Büyücü ve Çapkın İki Melek: Harut ve Marut ve Kökeni

Ünlü "hadisçi" ve mezhep kurucusu Ahmed İbn Hanbel (ö. Hicri 241/Miladi 855), Kuran ayetlerini "hadis"lerle yorumlamadan yanadır. Dahası, başka yorum kabul etmez.Bakara Suresi'nin 102. ayetinde anlatılanlarla ilgili olarak da bir hadis aktarır. Bu hadise El Milsned adlı ünlü hadis kitabında yer verir. Hadis şöyle:
"Abdullah İbn Ömer'in Peygamber'den işittiğini söyleyerek anlattığına göre Peygamber şöyle der:
"Tanrı Âdem'i yeryüzüne indirince melekler şöyle konuştular: 'Ey Tanrı! Oraya, bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir varlık mı yaratıp koyuyorsun? Oysa biz seni överek arılıyoruz, seni kutsallaştırıp yüceltiyoruz. (Başka bir varlığa ne gerek var?)'. Tanrı karşılık verdi: 'Kuşkunuz olmasın ki, ben, sizin bilmediğinizi bilirim!' (2/30.) Melekler karşılık verdi: 'Ey Tanrımız! Biz Ademoğullarından çok daha boyun eğenleriz sana!' Tanrı karşılık verdi: 'Öyleyse haydi meleklerden ikisini seçin getirin de yeryüzüne indirelim. Ve bakalım nasıl davranıyorlar?' Melekler karşılık verdi: 'Tanrımız! İşte sana Harut ve Marut! (Bu iki meleği seçtik.)' Bunun üzerine Harut ve Marut, hemen yeryüzüne indirildiler. Ve bir kadın çıkarıldı iki meleğin karşısına: Zühre. İnsanların en güzeli biçiminde. Meleklerin yanına vardı. Melekler, kendisini sunmasını istediler kadından. Kadınsa, 'Hayır, vallahi olmaz!' diyerek karşılık verdi. Ve şöyle konuştu: 'Siz şöyle şöyle sözlerle Tanrı'ya ortak (şirk) koşmadıkça istediğinize yanaşmam!' Onlarsa şöyle dediler: 'Vallahi biz kimseyi Tanrı'ya ortak koşmayız! Hiç mi hiç olamaz bu!' Bunun üzerine kadın ayrıldı onlardan. Sonra taşımakta olduğu bir çocukla döndü. İki melek, kadından yine aynı istekte bulundular. Kadın yine, 'Vallahi olmaz!' dedi. Ve ekledi: 'Siz bu çocuğu öldürmedikçe istediğinize evet diyemem!' Onlar da, 'Hayır, vallahi öldürmeyiz çocuğu. Hiçbir zaman olmaz!' dediler. Kadın yine ayrılıp gitti. Bu kez taşıdığı bir kadeh şarapla döndü. Melekler, yine kadından kendisini sunup cinsel isteklerini doyurmasını istediler. Kadın bu kez de: 'Hayır, siz şu şarabı içmedikçe o dediğiniz olmaz vallahi!' biçiminde konuştu. İki melek, hemen şarabı içtiler, kendilerinden geçip sarhoş oldular. Sonra kadınla cinsel ilişkide bulundular. Bu arada çocuğu da öldürdüler. Sarhoşluktan kurtulup kendilerine gelince kadın konuştu: 'Hepsini yaptınız vallahi. Bana, yapmayacağınızı söylediğiniz şeylerden hiçbirini bırakmamacasına yaptınız. Sarhoşken işlediniz bunları!' İki melek, bu olay yüzünden 'dünya azabı'yla 'Ahiret azabı' arasında bir seçim yapmak zorunda bırakıldılar. Onlar da (ahiretinki daha zordur deyip) 'dünya azabı'm seçtiler."
Bu "hadis", hemen tüm ünlü "Kur'an tefsirleri"nde de yer alır.Ama öykünün tümü bu hadiste yok. Yine hadis ve "tefsir" kitaplarında yer alan hadislerle tamamlandığı görülür.


