıştır. Ama "ırzına geçilerek"... Alınmamış olması zaten düşünülemez. Yunanlıların Doğuda ve "Doğulularla yan yana" uzun bir yaşamları olmuştur. Kaldı ki, "evrensel" bir "Helenizm" var. Helenizm kültürü, Yunanlıların (ortak) malı olmakla birlikte "evrensel" özelliğiyle yayılırken, Ord. Prof. Dr. Arif Müfid Mansel'in anlatımıyla: "Yunan dünyasının sınırlarım aşarak, içinde bir tek Yunanlı bile bulunmayan ülkelere de girme yollarını bulmuş, bu ülkelerin kültürlerinden az çok etkilenmekle birlikte, bu kültürlerin başka bir renk almasında büyük rol oynamıştır."

Kaynak:Turan Dursun