tag:blogger.com,1999:blog-55165277896177731802024-03-19T06:07:15.743-07:00DeizmTanrı'nın Adımlarını İzle Ama Asla Takip EtmeUnknownnoreply@blogger.comBlogger264125tag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-78441437137644862712015-09-29T08:21:00.000-07:002015-09-30T09:47:19.414-07:0019 Mucizesi(!)Aslında bu konuyu uğraşılmaya değer görmüyordum, zira bu mucize denilen şey bırakın İslam'ı desteklemeyi, aksine kesin olarak bitiren bir şey. Yani eğer bu iddia doğruysa Kur'an'ın insan yazımı olduğu matematiksel olarak da kanıtlanır. Zira kendinin korunacağını söyleyen Kur'an'dan 19'a uymadığı gerekçesiyle Tevbe Suresi'nin son iki ayetini çıkarıyorlar. Korunacağı söylenen "zikir"den kastın da "levh-i mahfuz" olduğunu iddia ediyorlar. Buna sonra değineceğim, bir not olarak burada bulunsun. <br />
<br />
Ve 19 iddiasında çarpıtmalar filan olduğunu biliyordum ama detaya girdiğim zaman tamamıyla bir sahtekarlıklar bütünü olduğunu gördüm. En azından; "bazı şeyler 19'a uyuyordur gerçekten" diye düşünürdüm ama detaya inince çarpıtmaların ardı arkasının kesilmediğini gördüm, kendi bütünlüğü içinde, hiçbir müdahale olmadan, 19'a uyan şeylerin sayısı yok denecek kadar az.<br />
<br />
Zaten aklı başında Müslümanlar bu iddiaya ateş püskürüyorlar da iddiayı doğru olduğunu sanıp destekleyen de az değil. İşte bu yüzden birkaç şey söylemek istedim. Hatta katı şeriatçı dediğimiz sitelerde bile bunun savunulduğunu gördüm, şeriatçısı, ılımlısı fark etmiyor bunların hepsi sahtekar.<br />
<br />
Makalem, "<span style="text-align: center;">Mucize İddiasındaki Temel Sorunlar</span>" ve "<span style="text-align: center;">19 İddiasının Kendi İçindeki Tutarsızlıkları-Çelişkileri</span>" başlıklı iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde "mucize" denilen şeyin ne olup ne olmaması gerektiği üzerinde durdum ve buna dair eleştirilerimdeki ana mesele şu; "mucize denilen şey herkesçe rahat bir şekilde görülüp-test edilebilmelidir-kıyaslanabilmelidir". Oysa bu iddiada biz bunu göremiyoruz. İkinci bölüm ise genel olarak oradan buradan derlediğim kesitlerden oluşuyor, tabi kendi eleştirilerim ve tespitlerim de var. Şimdi okumaya başlayabiliriz.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>Mucize İddiasındaki Temel Sorunlar</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
Şimdi aktaracağım sorunlar zaten bu iddiayı mantıksal olarak çürütüyor, bitiriyor. Bundan sonra başka şey demeye gerek de yok ama ben başka şeyler de söyleyeceğim. Öncelikle eğer ortada herhangi bir mucize varsa, bu mucizenin herkesçe, en cahil insanlarca dahi, hiçbir çaba sarf etmeden görülebilmesi gereklidir değil mi? Kontrol edebilmesi, ona göre mucize olup olmadığına karar verebilmesi gereklidir? Bu mucizeyi(!) ise belli bir bilgi seviyesine sahip olmayanlar-olamayanlar göremiyorlar. Şimdi bu iddiayı test edebilmek için neler gerekiyor bunu başlıklar halinde görelim:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>1. Okuma-Yazma Bilmeyenler</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
Bu iddiayı test edebilmek için bir kere iyi derecede Arapça bilmek gerekiyor. Bırakın Arapça bilmeyi, kendi dillerinde dahi okuma-yazma bilmeyen milyonlarca insan var. Ve bunların çoğunluğu İslam ülkelerinde, dünyada 1 milyar Müslüman varsa, bunların yarısından çoğu okuma-yazma bilmiyor. Örneğin sözde laik olan ülkemizde bile 2 milyonu aşkın okuma-yazma bilmeyen insan var:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<a href="http://www.bugun.com.tr/egitim/turkiye-istatik-kurumu-okur-yazar-raporunu-acikladi-599851.html">http://www.bugun.com.tr/egitim/turkiye-istatik-kurumu-okur-yazar-raporunu-acikladi-599851.html</a></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Tabi bunların çoğu okuma-yazma öğrenmek istiyordur ama ellerinde olmayan sebeplerden öğrenemiyorlar. Örneğin yine İslam ülkelerinden örnek verecek olursak, kadınların okumalarına, okula gitmelerine tepkiler büyük oralarda, kadınların okumaları istenmiyor, ahlaksızlık olarak niteleniyor. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Yahut ekonomik nedenlerden dolayı eğitim göremeyenler de çok, bunlar da maddi sıkıntılardan vb. dolayı okuma-yazma öğrenemiyorlar. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bu nedenler uzar gider, istatistikler de ortada, görünen de ortada. Şimdi bu insanlar nasıl test edecek bu iddiayı? </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>2. Arapça Bilmeyenler </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
Ben başlarda Arapça harfleri bilmenin yeterli olduğunu sanırdım ama birkaç video izledikten sonra yetmediğini anladım. Arapça'nın edatlarını, fiillerini, sayıma dahil olan kelimelerin türevlerini, tekilini-çoğulunu, artikellerini, kelimelerin aldıkları ekleri, isimleri, sıfatları, zamirleri, hemzeleri, şeddeleri, noktaları, harekeleri vb. daha pek çok şeyi bilmek gerekiyor, yani Arapça gramerine tam anlamıyla hakim olunmalı bu iddiayı kontrol edebilmek için. Çünkü birazdan paylaşacağım videolarda da göreceğiniz gibi, kelimeleri vb. sayarken araya pek çok etmen giriyor, bunları iyi bilmek, ayırdını iyi yapmak gerekiyor. Bu konuda bir-iki örnek verelim hemen.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
En basitinden "besmele"nin harf sayısı konusunda bile Arapça'yı su gibi bilenler arasında ihtilaf var. Kimine göre 19 haf, kimine göre 18, kimine göre 21, kimine göre 24...</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div>
Misal besmelede iki harf şeddeli, şedde bir harfin iki kere okunması anlamına gelir, şeddeli harf okunuşta iki kere okunur. Buna göre besmele görünüşte 19 harf ise iki şedde ile birlikte 21 harf ediyor. Tabi 19cular "sözde" görünüşe bakıyorlar, yani şeddeleri saymıyorlar ama 19a uysa sayacaklardı. Bunun örneği çok, vereceğim videolarda göreceksiniz. Yani bir sayı belirleniyor kafadan, sonra da bu sayıya uyacak şekilde, tamamen seçime bağlı, yani bir sistemden uzak olarak, uyan alınıp uymayan atılıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi bu şekilde her yazılı metinden düzinelerce mucizeler çıkarılır.<br />
<br />
Üstelik bizzat Kur'an'a göre benim Kur'an'a itiraz hakkım vardır, bizzat Kur'an'a göre ben Arapça öğrenmek zorunda değilim. Kur'an'da şöyle bir ayet var:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).” <b>(Fussilet Suresi, 44) </b></blockquote>
</div>
<div style="text-align: left;">
Bu ayet Kur'an'ın "sadece" Araplara indiğini(!), sadece Arapları muhatap aldığını tek başına kanıtlıyor, başka pek çok ayet var bununla ilgili ama konumuz değil.<br />
<br />
Bu ayet Kur'an'da bulunan az sayıdaki mantıklı ayetlerden biridir. Doğrudur, hitap ettiğin kitlenin dili ne ise anlaşabilmek için o dilde konuşmak, yazışmak zorundasın. Ve Kur'an da Araplar itiraz etmesinler diye Arapça yazılmış. Peki Arapça bilmeyenlerin de itiraz hakkı bulunuyor o halde? Bulunmuyor diyen varsa, Araplar Yahudilerin kendileri için söyledikleri gibi, üstün bir ırk mı yoksa? Tanrı Arapların itirazını dikkate alıp buna göre hareket etsin ama biz itiraz hakkımız olmaksızın bunu kabul etmek zorunda bırakılalım? Böyle bir şey ne Müslümanların iddialarıyla bağdaşır, ne de akıl ve mantıkla bağdaşır. Araplar üstün görülüyorsa zaten, o dinin Tanrı ile bir ilişkisi olamaz.<br />
<br />
Mesela Kur'an'la ilgili, sırf Arapça bilmeyenleri kandırmak üzere sayısız şarlatanlık yapılmıştır bugüne kadar, en başta meallerde şarlatanlıklar almış başını yürümüş. Ama dilimiz Arapça olmadığı için bunları fark edemiyoruz. O halde sırf bu ayet zaten İslam'ın Tanrı ile bir ilişkisi olmadığını kanıtlıyor. Diyelim ki benim her imkanım var ama Arapça öğrenmek istemiyorum, canım istemiyor veya başka bir dil öğrenmek istiyorum, onlar üzerinde çalışıyorum. Şimdi ahirette(!) Allah hesap sorarken dese ki; "biz 19 mucizesi gönderdik buna rağmen nasıl inanmadın", o zaman ben de derim ki; "sen Araplara dil konusunda başka bir dilde olduğu taktirde itiraz etme hakkı gibi bir takım haklar sunmuşken, neden bana itiraz hakkı vermedin? Anlamadan inanmamı bekledin?".<br />
<br />