Öyküde daha neler var:


Büyücü melekleri büyüleyecek ölçüde güzel kadın Zühre'nin, bu iki meleği baştan çıkardıktan ve istediklerini de onlara bir güzel yaptırdıktan sonra "gök"lere yükselişi, "yıldız" oluverişi. Suçlu-günahlı iki melek olan Harut ve Marut'un Babil'de cezalarını çekişleri, bir çukura doğru başaşağı asılışları, öyleyken gelenlere büyü öğretişleri...


Bir kitapta öyküyle ilgili anlatılanlar derlendikten sonra şunlar yazılı:
"...Harut ve Marut meselesi, görüldüğü gibi kitaplarımızda bir hayli yer tutmuştur. Belki yüzde doksan oranında; tefsirle, siyerle, peygamberler tarihi ve megazi ile uğraşan ve akaid sahasında eser veren müellifler, rivayetleri (hadisleri), hiçbir tenkide tabi tutmadan almışlardır.
Ancak "îslam"ın "akıl" ve "bilim"e ters düşmeyeceğini savunan yutturmacacılar, nice benzerleri gibi, bu öykü karşısında da, "Hayır, yok öyle bir şey!" deme yoluna sapmadalar. Büyük tepki de göstermekteler. Bu tür öyküye inananların "kâfir billah" olduklarını ileri sürenler bile var."Bu öykü, 'İsrailiyyat'tandır" derler."Yahudi uydurmasıdır!" demek isterler. Ama bilmezlikten geldikleri bir şey var: Kur'an'daki "kıssa"ların çok büyük bir bölümü de öyle değil mi? Örneğin "Yusuf kıssası". Örneğin Musa'nın "mucize"lerine ilişkin öyküler. Örneğin, "Davud, Süleyman" ve öteki "Yahudi kralları"na ilişkin "kıssa"lar, masallar... Bunlar da birer "Yahudi uydurması" ('İsrailiyyat'tan) değil midir?


Sonra "hadis"leri yok sayalım. Peki "ayet"e ne diyeceğiz? Saçmalık olarak "ayette anlatılanlar" yetmez mi? Buna nasıl kılıf bulunacak?


"Kılıf'çılar, ayetteki sözlerden kimine tümüyle yanlış anlam vererek saçmalığı örtmeye çalışmışlardır.Bizim Diyanet'in mollaları da aynı çabaya katılmış görünüyorlar.Tabii zavallıca. Çünkü ne denli çabalasalar da, saçmalık sırıtıyor.


Harut-Marut ile Zühre öyküsüne tepki gösterenlere şu nokta da anımsatılsa iyi olacak:


Öykünün önemli bir bölümünü, Ahmed İbn Hanbel gibi bir hadisçi, kitabına, "sağlam" diye koymuş. Hadisin "rivayet yolu" için, İbn Kesir: "Ceyyidü'l-isnad (iyi yol izlenerek ulaşmıştır)" diyor. Öyküyü uzunca biçimiyle, Müstedrek adlı kitabına yazan hadisçi El Hâkim, hadis için "Sahihu'l-isnad", yani "sağlam yol izlenerek aktarılmış bir hadis" diye görüş belirtiyor.Başka hadisçiler de, söz konusu öyküyü içeren hadislere yer veriyorlar kitaplarında. Tüm bunlar yok sayılırsa, "İslam hükümleri" yönünden, işin içinden çıkılmaz. Çünkü, "İslam hükümleri"nin çok azı, doğrudan Kur'an'a dayanır. Çoğunun kaynağı "hadis"lerdir. Bu tür hadisçilerin aktarıp yazdıkları hadisler. Şimdi siz ey, saçmalığın kılıf hazırlayıcıları! İslam’ın kutsal kitabının da, nice benzerleri gibi içerdiği saçmalığı saklamak için bu hadisçilerin aktarmalarına "uydurma" derken; aynı şeyi, genel olarak "İslam hükümleri" için de söylemeye var mısınız?


Öykünün, "Yahudi uydurması" olduğu bir gerçek. Ama aynı uydurmanın bir bölümü de, akıl ve bilimle bağdaşmaz saçmalıklar içererek Kur'an ayetinde yer almıştır.


Masal, eski bir masal. Muhammed'den yüzyıllarca önce Yahudi kaynaklarında okunmaktaydı? Tevrat'ta, Tevrat "şerhlerinde"... Tevrat'ın birinci kitabı olan Tekvin'in 6. babında, birincisinden beşincisine değin olan ayetlerinde öyküye değinildiği görülebilir. A. Geiger de, aynı öykü ve benzerlerini eski bir "Yahudi Midraşı’nda" bulmuştur. İncil'de, Petrus'un İkinci Mektubunun ikincî bap"4". ayetinde; "Çünkü eğer Allah, günah işlediklerinde melekleri esirgemeyip fakat hüküm için saklı tutulmak üzere onları cehenneme atıp (burada Harut ve Marut'un Babil'de asılı bulundukları ileri sürülen çukur anlatılıyor olsa gerek) karanlık zincirlere teslim etti ise..." biçiminde bir anlatım var. Bu anlatımla da öyküye değinildiği söylenebilir. Kısacası, çok eski çağlardan sürüp gelen ve biçimden biçime girdiği anlaşılan öykü, Kur'an'a da sokulmuş sonunda. Daha geniş biçimiyle de "hadis"lere... Nice "kıssa"lar gibi... Kur'an'a ve "hadis"lere hangi kanalla yansıdığı tartışılabilir. Ama "büyücü" iki melek olarak tanıtılan, günah işledikleri için de "ceza çekmekte" oldukları anlatılan Harut ve Marut ile Zühre öyküsünün eski çağların kalıntısı bir masal olduğuna kuşku yok. Masal bu. Elbette ki, saçmalık olacak. "Ayet" ve "hadisler yer vermiş olsa bile.


Öykünün konumuzu ilgilendiren yanı, "Harut ve Marut'un büyücülüğü"!


"Büyü"nün yeşerip, gelişmesini sağlayan ortamda, ilkçağların ilkel inanç ve masallarının payı büyüktür. Aynı boş inanç ve masallardan,"mucize"ler ve "mucize ortamı" da bolca gereç sağlamıştır.


İlkel inançlar birbirini, masal masalı etkilemiş. Geçim-yaşam etkenlerinin katılmasıyla da bir "yarış alanı" doğmuş bundan: "Büyü" ve "mucize" gösterileri için çok elverişli, bir alan. Kur'an'a da geçen "Harut-Marut" masalı, bunun bir küçük yansımasıdır işte.


Sevgili Kur'an'ımızda yoğunca yer alan ilkel inançlara "kılıf" hazırlayıcılardan Ebubekir Ahmed E'r-Râzî El Cessas (ö. Hicri 370/Miladi 980) da bunu dolaylıca anlatır. Arada hemen bir uyarı sunalım: Bu "Ebubekir E'r-Râzî" ile, hemen hemen aynı çağda yaşamış olan bir başka "Ebubekir E'r-Râzî" sakın karıştırılmamalı. Çünkü ikincisi (ö. 923 ya da 932) oldukça akıllı; hangisi olursa olsun "dinlerde pek yarar görmeyen" bir düşünür, bilim dünyasında sözü edilen bir doktor, bir bilim adamıydı.Bu aradan sonra dönelim konuya:

Saçmalığı örtmeye çabalayanlardan Ebubekir Ahmed E'r-Râzî El Cessas, "Harut ve Marut" büyücülüğünün geçtiği ayet üzerinde dururken, "büyü" ve "mucize" yarışmasına dolaylıca değinir. "Tanrı'nın 'büyüyü' de, 'büyücüyü' de açıkça kınadığı halde; meleklere, halka öğretsinler diye 'büyü bilgisi' indirmiş (vahyetmiş) olamayacağı" düşüncesinden yola çıkanların, "Harut ve Marut'un geçtiği ayeti "te'vil" yoluna saptıklarını, oysa buna gerek olmadığını açıklar; "meleklere büyü bilgisinin pekâlâ vahyedilmiş olabileceğini" ve "meleklerin de pekâlâ halka büyü öğretmiş olabileceklerini" savunur.Buna neden gerek duyulduğunu anlatırken de; "büyünün çok önemli bir konu olduğunu", büyü konusunda söyleneceklerin halka iletilmesi için "meleklerin görevlendirilmesinin ve bu göreve iki meleğin özellikle ayrılmasının çok doğru bir yöntem olduğunu, çünkü meleklere halkın daha çok inanacaklarını" yazar.Bir de şunu vurgular: "Büyücüler, peygamberlerin mucizelerine benzer olağanüstü şeylere kendilerinin de güç yetirdiklerini ileri sürmüşler ve halk da buna inanmıştı. Bunun üzerine Tanrı iki meleği gönderdi ki, halka gerçeği anlatsınlar..."