Kısacası Arap'ın itiraz hakkı bile varsa ben bu dili öğrenmek zorunda değilim, canım istemiyor. O halde nasıl göreceğim bu mucizeyi(!)? İmkanın var Arapça öğren derseniz, ben de; "bana ne kardeşim Allah Kur'an'ı Türkçe indirseydi, neden uğraşayım" derim. Gerçi bu hak sadece Araplara verilmiş görünüyor ama o zaman da Araplar'ın Kur'an'a göre üstün ırk olduğunu filan kabul etmeniz gerekir. Yani Arap'ın itiraz hakkı varsa ben de bu hakkı kendimde görüyorum, çünkü kimse kimseden üstün değildir, Kur'an'ın ırkçılığı beni bağlamaz, tıpkı ırkçı Tevrat'ın bağlamadığı gibi.<br />
<br />
Ayrıca Kur'an'ı Araplar da tam olarak anlayabilmiş değiller, zira en başta Tevrat'ın ve Tevrat tefsirlerinin, geleneksel Yahudi masallarının en azından Kur'an'la ilgili bölümlerini bilmek gerekir. Arapça olmayan pek çok kelime vardır, anlamları bilinmeyen "garip" kelimeler vardır, şu makalelerini okumanızı öneririm:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.de/2010/11/kurandaki-yabanc-kelimeler_29.html">Kur'an'daki Yabancı Kelimeler</a> </div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.de/2010/11/kurandaki-yabanc-kelimeler_24.html">Kur'an'daki Yabancı Kelimeler-2</a> </div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.de/2012/04/kurann-kaynagislam-oncesi-siirler.html">Kur'an'ın Kaynağı:İslam Öncesi Şiirler</a></div>
<br />
Ayrıca şu videoyu izlemenizi de öneririm, Kur'an'ı anlayabilmek için iyi derecede Süryanice de bilmek gerekiyor:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/Um9p1YHVLZA" width="560"></iframe><br />
<br /></div>
<div>
Arapça'ya girmişken Kur'an Arapçası'nın temel sorunlarına da değineyim dedim, durum böyleyken Kur'an daha metinsel olarak tam anlaşılamamışken, Kur'an'a mucizeler yüklemek çok gülünç.<br /><b><br />
</b> <b>3. Matematik Bilmeyenler </b></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bunun hakkında pek bir şey söylemeye gerek yok, zaten iddia "sözde" matematiksel, bu iddiayı görebilmek için iyi derecede Arapça'nın yanında en azından temel düzeyde de matematik bilmelisiniz, dört işlemi rahatlıkla yapabilmelisiniz.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>4. Parası Olmayanlar</b></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Evet yanlış duymadınız, bu mucizeyi(!) görebilmek için paranızın olması şart. Bir kere bu mucizeyi ya kitaptan görürsün, ya da internetten. Bunlar için ise para gerekiyor. Peki ekmek alacak paraları dahi olmayan milyonlarca insan var, klasik Afrika örneğini vermiyorum bile, bu insanlar bu sözde mucizeyi nasıl keşfedebilir, çevreden filan duyup öğrendi diyelim, bazı kaynaklara ulaşıp da bu mucizeyi test edebilecek yetkinliğe nasıl ulaşabilirler?</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bu mucizeyi Reşat Halife bilgisayarında keşfetmiş, sayımları bilgisayarında yapabilmiş. Dediğim gibi bu insanların ekmek alacakları paraları dahi yokken, bir de bu mucizeyi test edebilmek için bilgisayar edinmeleri gerek. Bilgisayar da öyle ucuz bir şey değil, bilirsiniz ki. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>5. Zamanı Olmayanlar </b> </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Gerçi bu da ihtilaflıdır ama Kur'an'da 6348 ayet vardır, hadi iki ayeti atalım(19'cular iki ayeti saymıyorlar) 6346 kalsın. Bunlardaki kelimeleri saysak çok büyük sayılar çıkar karşımıza, toplamda 70 bini aşkın kelime var sanırım Kur'an'da. Bu kelimelerin tek tek kombinasyonları vb.leri incelenmeli ki bunlar 19 iddiasına uyuyor mu kontrol edilebilsin. Bu da gerçekten çok zaman gerektiren, emek gerektiren bir işlem.<br />
<br />
Gerçi 19'cular Kur'an'ın bütününe uygulayamıyorlar bu sayıyı, sadece belli başlı kelimeleri sayıyorlar, çok az şey var yani 19'a uyuyor dedikleri. Zaten bu bile tek başına bunun bir mucize olmadığını gösteriyor bizlere. Fakat bu belli başlı unsurlardan bazılarının Kur'an'da geçiş sayıları yüzleri hatta binleri dahi bulabiliyor, bu bakımdan zor. Araya ekleri, yalınları, fiilleri, isimleri, tekilleri, çoğulları vb. kontrol etmek gerekliliği de girince iddianın kontrolü çok zaman alıyor. <br />
<br />
Sayıma dahil olan kelimeler vb. bilgisayarlarla sayılıyor ama o zaman bile ciddi emek ister, zaman ister. Zira bilgisayar sadece sayıları verir bunların kombinasyonlarını, diğer ayetlerle, kelimelerle vb. uyumluluklarını yine siz kontrol edeceksiniz. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Misal bir yerde sadece kelime alınıyor, anlama bakılmıyor. Başka bir yerde ise anlama da bakılıp alınmayabiliyor, araya o kadar çok etmen giriyor ki, insanın kafası allak bullak oluyor. Dedik ya gerçek dışı, tamamen keyfi seçimlere dayalı bir iddia diye, işte örneklerinden biri. Bunlara ileride değineceğim ama kontrol işinin yine size düştüğünü bilin. Yani bütün etmenleri kontrol etmeniz gerekecek. Misal gidip 2 bin küsür Allah kelimesini kontrol etmeniz lazım, şarlatanlıklar yapılmış mı diye. Verdikleri şeyleri bütünüyle kontrol edersek bayaa zaman alır bu. Zaten Aşağıda göreceğiz ki, pek çok şarlatanlık yapılmış Allah kelimesi sayımında da. Kısacası verdikleri örneklerin tek tek hangisi ne ek almış, ne biçime dönüşmüş vb. bakmanız lazım yani.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Yukarıda da dediğim gibi parası olmayanlar var, yoğun iş koşuşturmacası içinde olanlar var, farklı farklı nedenlerden dolayı zamanı olmayanlar var. Misal adam geçim derdine düşmüş, yiyecek ekmeği yok, bunlarla neden uğraşsın? Zamanını harcasın? Veya gidip tatilini, gezisini vb. yapar, böylesine zaman ve emek isteyen bir iddianın kontrolünü yapmak için neden uğraşsın? Ne güzel, her gün bin tane uydurma mucize türetin ve bizleri bunları kontrol etmek, araştırmak zorunda bırakın. Biz sizin her iddianızı kontrol edemeyiz ki. Kontrol ettiğimiz iddiaların da birer şarlatanlıktan ibaret olduğunu gördük ve zamanımız oldukça da bu şarlatanlıkları görmeye, göstermeye devam ediyoruz. Bizim sizler gibi milyon dolarlarımız, ekiplerimiz vb. yok, millete gerçekleri göstermek için tek başımıza çalışıyoruz.<br />
<br />
Ortada bir mucize var ise, bunu herkesin rahatça görebilmesi gerekir. Yani ya Allah'ınız şarlatanlıklara mahal bırakmayacak, herkesin hiçbir çabaya girmeden rahatça görebildiği mucizeler yollasın ya da bu milleti rahat bırakın. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Kısacası bu 19cular diyor ki; Allah sadece belli imkanları ve bilgi birikimleri olanların görebilecekleri bir mucize indirmiş! Böyle bir iddia akla, mantığa, dine, her şeye aykırı.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b> 6. Farklı Kitaplarda Matematiksel Mucizeler(!)</b></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Yukarıda bu 19 iddiasına temel olan sayımların tamamen keyfi yapıldığından bahsettim. Bir sayı belirleniyor ve o sayıya ulaşmak için tamamen kafaya göre kelimeler sayılıyor, ayetler çıkarılıyor, elifler, vavlar vb. ekleniyor, çıkarılıyor ve bir çok çarpıtmalara gidiliyor. Bu şekilde her kitaptan mucize çıkarılabileceğini sürekli vurguluyorum. Peki başka kitaplarda yok mu bu sayısal mucizeler? Bu 19 iddiası doğruysa bile mucize olup olmadığını anlamak için farklı metinlerde de denenip Kur'an'la kıyaslanması lazım değil midir? Bilimsellik bunu gerektirmez mi, akıl-mantık bunu gerektirmez mi? </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bir kere Kur'an'ın günümüzde kullanılan en az 4 farklı nüshası olduğu biliniyor. Bunlara ve aralarındaki bazı farklılıklara şurada değinmiştim:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.de/2011/01/mushaflar-aras-farkllklar.html">http://dinsizdeist.blogspot.de/2011/01/mushaflar-aras-farkllklar.html</a></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Acaba sayımlar bu 4 nüshada da yapılmış aynı sonuçlar çıkmış mıdır? Hiç sanmıyorum. Eğer çıkmamışsa bunlar Allah'tan inmedi mi? 1400 yıldır o nüshalara göre amel işleyenler cehenneme mi gidecekler? Şahsen ben bunları da test etmeden ikna olmam bu 19 iddiasına. Ki bunlar Türkiye'de yok, Türkçeleri de yok. Bunlara ulaşıp, anlamak da ayrı bir ciddi çaba gerektiriyor ve Arapça'nın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.<br />
<br />
Bir de müzelerde bulunan çok daha eski Kur'an nüshaları var, mesela bunlardan Taşkent Kur'an'ı, San'a Kur'an'ı filan meşhurdur. En son bir Kur'an daha bulundu, en eski Kur'an, şu linkten habere ulaşabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150722_en_eski_kuran_1">http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150722_en_eski_kuran_1</a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Aynı soruları bu nüshalar için de soruyorum, çünkü bunlarla şimdiki Kur'an arasında pek çok değişiklik var. Söz konusu sayımlar bunlar için de yapılıp aynı sonuçlar alınmış mıdır?</div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