Demek ki, bir yanda "peygamberler mucize gösterisinde" bulunurken, öbür yanda da "büyücüler gösterilerini sergiliyorlar"dı! Tanrı isterdi ki, halk tümüyle "peygamberler"den yana olsun. Oysa böyle olmuyordu, halkın bir bölümü de (belki de daha büyük bir bölümü) "büyücüler"e ve onların gösterilerine ilgi gösteriyordu. Şimdi ne yapsın Tanrı? Peygamberlerden yana olduğu için, bunlar, "büyücüler"e baskın çıksınlar diye, yardımcı ve seçme iki melek gönderdi! Yani "Harut ve Marut'u.Kur'arı savunucusu E'r-Râzî'ye göre işte olay bu.


Zavallı E'r-Râzî ve benzerlerine burada söylenecek çok şey var. Ama konuyu daha çok uzatmayıp geçelim. Yalnız şunu söylemek gerek ki, E'r-Râzî'nin dolaylı olarak anlattığı, "peygamber-büyücü yarışı" bir gerçek. Mucize gösterilerine ilişkin anlatılanlar da yansıtır bunu…


Kaynak:Turan Dursun ''Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III''

Benim Notum

Okuduğunuz gibi Turan Dursun araştırmacıların bu masalın Midraşlardan alındığını söylediklerini söylüyor.Bu Midraşlardan biri olan Midraş Yalkut'un 44. bölümünde hikaye aynen şöyle geçiyor;
Öğrencileri Rabbi Joseph'den Azail'i anlatmasını istediler,öğrencilerine şunları söyledi; 
Nuh Tufan'ından sonra dünyada putataparlık egemen oldu(çok yaygınlaşmıştı),Kutsal Olan(Tanrı) bu duruma çok öfkelendi.O sırada iki melek Şamhazai ve Azail Tanrı’ya şunları söyledi:

Ey evrenin efendisi,dünyayı yarattığında,sana o çok önemsediğin insanın ne mal olduğunu söylemedik mi?Ve şimdi insanlar hakkında endişeleniyoruz.

Tanrı şöyle cevap verdi:Çok iyi biliyorum ki,eğer dünyanın hükmünü size verseydim(sizi dünyaya egemen kılsaydım),kötü tutkulara kapılıp insanlara karşı zalim olacaktınız.

Melekler:Eğer insanların arasına karışmamız için  bize izin verirsen bilgelikle ismini yücelteceğimizi göreceksin.

Tanrı:Gidin ve insanlar arasında yaşayın,size izin veriyorum.

Çok geçmeden Şamhazai Ester isimli genç ve güzel bir kız gördü ve yatma teklifinde bulundu,kız ise şöyle dedi;

Sizin göklere çıkabilmenizi sağlayan o sihirli kelimeyi bana öğretmeden seninle yatamam.

Melek kelimeyi kıza öğretti,kız kelimeyi söyleyerek göğe yükseldi.

Kız kendini ahlaksızlıktan uzak tuttuğu için göklere,Yedi Yıldız’ın arasına yükseldi ve oradan Tanrı’ya övgüler sundu.


Melekler daha da ileri gidip güzel insan kızlarıyla ilişkiler kurdular ve çocukları oldu.  


Görüldüğü gibi hikayeler birebir aynı,İslam'daki kızın sihirli sözü öğrenip göğe çıktığı versiyonunu Turan Dursun vermemiş ama göklere yükselip yıldız olduğundan bahsetmiş.Bu Hikayenin bir de Sümer'de kökeni vardır.Muazzez İlmiye Çığ ''Kuran İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni'' isimli kitabında hikayenin Zühre'nin sihirli kelimeyi öğrenip ğöğe çıktığı versiyonunundan da biraz daha detaylı bahsederken,Zühre'nin Sümer Tanrıçalarından İnanna ile özdeş olduğundan da bahseder ve nice ilginç benzerlikleri gözönüne serer.Ben onları buraya almak yerine size kitabı okuyup kontrol edebileceğiniz şu linki vermeyi uygun görüyorum;