İkinci olarak Reşat Halife'ye kadar pek çok din inanırı kendi kitaplarında böyle sayısal mucizeler olduğu iddialarında bulundular. Ki gerçekten onlarda da varsa sayısal mucizeler(!), bu, 19 iddiasının yalan olduğunu, her kitaptan sayısal uyumluluklar çıkarılabileceğini vs. kanıtlar. Dolayısıyla bunların da kontrol edilmesi gerekir, diğer kitapların sayısal uyumluluklarıyla kıyaslanması gerekir ki 19 iddiasını ciddiye alabilelim. Şimdi 19 var diye Kur'an'a inanırız, başkası da başka kitaptan farklı bir sayısal mucize(!) çıkarır, apışıp kalırız! En azından Tevrat, İncil ve benim çok ilgimi çeken Avesta ve Vedalar kontrol edilmelidir. Eğer onlarda da sayısal uyumluluklar varsa, 19 iddiası zaten çöptür ama bu sefer çöpün çöpü olmuş olur. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Ee o zaman Tevrat için İbranice, İncil için Grekçe, Avesta için Zentçe, Vedalar için ise Sanskritçe öğrenmemiz gerek. Yani bu nasıl bir mucizeyse, belki de normal bir insan ömrünün yetmeyeceği derece çaba sarf etmemiz gerekiyor test edebilmemiz için. Böyle bir saçmalığa mucize diye inananlar var işte!</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bu saydığım dini kitaplardan en çok Tevrat'ta böyle mucizeler olduğu öne sürülmüş, ve pek çok destekçi bulunmuştur. Zaten Yahudilerde ünlü Kabbala diye bir kavram vardır. Temel olarak sayılarla Tevrat ayetleri arasında ilişkiler vb. kurulur, bunlarla gelecek tahmin edilmeye çalışılır. İbranice'de her harf bir sayıya tekabül eder, bunun Arapçası ebceddir. Zaten Kur'an'da sayısal mucizeler arayan zevat da bu fikirleri buralardan edinmişler ve Kur'an'a uygulayıp taraftar toplamaya çalışmışlardır. Tevrat'ta da 7 ve 50 mucizelerinin olduğu söylenir:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.hristiyan.net/kutsalkitabindegismezligi/tahrif24.htm">http://www.hristiyan.net/kutsalkitabindegismezligi/tahrif24.htm </a></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
Hatta Michael Drosnin isimli bir şahsın; "Tevrat'ın Şifresi" adlı bir kitabı vardır. Bu kitabında Tevrat'tan sayısal mucizeler vermekle kalmamış, kehanetler bulmuştur.<br />
<br />
Demem o ki, farklı kitaplar için de ciddi iddialar var, hepsi kontrol edilip, 19la kıyaslanmalı ki 19un ne olduğu ortaya çıksın, Kur'an'a özgü bir şey mi? Yoksa her kitaptan sayısal mucizeler çıkarılabilir mi? Bu çok önemli. Bunları kontrol etmeden inananın, aklından şüphe ederim. Sen bir mucizeden bahsediyorsun kardeşim, bunu Tanrıya bağlıyorsun, bu çok büyük bir iddia, var olan bütün ihtimaller, en ince ayrıntılarına kadar test edilip, Kur'an'ın bu testlerden galip çıkıp çıkmayacağı kontrol edilmeli. Ki bu da yazının başından beri anlattığım gibi aralarından benim de bulunduğum çoğunluk için imkansız. Yani elimizde test edilemez bir mucize iddiası var, adam ortaya bir iddia atıp öylece inanmamızı bekliyor. Ama bu dediğim gibi akla-mantığa aykırıdır. <br />
<br />
Örneğin birkaç örnek daha verelim başka kitaplardan, mucizeleri seviyorsanız, Moby Dick kehanetleri de hoşunuza gidecek demektir, linkten okuyun:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.hayatinanlaminedir.com/moby-dick-kitabindaki-sifre/">http://www.hayatinanlaminedir.com/moby-dick-kitabindaki-sifre/</a></div>
<div>
<br />
Peki Atatürk'ün 19 mucizelerini ne yapacağız, yoksa Reşad Halife gibi Atatürk de mi peygamberdi? Şuradan bakınız:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://ataturk19mucizesi.blogspot.nl/2011/11/untitled-document-mustafa-kemal-ataturk.html">Atatürk ve 19 Mucizesi</a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Peki benim 19 mucizemi ne yapacağız? Yıllar önce ateistforumda bu 19culardan biri besmelenin benzeri yazılamaz diye dolanıyordu ortada, ben de "kralını yazarım" demiştim ve yazmıştım, üstelik beni bile şaşırtan, hesaplarımın dışında bir 19 mucizesi daha çıkmıştı ortaya, şimdi buraya alıntılıyorum:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<div style="text-align: center;">
<b>Utu'nun Kutsi Işığıyla</b> </div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Utu Sümer'in Güneş Tanrısı'dır,inanışa göre ışığıyla adalet dağıtır,adaletin simgesidir.Denediğim diğer Tanrılar(Hubal,Ea(Enki),İnanna,Enlil) di ki uymadı,bunlardan birisinde ise ''16'' mucizesi vardı. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Cümleciğin toplam değeri; </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
700+600+700+80+700+80+50+700+600+400+30+20+500+20+9+20+1000+60+1 = <b>6270</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu sayının 19'a bölümü ise 330 değerini veriyor,yani 19'a tam olarak kalansız bölünüyor. </blockquote>
</div>
<div>
Bu cümlecikte benim fark etmediğim ve forumdan bir arkadaşın beni haberdar ettiği mucize ise şu:<br />
<blockquote class="tr_bq">
7006007008070080507006004003020500209201000601/19<br />
=<br />
368737210951056868789789684369500011010578979 </blockquote>
Yani yukarıdaki verdiğim sayılar arasındaki "artı"ları sildiğinizde çıkan sayının 19a bölümü de tam sayıyı veriyor! Ee? Ben de mi peygamberim yoksa? Gördüğünüz gibi sayılarda tesadüfen uyumluluklar olabiliyor. Forumdaki tartışmamızı şu linkten okuyabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.ateistforum.org/index.php/topic/49198-bu-bathlyk-altynda-dark-prince-arkadathymyzyn-besmeleyle-olan-synavyna-tanyk-olacadhyz/">19 Mucizem</a></div>
<br />
Bu arkadaşın yüzüne tokat gibi çarpmıştı benim bu mucizem ama o benim peygamberliğimi(!) reddetti, olmamış dedi, hiçbir gerekçesi de yok, sadece yalanlara sarılmak daha kolay geliyordu anlaşılan.<br />
<br />
Öncelikle benimkilerde uydurma sıra numaraları filan yok, 19'cular sözde uyduruk şeyleri kabul etmezler ama besmele rakamları için sıra numaraları diye bir şey uydurmuşlar, Tanrı ile filan hiç alakası yok, ona göre işlem yapıyorlar, o uydurma rakamlar olmasa verdikleri besmelenin en fazla harf sayısı ve besmeledeki üç kelimenin ebcetlerinin toplamı 19'a uyuyor. Hem insan yapımı şeyleri de sayımlarına dahil ederler hem de 19 için insanların yapmayacağı bir mucize diyerek ortada dolanırlar. İyi de kardeşim sen insan değil misin? İnsan müdahalesi var işte. Tanrı o senin uydurduğun sıra numaraları olmadan mucizesini tamamlayamıyor mu? Senin yaptığını, düşündüğünü Tanrı düşünüp yapamıyor mu? Zaten insan müdahalesi olduğu yerde bunu tartışmanın bir önemi de kalmıyor, Allah'ın yapamadığı mucizeyi onlar yapıyorlar.<br />
<br />
Uydurdukları sıra numaralarıyla birlikte bir uyumun olması da 19 sayısının sürekli kendini tekrarlamasından dolayı, sayı büyüdükçe sanki önemli bir şey varmış gibi gösteriyorlar ama 19 zaten kendini tekrar eder, sayının büyüklüğü önemli değildir yani. <br />
<br />
Üstelik besmelenin ayet olması çelişkisini saymıyorum bile, Allah hiç besmele çeker mi? Mesela Fatiha Suresi baştan sona bir duadır ve besmele ile başlar, insan yazımı olduğu buradan dahi anlaşılmıyor mu?<br />
<br />
19 harfli her cümlede 19 ile ilgili böyle şeyler mutlaka bulunur, yani çok büyük olasılıklar vardır. Her kitapta da 19 harfli yüzlerce cümle vardır, bir cümlenin 19 harf olma ihtimalini hesaplamaya gerek yoktur sanırım. Bizler de günde yüzlerce kez 19 harfli cümleler kurarız, bilmeden istemeden, eğer bu cümlelerdeki harflere sayı atayıp böyle işlemlere tabi tutsaydık, pek çok sayısal harmoniye şahit olacaktık, benimki bir örnek. Yani olasılık olarak çok yüksek bir şeydir bu. Besmelenin de herhangi bir mucizeliği yoktur, normal, insan yazımı bir cümleciktir.<br />
<br />
Bir de Arapça'nın özelliğinden dolayı istenilen sayılara daha kolay ulaşılabiliyor. Besmelenin benzeri bir örnek verelim mesela, arkadaş uydurma sıra sayılarını da katarak şöyle bir mucize yaratmış:<br />
<div>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-size: x-large;">بسم الله الخَبِيث الوَحْشِيّ</span> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="color: red;"><span style="font-size: x-small;"><i><b>Çevirisi: Kötü ve zalim olan Allah'ın adıyla.</b></i></span> </span></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Toplam ebced değerleri : 1666<br />
<br />
<b>1.</b> 19 harf:<br />
<blockquote class="tr_bq">
19 = 19 x 1</blockquote>
<b>2.</b> Ebced değerleri basamak sayılarının tek tek toplamı:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1666 = 1 + 6 + 6 + 6 = 19</blockquote>
<b>3.</b> Tek cümle, sayısal değeri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1666 = 19 x 614</blockquote>
<b>4.</b> Sıra numarası, ayrı ayrı kelimelerdeki harf sayısı:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 3 2 4 3 6 4 6 = 19 x 19 x 36686</blockquote>
<b>5.</b> Sıra numarası, harfin kelimedeki sırası, tek tek her harfin ebced değeri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1 2 2 60 3 40 2 1 1 2 30 3 30 4 5 3 1 1 2 30 3 600 4 2 5 10 6 500 4 1 1 2 30 3 6 4 8 5 300 6 10 = 19 x 59084389584858068659 53279136864479289495 327913939631900</blockquote>
<b>6.</b> Sıra numarası, harflerin kümülatif değeri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 3 2 7 3 13 4 19 = 19 x 69858601</blockquote>
<b>7.</b> Birleşmiş harf numaraları:<br />
<blockquote class="tr_bq">
150426287722 = 19 x 7917173038</blockquote>
<b>8. </b>Harf numarası, sıra numarası:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1231 45672 89101112133 1415161718194 = 19 x 64813512047900590174 42903248326</blockquote>
<b>9. </b>Kelime numaraları, harf numaraları, toplam ebced değerleri::<br />
<blockquote class="tr_bq">
4191666 = 19 x 220614</blockquote>
<b>10.</b> 1 cümle, 19 harf, kelime uzunlukları:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1193466 = 19 x 19 x 19 x 174</blockquote>
<b>11.</b> Sıra numarası, kelime uzunluğu, kelime ebcedi:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 3 102 2 4 66 3 6 1143 4 6 355 = 19 x 689591928216544545</blockquote>
<b>12.</b> Sıra numarası, kelime uzunluğu, kelime ebced dizileri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 3 26040 2 4 130305 3 6 130600210500 4 6 1306830010 = 19 x 69791591647529137529 47479210769108857900</blockquote>
<b>13.</b> Sıra numarası, kelime uzunluğu, ayrı ayrı ebced değeri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 3 2 60 40 2 4 1 30 30 5 3 6 1 30 600 2 10 500 4 6 1 30 6 8 300 10 = 19 x 69791591647529137529 47479210769108857900</blockquote>
<b>14.</b> Sıra numarası, kelime ebced dizileri, harf numarası:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 26040 123 2 130305 4567 3 130600210500 8910111213 4 1306830010 141516171819 = 19 x 66336906954226602985 85821063710573211111 64954246473737586927 2201</blockquote>
<b>15. </b>Sıra numaraları, harflerin kümülatif numaraları, kelime ebcedi:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 3 102 2 7 66 3 13 1143 4 19 355 = 19 x 68959350691112811545</blockquote>
<b>16.</b> Sıra numarası, ilk ve son ebced değerleri, harflerin kelimedeki sırası:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 42 1 2 3 2 6 1 2 3 4 3 501 1 2 3 4 5 6 4 11 1 2 3 4 5 6 = 19 x 74801716439131638076 653217024</blockquote>
<b>17.</b> Sıra numarası, harflerin kelimedeki sırası, kelime ebced dizileri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1 2 3 26040 2 1 2 3 4 130305 3 1 2 3 4 5 6 130600210500 4 1 2 3 4 5 6 1306830010 = 19 x 59118968532811212133 22287164768432131600 649769108857900</blockquote>
<b>18.</b> Sıra numarası, harflerin kelimedeki sırası, ayrı ayrı ebced değeri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1 2 2 60 3 40 2 1 1 2 30 3 30 4 5 3 1 1 2 30 3 600 4 2 5 10 6 500 4 1 1 2 30 3 6 4 8 5 300 6 10 = 19 x 59084389584858068659 53279136864479289495 327913939631900</blockquote>
<b>19.</b> Cümle numarası(1 cümle), ebced, 19 karakter:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1666 19 = 19 x 61401</blockquote>
</blockquote>
</div>
</div>
<div>
Şimdi bu arkadaştan bir örnek daha verelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-size: x-large;">الخنزير العظيم الجميل</span> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="color: red; font-size: x-small;"><i><b>Çevirisi: Harika ve yakışıklı olan domuz.</b></i></span> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Başlangıç olarak bu cümlecikte 8 mucize bulundu </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>1. </b>19 harf:<br />
<blockquote class="tr_bq">
19 = 19 x 1</blockquote>
<b>2. </b>Tek tek her harflerin ebced değeri, harf numarası:<br />
<blockquote class="tr_bq">
11 302 6003 504 75 106 2007 18 309 7010 90011 1012 4013 114 3015 316 4017 1018 3019 = 19 x 59487370265658453687 99110368994742684863 22691737648231668957 001</blockquote>
<b>3.</b> <b>T</b>ek tek her harflerin ebced değeri, harf numarası, sıra numarası:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1 30 2 600 3 50 4 7 5 10 6 200 7 1 1 8 30 9 70 10 900 11 10 12 40 13 2 1 14 30 15 3 16 40 17 10 18 30 19 3 = 19 x 59487370265658453687 95700510583684794802 11221654218587579847 464747</blockquote>
<b>4.</b> Sıra numarası, kelime uzunluğu, harflerin kümülatif değerleri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 7 7 2 6 13 3 6 19 = 19 x 932954401</blockquote>
<b>5.</b> Sıra numarası, kelime ebced dizileri, kümülatif ebced:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 13060050710200 898 2 130709001040 1949 3 1303401030 2063 = 19 x 59505289847474156954 24784216001025954228 42647477</blockquote>
<b>6.</b> Sıra numarası, harflerin kümülatif numaraları, harfin kelimedeki sırası:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 7 1 2 3 4 5 6 7 2 13 1 2 3 4 5 6 3 19 1 2 3 4 5 6 = 19 x 90123456427959713852 17024</blockquote>
<b>7.</b> Sıra numarası, ilk ve son ebced değerleri, kümülatif ebced:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 201 898 2 41 1949 3 31 2063 = 19 x 6325780216815437477</blockquote>
<b>8.</b> Sıra numarası, tek tek her harfin ebced değeri, kümülatif ebced:<br />
<blockquote class="tr_bq">
1 1 30 600 50 7 10 200 8982 1 30 70 900 10 40 19493 1 30 3 40 10 30 2063 = 19 x 59505289847474156954 24784216001025954228 42647477</blockquote>
</blockquote>
Gördüğünüz gibi besmelenin benzeri yazılabildiği ve bunda matematiksel mucizelere ulaşılabildiği gibi, hiç alakasız bir Arapça cümlecikte de matematiksel mucizeler oluşturulabiliyor. İkinci verdiğim örnekte kelimelerin diğer kombinasyonlarını ve hesaplarının yapılmadığını ve buna rağmen bir mucize oluştuğunu söylüyor ve daha fazla benzerlikler içeren besmeleyle ilişkili mucizeler bulabilirdik diyor. Diğer kombinasyonları vb. yapsa kim bilir neler çıkacaktı. Verilen diğer mucizeleri de buraya aldıklarımla birlikte şu linkte görebilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://wikiislam.net/wiki/The_Miracle_of_19">http://wikiislam.net/wiki/The_Miracle_of_19</a></div>
<br />
Gördüğünüz gibi 19'a uyan başka örnekler de yapmışlar, kesin peygamberdir bunlar da. <br />
<br />
Bunlara dair birkaç da görsel paylaşayım da sayı oyunlarında bir mucize olmadığı daha iyi anlaşılsın:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAGzg1zlYrYh7kQfHohaDNZc33Ix4jJPULoUSW3siAPDMdxmlBJdRqXR2pu6bau0Xdl1ZEX8L6zk68EmTSj1ppRv9zmK9qShsCwUa432TUaBPaMm1TbYnE72RS8kU-9yos4iUjvMf4NF70/s1600/300px-Pascalhockey.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAGzg1zlYrYh7kQfHohaDNZc33Ix4jJPULoUSW3siAPDMdxmlBJdRqXR2pu6bau0Xdl1ZEX8L6zk68EmTSj1ppRv9zmK9qShsCwUa432TUaBPaMm1TbYnE72RS8kU-9yos4iUjvMf4NF70/s1600/300px-Pascalhockey.jpg" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgg6HS_y9VSntYgG4S7T98g6SMxxHxSKaOa-PHLQoE2cf2NaT3N39_oNZ9XLyFL2TOh0eQgtnrCd9E_8D-AUJsqHnTbSxtYrfZYxlyGC8CHcU2e-rrvzOc60_2fohy50miHqxH74eico8-X/s1600/gizem_6.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="226" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgg6HS_y9VSntYgG4S7T98g6SMxxHxSKaOa-PHLQoE2cf2NaT3N39_oNZ9XLyFL2TOh0eQgtnrCd9E_8D-AUJsqHnTbSxtYrfZYxlyGC8CHcU2e-rrvzOc60_2fohy50miHqxH74eico8-X/s320/gizem_6.gif" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUe-S5Q3tAJsvABJ-D2d3MwtzIaewB2DZEvVSUORavwwSoUFc1lpAioVQB06y3Y4FQLMP2Z8yfTqMxX2Szb88tgkLkeMYSf5uZSaJbRfON6Q04Z_i0iQyNppsx_lQ9NUcOE1iW_6W2FjdU/s1600/gizem_7.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUe-S5Q3tAJsvABJ-D2d3MwtzIaewB2DZEvVSUORavwwSoUFc1lpAioVQB06y3Y4FQLMP2Z8yfTqMxX2Szb88tgkLkeMYSf5uZSaJbRfON6Q04Z_i0iQyNppsx_lQ9NUcOE1iW_6W2FjdU/s320/gizem_7.gif" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcZ1OQ3qvewuDDmxzWmCnlFPVWWjhsyuoNUyYMMEH9sqqSdrtreU8uECGVa4cdPKL_MicfJ4E6VKrF13sL1y1xM6A5OM5z3V7T8IwGkYJLuOp-Es1VFdXCDElTROKe0xlymIwdr21xqjTe/s1600/image003.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="234" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcZ1OQ3qvewuDDmxzWmCnlFPVWWjhsyuoNUyYMMEH9sqqSdrtreU8uECGVa4cdPKL_MicfJ4E6VKrF13sL1y1xM6A5OM5z3V7T8IwGkYJLuOp-Es1VFdXCDElTROKe0xlymIwdr21xqjTe/s320/image003.gif" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWUf3tR7GK71aLeQ0Et8od9K0yBn1hXsyb6zqe2ofhgqW4qMVk_zaXPxZme_wuzzOISuoGE-0K8LBcmo7fuUizLXvGBgKgGeUhUtKSjWrm-zf9g3CyCCLRqrZWLzG64Qx4ezeRmNC6LNsq/s1600/matematik1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="174" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWUf3tR7GK71aLeQ0Et8od9K0yBn1hXsyb6zqe2ofhgqW4qMVk_zaXPxZme_wuzzOISuoGE-0K8LBcmo7fuUizLXvGBgKgGeUhUtKSjWrm-zf9g3CyCCLRqrZWLzG64Qx4ezeRmNC6LNsq/s320/matematik1.jpg" width="320" /></a></div>
Ama mucizeciler illa bunlara mucize diyeceklerse, o zaman benim peygamberliğimi kabul etmeye davet ediyorum onları! Örneğin aşağıda vereceğim bir videoda Dr. Mehmet Özen bu çarpıtmalardan birini ortaya çıkarıyor, şu örneği veriyor:<br />
<br />
Edip Yüksel'in "Üzerinde 19 Var" adlı kitabında şöyle deniyor; "besmeleyi oluşturan kelimelerin, harflerin sayısı ve toplam ebced değeri yan yana yazılınca oluşan 6 rakamlı sayı şudur", Mehmet Özen bunu söyledikten sonra sayıyı tahtaya yazıyor:<br />
<br />
4 19 786<br />
<br />
4: Kelime sayısı.<br />
19: Harf sayısı:<br />
786: Bunların toplam ebced değeri.<br />
<br />
Sonra Mehmer Özen diyor ki; "şimdi bu sayıyı niye böyle yazdı?". Anlaşılması için tekrar tahtaya şu örneği yazıyor:<br />
<br />
a b c d<br />
1 2 3 4<br />
1 2 4 3<br />
1 3 2 4<br />
1 3 4 2<br />
...<br />
<br />
Bunları tahtaya yazıyor ve bunların 24 farklı kombinasyonunun olduğunu söylüyor. Ve bu sayılardan herhangi birisi 19'a bölünebilir diyor.<br />
<br />
Durum bu kadar basit işte, eğer Edip Yüksel'in yazdığı sayı 19'a bölünmeseydi bu sefer farklı bir kombinasyonda yazacak ve yine 19'a bölebilecekti. Mesela bu sefer önce harf sayısını yazardı, sonra kelime sayısı ve ebced değerini yazardı yani sonuca ulaşana kadar farklı kombinasyonlar denerdi.<br />
<br />
Edip Yüksel de Mehmet Özen'in haklı olduğunu ve bu örneği kitabından çıkardığını söylüyor fakat ne hikmetse Türkçesinden çıkarmamış. Aşağıda göreceksiniz, hatalı olduğunu kabul ettiği başka şeylerin de kitaptan çıkarıldığını fakat Türkçesinden henüz çıkarılmadığını söyleyebiliyor. Fakat Mehmet Özen daha böyle pek çok hatalı örneğin olduğunu da üstüne basa basa dile getiriyor.<br />
<br />
Gördüğünüz gibi bu denli saçma şeylerle uğraşıyorlar, tesadüfen belli bir sayıya ulaşmış, türlü çarpıtmalara uğratılmış seçmece kelimelerle, değerlerle Kur'an'ı kurtarabileceklerini sanmaları gülünç, resmen çaresizlikler içinde yüzüyorlar. Son bir örnek video verelim, Efe Aydal, "Tonton ve Arkadaşları" isimli çocuk kitabından bakın nasıl mucizeler çıkarıyor:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/YaNGvnULhmM" width="560"></iframe><br />
<br />
Kısacası her kitaptan böyle zorlamalarla, çarpıtmalarla sayısal uyumluluklar çıkarılır, ben sadece birkaç örnek verdim. </div>
<div style="text-align: left;">
<br />
<b>7. Kur'an'dan İki Ayetin Çıkarılması</b></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
İşte burada bu iddia zaten çöpe gidiyor. En başta da belirttiğim gibi 19u bozduğu gerekçesiyle Tevbe Suresi'nin son iki ayeti, sonradan eklenmiştir denilerek, sureden çıkarılıyor. Anlayacağınız keyfiyetin dibine vuruluyor. Peki 19'a uymuyor diye Kur'an'dan ayet çıkarana nasıl güvenebiliriz? Kur'an'a ya komple inanırsın ya da komple inanmazsın, bu böyledir. İstemediğini at, istediğini al, öyle şey mi olur? Bunu biz dinsizler yapsak ve tvlerde Kur'an'a iki ayet sonradan eklenmiştir diyerek boy göstersek, kellemiz giderdi. Adamlar sınırsız, sınırlayan bir şey yok ve buna "sistem" diyorlar. İddia tamamen seçimlere dayalı halbuki. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Yarın bir gün de başka ayetlerin uymadığını fark edip o ayetleri çıkarırlar veya bir başkası başka bir rakamla Kur'an ilişkisi kurmak ister ve uymayan ayetleri çıkarır yani burada sınırlayan bir şey yok. Veya şu kelime 19a uymuyor onun yerine ben bunun eş anlamlısı olan kelimeyi koyacağım Kur'an'a dersin, şurada şöyle denmek istemiş deyip başka bir şey ekler çıkarırsın, sonra da; biz 19 mucizesinin gösterdiği şekle göre Kur'an'ın bozulmamış şeklini meydana çıkardık der geçersin! Tabi komple bir sureyi de çıkarıp atabilirsin, engelleyen bir şey yok, uymuyorsa sonradan eklenmiştir!</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Şimdi efendim ben bu şekilde getirin istediğiniz kitaptan size mucize çıkarayım. Zaten uymayan kısımları atarsan geriye uyan kısımlar kalır ve herhangi bir metin herhangi bir sayıya uyar. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Peki sen Kur'an'dan iki ayet çıkarıyorsun da, Kur'an kendisi söylüyor korunacağını? O halde yine çok büyük bir çelişkiyle karşılaşıyoruz. Yukarıda bahsettim, bunu da şu şekilde çözdüklerini sanıyorlar; Kur'an'ın korunmasıyla ilgili ayetleri "levh-i mahfuz"un korunması olarak yorumluyorlar. Peki nedir bu levh-i mahfuz? Tek tek ayet vermeye gerek yok, şuradan okuyunuz:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Levh-i_Mahf%C3%BBz">https://tr.wikipedia.org/wiki/Levh-i_Mahf%C3%BBz</a></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Allah katında bulunan, her şeyin yazılı olduğu kitap gibi bir şey, levha. Kur'an da bundan bir parçaymış. Şimdi şu ayete bir bakalım:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. <b>(Hicr Suresi, 9)</b></blockquote>
<div style="text-align: left;">
İşte 19culara göre burada levh-i mahfuzdan bahsediyor, koruyucusuyuz denirken. Ben bu levh-i mahfuz mudur, Kur'an mıdır tartışmasına girmeyeceğim, bir mantıksızlığı göstereceğim sizlere ama bunun Kur'an olduğu belli, zira levh-i mahfuz Allah katında ama ayette "indirdik" deniyor. Demek ki Allah katından inen bir şeyin korunması söz konusu burada. O şeyin ise Kur'an olduğu ortada. Ama diyelim ki levh-i mahfuz.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
İyi de kardeşim, Allah Kur'an'ı korumayacaksa, koruduğu şey levh-i mahfuzsa, bunun insanlığa ne faydası var? Ben levh-i mahfuzu muhatap almıyorum ki, zaten okuyamıyorum da onu. Benim işim Allah'tan indiği söylenen Kur'an'la. Kur'an korunmuyorsa o halde kim bilir ne değişiklikler yapıldı? Bu sadece sayı değil ki bu kitapta hükümler, emirler vb.ler var. Belki de oruç tutan, namaz kılan biri veya herhangi bir hüküm hiç fark etmez, Kur'an'ı değiştirenlerin emrini uyguluyor, Allah'ın değil? Nerede kaldı Tanrısallık? 19'a uymayan diğer pek çok şeyin sonradan eklenmediğini veya değiştirilmediğini nereden biliyorsun, senin dilinle konuşursak? Yani Kur'an korunmayıp, benim hiç işimin olmayacağı levh-i mahfuz korunuyorsa, zaten sen bana istediğin mucizeyi getir, bu mantıksızlık, o mucizelerin yalan olduğunu, Kur'an'ın insan sözü olduğunu, o mucize dediğin şeylerin insanlar tarafından yapılabildiğini gösterir ancak. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Kısacası insanları levh-i mahfuz ilgilendirmez, ondan bir parça olduğu söylenen Kur'an ilgilendirir. Bu aklen de, mantıken de, dinen de böyledir. 19cuların iddiasına ise ancak düşünme yetilerini iyi kullanamayanlar inanır. Kur'an gerçekten onu kast ediyorsa da, pek büyük bir çelişkiye düşmüş olur. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div>
<b>8. Kur'an'daki Çelişkiler</b><br />
<br />
Diyelim ki bu 19 mucize iddiası gerçek. Hatta Kur'an'la kusursuz bir şekilde uyuyor olsun bu 19 sayısı. Peki bu neyi değiştirir, bizi Allah'a götürür mü? Hayır efendim, alakası yok. Kur'an bir çelişkiler yumağıdır, bu çelişkilerden bazılarını zaten bu blogda görüyorsunuz. Şimdi kusursuz bir şekilde bile uysaydı mesela, bu çelişkiler ne olacaktı? Bu çelişkiler yerlerinde duruyor, bunlara etkisi yok ki bu 19un? Yani elinizde 19 sayısıyla kusursuz olarak uyan fakat çelişkilerle dolu bir kitap olurdu. Şöyle bir şey var ki Allah çelişkiye düşmez, çelişki varsa demek ki bu kitap insan ürünü, dolayısıyla bu 19 olayının da insanlar tarafından yapılabileceği ortaya çıkardı. Yani sayılarla arası iyi bir insan, 19 sayısıyla uyumlu bir kitap yazmış olurdu fazlası değil!<br />
<br />
Bu çelişkilerden birkaç matematik hatasına değinelim mesela, ne hikmetse matematiksel mucizeleri var(!) bu kitabın ama aynı zamanda çok basit matematiksel çelişkileri de var. Hemen görelim:<br />
<br />
Bildiğiniz gibi Kur'an'ın pek çok ayetinde göklerle yerin 6 günde yaratıldığı yazılıdır ama iş bunu basit bir matematiksel işlemle sunmaya gelince, Kur'an akıl almaz bir hataya düşmüş, bu işlemi çok kısa verelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Fussilet=9:</b> Yeryüzü 2 günde yaratıldı.<br />
<b>Fussilet=10:</b> Yeryüzündeki rızıklar vb. 4 günde.<br />
<b>Fussilet=12:</b> 7 gök 2 günde(Yer de göğe dahil). </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>= </b>Toplamda 8 gün ediyor.Halbuki Kur'an'ın birçok ayetinde gökler ve yer 6 günde yaratıldı denilir. </blockquote>
Bu işlemi ilkokul çocukları bile rahatlıkla yapabilirler, ama Kur'an bu denli basit bir işlemi bile yanlış yapmış. Şuradan detaylı okuyabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2010/11/gokler-ve-yer-kac-gunde-yaratld.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2010/11/gokler-ve-yer-kac-gunde-yaratld.html</a> </div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
İkinci bir hatayı verelim şimdide özet olarak:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Ahkaf Suresi 15. ayete göre bebeğin anne karnında taşınmasıyla,sütten kesilmesi toplam 30 ay. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bakara Suresi 233. ayette ise bebeğin 2. emzirilmesi emrediliyor. Basit bir hesap yaparsak: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bir bebek(bir sorun olmazsa) 9 ay anne karnında kalır.<br />
2 yıl(24 ay) emzirilmesi emredildiğine göre:<br />
9+24=33 eder.</blockquote>
</div>
<div>
<div>
Gördüğünüz gibi yine çok basit bir matematiksel hata, aynı zamanda bilimsel de bir hata. Bu hesap bazı rivayetler öne sürülerek filan kurtarılmaya çalışılıyor ama onlar da sakat, ben bunun tartışmasına burada girmeyeceğim, açık bir matematik hatasıdır, tartışmalarımıza şuradan bakabilirsiniz:</div>
<div>
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=21031">http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=21031</a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Zaten 19cular hadisleri, rivayetleri kesin bir dille reddediyorlar, onlar şeytan işidir diyorlar ve onlara itimat edenlerin yanlış yolda olduklarını söylüyorlar. Yani rivayetlerle kurtarılabilseydi bile, bunlar rivayet olduğu için, 19cuları bağlamazdı. Şimdi de şu ünlü miras paylaşımı hatasına geçelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Toplam varlık: 60.000 TL<br />
anneye: 1/3=2/6 => 20.000 TL<br />
kocaya: 1/2=3/6 => 30.000 TL<br />
kız kardeşe: 1/2=3/6 => 30.000 TL </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bölüştürülmesi gereken para 80.000 TL! => Fakat elde sadece 60.000 TL var.<br />
(Kesirleri topladığımızda toplam 8/6 çıkıyor. Yani toplam kesir 1'den büyük.)</blockquote>
İlgili ayetleri ve tartışmaları şuradan okuyabilirsiniz:</div>
<div>
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=13939">http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=13939</a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu iddia sözde matematiğe dayandığı için ben matematiksel hatalardan örnek verdim, daha pek çok çelişki var, bu çelişkilerden bazılarını ben zaten işledim, bu blogda vardır, sizler daha farklı çelişkiler de bulabilirsiniz ufak bir google aramasıyla.<br />
<br />
Durum böyleyken, bu kadar basit matematik hataları içeren bir kitabın matematiksel olarak kodlanmış olduğunu ileri sürmek, saçmalamaktan başka bir şey değildir. Diğer çelişkileri de hesaba katarsak, Kur'an'ın zaten insan ürünü olduğu ortadadır, ister 19 olsun, ister 24 olsun, isterse 100 olsun hiç fark etmez, bu çelişkiler olduğu sürece sen bu sayıları Tanrıya bağlayamazsın.<br />
<br />
<b>9. Tanrıya Bağlayamazsın </b><br />
<br />
Evet bu başlığı da en son cümlemizden alalım. Diyelim ki bu 19 iddiası gerçek ve Kur'an'la noktasına, virgülüne kadar uyuyor, gösterdiğim çelişkiler de yok. Böyle olsaydı bile bunu yine Tanrıya bağlayamazdık ki. Zira metafiziğe girdiğiniz zaman, Tanrı'ya gelene kadar, pek çok varlık uydurulabilir. İnsan pek çok "hayali" varlığa inanabilir. Bunların arasında İslam aleminde "cin" denen, farklı inançlarda farklı isimler takılan hayali varlıklar vardır. Kimisi "ruh" der, kimisi "peri" der, kimisi buna da "Tanrı(çok tanrıcılık)" der, kimisi de "uzaylı" der ve bunlar bugün İslam inancı hatta diğer kitaplı dinlerin inançları dışında milyonlarca kişinin inandığı şeylerdir.<br />
<br />
Bunların inanırlarına göre bu türden varlıklar var ve dünyada, diğer gezegenlerde vb. dolaşıp duruyorlar. Ve yine bu inanırlara göre bu varlıklar insana göre çok üstünler, mesela çok daha hızlılar, çok daha bilgililer, kimisi ölümsüz, kimisi binlerce yıl yaşayabiliyor vs. Şimdi efendim sen herhangi bir kitapta bir olağanüstülük gösterirsen. Bahsettiğim inançta olanları yine ikna edemezsin ki, adam İslam'daki adıyla, "cinler" yazdırmış der geçerler, ya da ruhlar, ya da periler, ya da kitaptaki hükümler düşüncelerine tersse eğer sevmedikleri Tanrıların yazdırdığını söyleyip geçerler.<br />
<br />
Belki de Kur'an'ı İslam Öncesi dönemde inanılan Allah'ın üç kızından(Lat, Menat ve Uzza) biri yazdırmıştır? Ki bu Tanrıçalara bugün hala inanan paganlar vardır. Kur'an'ı bunların yazdırmadığına deliliniz nedir? Kur'an bu Tanrıları reddeder derseniz, belki Müslümanlar bu kitaba inananları öldürdüler, kitabı alıp kendilerine göre değiştirdiler ve ortaya tahrif edilmiş bir kitap çıktı? Neden korumadı derseniz de belki de Kur'an'ın dediği gibi Kur'an da Tevrat ve İncil'in durumuna düşmüştür, yıllar sonra bahsettiğim Tanrıçalar farklı bir peygamber seçip yeni kitap gönderirler? Böyle olmadığına hiçbir delil yok. <br />
<br />
Bugün "ufo" dinleri ortaya çıkmıştır mesela. Yine bir sayısal mucize iddiasına göre Kur'an'da Sirius yıldızlarının konumları veriliyor, o halde bir başkası da çıkar der ki; "Kur'an'ı Sirius'dan gelen varlıklar yazdırmış ve geldikleri yerlerin konumlarını Kur'an'a koymuşlar". Gitti Kur'an'ın Tanrısallığı! Aşağıda vereceğim videolarda bu örneği Prof. Dr. Haluk Oral veriyor. Ufo dinleri için şu linki tıklayabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Ufo_dinleri">https://tr.wikipedia.org/wiki/Ufo_dinleri</a></div>
<br />
Bir örnek daha verecek olursak, Will Hart "Galaktik Gen" isimli kitabında milattan önceki gelişmiş toplumları örnek göstererek, eski toplumlara uzaylıların müdahale ettiğini, o toplumlara tarımı, yazıyı, matematiği vb. öğrettiklerini savunuyor. Hatta yanlış hatırlamıyorsam insan DNA'sını vb. de bu varlıkların dünya dışında oluşturup dünyaya gönderdiklerinden bahsediyordu, yani insanı uzaylıların yaratıp geliştirdiğini söylüyordu. Piramitleri vb. milattan önceki muhteşem yapıları örnek veriyor mesela, bu yapıların özellikleri, matematiği yanında Kur'an'daki nedir ki?<br />
<br />
Ben de mesela böyle bir olağanüstülük görsem en fazla Paganizme geçer bunlara bağlarım işi. Ya da deizme geçerim; "Tanrı insanlarla uğraşmıyor ama böyle varlıkları yarattığını ve de bu kitabı o türden varlıkların yazdırdıklarını düşünüyorum" derim. Böyle olmadığı kanıtlanamaz da! Zira eğer Tanrı varsa insan ile Tanrı arasında da milyonlarca ihtimal oluşur. Eğer Tanrı var ise ve bizi bir kitaba inandırmak istiyorsa bütün ihtimalleri devre dışı bırakacak bir şeyler göstermelidir.<br />
<br />
Çünkü Tanrı'dan geldi demekle basit bir söz söylemiş olmuyorsunuz, bu çok büyük bir iddiadır, ve o yüzden başka hiçbir ihtimalin bulunmaması gerekir. Öyle bir şey olması gerekir ki, Tanrı ile insanlar arasındaki bütün ihtimaller yıkılsın, şüpheye yer bırakmayacak şekilde, "tamamdır bu kitap Tanrı'dan inmiş" diyebilelim. Öyle bir şey olmadığı için de bu mucize(!) bir kez daha çürüyor. Buna şurada değinmiştim:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/02/allahn-inanmayanlar-yakmas.html">http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/02/allahn-inanmayanlar-yakmas.html</a> </div>
<br />
Bu arada kısa bir belirtme yapayım, ben metafizik varlıklara filan inanmıyorum, ateistim yani. Bazı yerlerde bu yazıma ilişkin bunlara inandığıma dair çıkarımlar yapılmış, doğru değildir. Ben inananların gözüyle yazıyorum. Ayrıca sayısız gezegen varken sadece bu gezegende yaşam olması bana imkansız geliyor, yani illaki vardır dünya dışı gezegenlerde de yaşam ama ben bu varlıkların insanlarla iletişime geçtiğini de düşünmüyorum, zira dünyaya geldiklerine dair elimizde tek bir somut kanıt yok. Lakin dediğim gibi insanlarla iletişime geçtiklerine inanan milyonlarca insan var.<br />
<br />
Ayrıca şu linke de bakmanızı öneririm konuyla ilgili olarak:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/03/islam-oncesi-donemde-vahiysairlik-ve.html">http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/03/islam-oncesi-donemde-vahiysairlik-ve.html</a></div>
<br />
Şimdi devam edebiliriz.<br />
<br />
<b>10. Peki İnsanlar Yapamaz mı?</b><br />
<b><br />
</b> Ve yine diyelim ki Kur'an'da böyle sayısal bir sistem var, peki insanlar böyle bir sistem yapamazlar mı? Gayet de basit yaparlar, zira ne kadar sistem deseler de bu 19 olayı bir sistem değildir. Sistem denince akla; bütün unsurları birbiriyle uyumlu, düzenli yapılar aklımıza gelir, saat gibi mesela. Bu unsurlardan biri bozulursa veya sistemden çıkarılırsa yapının bir bölümü veya tamamı çalışmaz hale gelir, bozulur.<br />
<br />
19 iddiasına baktığımızda ise biz bunu göremiyoruz. Bu nasıl bir sistemse, sayımlarda sürekli kelimeler eğilip bükülüyor, çıkarılıyor, eklemeler yapılıyor yani iddianın her tarafı ayrı oynuyor ve buna sistem deniyor. Kesinlikle herhangi bir uyumluluk yok, zorlamalarla bazı unsurlar 19'a uydurulmaya çalışılıyor.<br />
<br />
Ancak şu şekilde sistemler olsaydı Kur'an'da, bir şeye benzetilebilirdi:<br />
<br />
Kur'an'daki bütün kelimeler ve dolayısıyla bu kelimelerin oluşturdukları bütün cümleler 19 sayısı ve bu sayının katları olabilirdi. Ama 19 iddiasında böyle değil, aldıkları belli kelimelerin 19a uyduklarını söylüyorlar yani sadece 19a uyan kelimeleri seçiyorlar ki onlar da 19a uymuyor, birazdan göreceksiniz, ben uyduklarını farz ediyorum şuan. <br />
<br />
Veya şöyle bir şey olsa daha da komplike bir sistem meydana gelirdi:<br />
<br />
Kur'an'da bulunan kelimeler ve cümleler ile birlikte bu kelime ve cümleleri oluşturan bütün harfler de 19a uysaydı, gerçekten ilginç olurdu. Ama böyle bir şey de yok bu 19 iddiasında, yine sadece 19a uyan harf toplamlarını alıyorlar. Ki 19a bunlar da uymuyor, bu konuda da pek çok çarpıtma mevcut.<br />
<br />
Durum böyle olunca, bunu Tanrıya bağlamak kadar gülünç ne olabilir? Kur'an'ın yazarları sadece belli kelimeleri, harfleri, cümleleri 19a uygun yapamazlar mı? Yaparlar. Çünkü dediğim gibi Kur'an'ın tümünde yok bu mucize dedikleri şey, sadece belli surelerde, belli ayetlerde, belli kelimelerde, belli harf sayılarında var. Sanırım 19'a uyan 50 küsür unsur sayıyorlar ve onlar da dediğim gibi türlü çarpıtmalara maruz bırakılıyor. Bırakın 50'yi 100 tane, 200 tane unsur bile insanlar tarafından 19'a veya herhangi başka bir sayıya çok daha tutarlı bir şekilde uydurulabilir. Sadece biraz zaman alır ama öyle Kur'an'ın yazılması gibi 23 yıl filan değil, çok daha kısa sürelerde yapılır.<br />
<br />
Bir insan sadece boş vakitlerini buna ayırsa, bilgisayar vb. kullanmaksızın, zorlama yöntemlerle değil gerçek bir sistem içerisinde, o kadar sürmez ama hadi diyelim en fazla 1 senede bunu yapabilir. Kalkıp da zorlama yöntemlere başvurularak 19'a uyduğu söylenen birkaç şeyi Tanrı'ya bağlamak tam anlamıyla zırvalamaktır. Üstelik bilgisayar neden kullanılmasın? Kur'an'da şöyle ayetler var:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenlerseniz, o taktirde Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın ve onun gibi bir sure getirin!”(Yunus Suresi, 38)</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.” (İsra Suresi, 88)</blockquote>
<div>
Yani insanlar ve cinler bir araya toplansalar benzeri bir sure bile getiremezlermiş, ikinci ayette ise Kur'an'ın tamamından bahsediyor. İster tamamı olsun, ister bir suresi olsun fark etmez, cinleri de eleyelim. Bir takım çalışmasıyla bunların 19 veya başka bir sayıya uygun olarak benzerlerinin yazılması çok daha kolaylaşır. Bahsedilen sayılara da zorlama ve çarpıtmalarla değil, bir sistem içerisinde, kurallı bir şekilde ulaşılabilir. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bilgisayar kullanmaya da gerek kalmaz ama Müslümanların iddiasına göre Kur'an Allah'tandır ve o bütün bilgisayardan çok daha iyi hesap yapar. Bize göre insan sözü ama size göre Allah sözü, hesapları sonsuz olan Allah'tan inmiş. Bu durumda sizin iddianızı baz alırsak Allah'ın yanında hesap bakımından aşırı cılız kalan birkaç bilgisayar kullanmanın da bir sakıncası olamaz. Hem Allah'ın sözü bütün zamanlara hitap etmez mi? Allah meydan okurken demiş mi bilgisayar kullanmayın filan diye? Eğer siz öyle diyorsanız Allah bilgisayardan aciz midir? Allah benzeri meydana getirilemez diyorsa, ne kullanılırsa kullanılsın bu yapılamaz olmalıdır. Eğer yapılırsa Allah'ın bilgisayardan aciz olduğu sonucu ortaya çıkar ki bu daha da vahimdir. Kısacası Allah bilgisayardan aciz olamaz, eğer acizse zaten tanrılık iddiası da çöpe gider. Dolayısıyla; "bilgisayar kullanmayın demek" de başka bir saçmalıktır. Zaten 19culara göre Allah Müddesir Suresi'nde bilgisayardan da bahseder, o zaman onu da hesaba katmıştır meydan okurken.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu bilgisayar eleştirisini Müslümanların sözlerinin saçmalığını göstermek amacıyla yaptım, yoksa dediğim gibi hiçbir teknoloji kullanılmadan çok daha kısa sürelerde, Kur'an'ın 23 yılda indiğini(yazıldığını) hesaba katarsak adeta hiçbir şey ifade etmeyen sürelerde, Kur'an'dan sayısal ve sözel olarak çok daha güzel metinler oluşturulabilir. </div>
<br />
Misal insanların yapabileceklerine dair birkaç örnek verelim:<br />
<br />
Diyorlar ki, "Kur'an'da 114 sure vardır ve bu sayı 19'un 6 katıdır". Halbuki bu da tartışmalıdır, Kur'an'daki sure sayılarının, ayet sayılarının, besmelelerin vb. tümü insanlar tarafından düzenlenmiştir. Misal önemli sahabelerden İbn Mesut'a göre Kur'an'da 112 sure vardır, Nas ve Alak sureleri ona göre bir dua gibiydi, bunun hakkında şunları söylüyor:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Hz. Muhammed bunları zaman zaman torunları Hasan ve Hüseyin için dua niyetiyle okuyordu, bunlar Kur'an sureleri değil; ancak güzel birer duadır. Sakın Kur'an'ı yazarken bunları eklemeyin.<sup>(1)</sup></blockquote>
Ve yine önemli sahabelerden, hatta Muhammed'in vahiy katiplerinden olan Übey b. Ka'b'a göre Kur'an'da 114 değil 116 sure vardı<sup>(1)</sup>. Bunlar sadece iki örnek, bazıları -Muhammed'in karıları dahil- Kur'an'da fazladan ayetler olduğunu bile söylüyordu, hatta Kur'an'dan pek çok ayetin kaybolduğu, tümünün elimizde olmadığını söyleyenler var. Vereceğim kaynaktan bütün tartışmaları okursunuz.<br />
<br />
Bütün bunlar insanlar tarafından düzenlenmiş, sonuçta 114 sure kabul görülmüş ve bugün en çok kullanılan Hafs mushafında sayı budur. Bunlarla gelmek istediğim nokta şu ki, mucize dedikleri şeyi insanların düzenlediği, Allah'la hiçbir ilgisi bulunmayan bir alanda buluyorlar, ee zaten burada mucize varsa bu insan mucizesidir. Kur'an'ı düzenleyenler 19'un katı olduğu için bu sayıyı kabul görmüş olabilirler. Sonuçta bu öyle ahım şahım bir matematik hesabı değildir.<br />
<br />
Veya diyorlar ki, "Kur'an'da Allah isminin tüm "türevleri" 2698 defa geçer ve bu 19 sayısının 142 katıdır". "Türevleri" kelimesini tırnak içine aldım zira başka yerlerde sadece kelimelerin yalın vs. hallerini saymışlardır, bunları aşağıda göreceksiniz. İşte böyle sahtekarlıklarla mucize üretmeye çalışıyorlar. Zaten Tevbe Suresi'nden ayet atmalarının sebeplerinden biri de Allah kelimesinin sayısıdır. Ayetleri atmasalar Allah kelimesi 2699 tane olur ki bu da 19a uymaz. Gerçi yine uymuyor, sonra göstereceğim.<br />
<br />
Peki insanlar tarafından bu sayıya ulaşılamaz mı? Yani hiçbir bilgisayar yardımı filan olmadan herhangi bir kelime bu sayıda yazılamaz mı? Kur'an yazarları hesaplamışlardır, ve bu sayıyı 19un katı olacak şekilde belirleyip Allah kelimesini o sayı kadar cümleler içerisine yazmışlardır. Gerçi Allah bile yanlış hesaplamış baksanıza, ayet attıklarına göre.<br />
<br />
Veya yine çarpıtarak diyorlar ki, "Kur'an'da gün sayısı 365 kere(1 yıl 365 gün) ve ay sayısı 12 kere(1 yıl 12 ay) geçer". Görebileceğiniz üzere bu da insanlar tarafından çok rahatlıkla yapılabilecek bir şey. İnsan isterse bilgisayar vb. olmadan, bir kelimeyi bir kitapta 10 bin kere de kullanabilir, kalkıp da bu hesap kitap işlerine mucize demek, sadece zırvalamak olur. Zaten İslam Öncesi Araplar şiirde ustaydılar, isteyen şairler, rahatlıkla istedikleri sayılara ulaşırlardı. Bakınız, "Kur'an'ın Kaynağı: İslam Öncesi Şiirler" başlıklı yazım:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/04/kurann-kaynagislam-oncesi-siirler.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/04/kurann-kaynagislam-oncesi-siirler.html</a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
Kısaca özetlersek:<br />
<br />
19 sayısını zaten Kur'an'ın bütününe uygulayamıyorlar, sadece bazı kelimeleri, ayetleri ve bunların harf toplamlarını alıp, çok ciddi çarpıtmalarla 19a uyuyor gösteriyorlar. Mesela "Muhammed" ismi, "insan" kelimesi, "İsa, Musa" gibi peygamber isimleri veya "Cebrail, Mikail, İsrafil" isimleri, "iblis" kelimesi, "nefs" kelimesi, "hanif" kelimesi, "şeytan ve melek" kelimeleri, "Müslüman" kelimesi, "İslam" kelimesi, "Tevrat, İncil ve Zebur" kelimeleri vs. neden uymuyor bu 19 mucizesine? Bunlar arttırılır, çoktur. Kur'an'daki belli başlı önemli kelimeleri yazdım.<br />
<br />
Ayrıca mucizecilerimizin kendi demelerine göre Kur'an'da Allah isimlerinden sadece 8 tanesi 19'a uyuyor, peki diğerleri neden uymuyor? O zaman o isimler Allah'ın değiller mi yoksa? Kur'an'da Allah'ın en az 99 tane ismi geçer, bırakın da 8 tanesi uysun kardeşim 19'a. Bu kadar da zorlamayın yani, illaki bu işten ekmek yersiniz, illa ki sömüreceğiniz safları bulursunuz.<br />
<br />
Gördüğünüz gibi Kur'an'da geçen bu önemli kelimeler, isimler 19 ve katları şeklinde geçmiyorlar. O halde bunları da atmamız gerekmez mi? Eğer 19'a uymayan her şeyi Kur'an'dan atsak, elimizde ince bir kitap kalırdı. Yani 19 dedikleri şey Kur'an'da çok sınırlı sayıda ve o sayılara da türlü çarpıtmalarla ulaşıyorlar. Böyle sistemsiz, sınırsız seçicilik barındıran bir mucizenin insanlar tarafından oluşturulması bildiğiniz bebek işidir. Bırakın 1400 yıl önceki Arap'ı, yazının mucitleri olan 6000 yıl önceki bir Sümerli bile bunları rahatlıkla yapabilir.<br />
<br />
Ki zaten bilimsel mucize iddialarına verdiğim cevaplarda da görebileceğiniz gibi, "Kur'an'dan önce kimse bilmiyordu!" denilen şeylerin Kur'an'dan önce bilindiklerini, hatta çok daha dehşet bilgilerin bilindiğini görmüştük. Şahsen Hindu metinlerindeki birkaç ayeti bu 19 iddiasına ve diğer zorlama mucize iddialarına tercih ederim. Ve çürüttüğümüz bu palavra iddiaları 19cular da mucize diye destekliyorlar, hal böyleyken bu 19culara nasıl güvenilebilir?<br />
<br />
Durum böyle olunca da, söyledikleri kelimeler gerçekten 19a uysa bile, bazı belli başlı şeyler oldukları, Kur'an'ın bütününe nazaran çok sınırlı sayıda oldukları için, Kur'an'ın ortaya çıkış dönemlerindeki insanlar tarafından rahatlıkla yapılabilecek şeyler. Adam, "bu kelimeler şu sayıyla uyumlu olsunlar, şu kadar sayıda kullanayım, şu kelimeler başka bir sayıyla uyumlu olsun şu sayıda kullanayım" veya şurada "ebced" değeri şu olan kelimeleri kullanayım, bu kelimelerin ebcedleriyle, sayılarıyla vb. uyumlu olsun demiştir ve kullanmıştır. Yani insanlar tarafından çok rahatlıkla yapılabilecek şeyler bunlar. <br />
<br />
Ama bu Kur'an'ın bütününde olsa, sadece belli başlı kelimeler alınmasa, o zaman ciddi ciddi üzerinde düşünebilirdik. Lakin 23 yılda yazılmış bir kitap için(ki bence bu sayı daha da fazla), çok da düşünmeye gerek yok. İnsanlar tarafından yapılamayacak bir şeyi yok. 23 yılda çok şey yapılır, beni bir adaya gönderin mesela, bilgisayar filan vermeyin, size 23 yılda harikalar yaratayım.<br />
<br />
23 yılda bir insan günlük bütün her şeyi ile 19a uyan birkaç cümleyi(ayet) rahatlıkla yazar, sonraki yazacağı cümleleri de buna göre ayarlar, fazla bir efor sarf etmesine de gerek yoktur. Günde 3-5 cümle yazsa bu şekilde, 23 yılda Kur'an'dan çok daha kalın, anlamlı, ve bütünüyle(en azından Kur'an'dakinden çok daha fazla) 19a uyan bir kitabı rahatlıkla tamamlar. 23 yıl! Bu çok büyük bir süre. Ayrıca 19a uymayanlarla ilgili şu linki okumanızı da öneririm:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=319">http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=319</a></div>
<br />
<b>Sonuç olarak:</b><br />
<b><br />
</b> Zaten Allah Kur'an'ı korumadığına, insanlar rahatlıkla ayet sokup çıkarabildiklerine göre Kur'an yine insanlar tarafından 19 sayısıyla uyumlu olacak şekilde düzenlenmiş olabilir(tabi eğer gerçekten 19 sayısına uysaydı!). Sonuçta Kur'an'daki sure sayısından tutun, ayet sayısına, besmelelerine kadar hep insan düzenlemesidir, yukarıda bahsettim ve 19cular bu mucizeleri tamamen insanlara ait, Allah'la hiç ilişkisi olmayan bu sayılardan çıkarıyorlar. Demek ki, 19un da Allah ile ilgisi yok, 19cular insanlara iman ediyorlar. Demek ki, bu 19 olayı insanlar tarafından yapılmış, 19cuların tamamen keyfi olan 112 besmeleden dahi mucize çıkartmaları bunun en büyük kanıtlarından biridir. <br />
<b><br />
</b> <b>11. 1974'den Önce Yaşamış Olanların Durumu </b> <br />
<br />
Bu aslında bütün mucize iddialarında olan bir problem, bunu başka makalelerimde de çokça dile getirmişliğim var. Bu tarihlerden önce yaşamış olan insanları düşünün, bunlar ne bilimsel olduğu öne sürülen iddiaları biliyorlar, ne de 1974 yılında keşfedildiği söylenen 19 iddiası vb. gibi sayısal iddialardan haberdarlar. Yani Kur'an'daki çelişkiler ve insanlık dışı ayetler de göz önüne alındığında bırakın Kur'an'a inanmayı, kaçmak için çok sebep var. Bunların inanmaları için bir neden yok. Bu durumda bunlar neden cehenneme gidecekler? Kur'an'ın Allah'tan geldiğine dair bir kanıt yok ki? Aksine Kur'an'ın tamamı Allah'tan gelmediğini adeta haykırıyor, o kadar çok çelişki var ki!<br />
<br />
Çelişki olmasına da gerek yok, zira çelişkisiz bir kitap rahatlıkla yazılır. Tarih boyunca da yazılagelmiştir, üstelik 23 yıl gibi dudak uçuklatan sürelerden çok daha kısa sürelerde. En azından bir yerde 6 gün denilen şeye bir yerde 8 gün demeyecek kadar(yukarıda verdiğim çelişki) dikkatliydi insanlar. Yani çelişkiler olmasaydı bile çelişkisiz olmak bir kanıt değil. Bu açıklamayı çelişiksizliği bir kanıt sanan Müslümanlar için yaptım.<br />
<br />
Yani eski zamanlarda yaşamış Müslümanların inanmak için bir gerekçeleri yoktu, ya zorla inandırıldılar, ya da atalarının dinini benimsediler, ya da inanmadıklarından öldürüldüler. Kanıtı olmayan bir şeye inanmak da en ufak tabirle cahilliktir, yani mucizecilere göre bunlar boşuna inandılar. Bundan şunu anlıyoruz:<br />
<br />
Yukarıda, Kur'an'ı anlayabilmek için abartılı derecede bilgi birikimine sahip olmak gerektiğini açıklamıştım. Bütün milletlere ve apaçık olarak gönderilen bir kitap için o kadar emek harcamak zorunda olmamız akıl alır gibi değil, ki ana dilleri Arapça olan Araplar dahi Kur'an'ı anlayabilmiş değiller, yukarıda nedenlerini sıraladım. <br />
<br />
Yani bilimsel mucize iddiaları olsun, sayısal mucize iddiaları olsun, bunlar ancak belli yeteneklere sahip kimseler tarafından görülebildiği gibi, aynı zamanda bu mucizelere tanık olabilmek için belli tarihlerde yaşamak gerekiyor. Olayın saçmalığını görebiliyor musunuz? Sırf bu yüzden zaten Kur'an'da mucizeler olamaz, eğer Kur'an'da sadece belli kimselerce belli tarihlerde görülebilecek mucizeler varsa, bu zaten en büyük çelişkidir. Bunu iddia etmek saçmalamanın daniskasıdır, akıl mantık dışıdır. Gerçi din işlerinin akılla ilgisi yoktur ama neyse! </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div>
Zaten Türkiye'de bu 19 iddiasının temsilcisi olan Edip Yüksel'e bu soruyu soruyorlar ve o da "Allah bilir(tam cümlesini hatırlamıyorum)" demeye getiriyor! Bu kadar vahim durumdalar işte. Eski zamanlarda yaşayanlar güme gitti artık, yapacak bir şey yok! Sonra da Kur'an tüm zamanlara, tüm halklara hitap eder deler, yersen!<br />
<br />
<b>Sonuç:</b><br />
<br />
Görebileceğiniz üzere iddia çok ciddi mantık hataları barındırıyor. Bu iddianın daha milyonlarca mantık hatasını yazabilirim ama yazdığım maddelerden sadece herhangi biri bile 19 iddiasıyla birlikte bütün sayısal ve bilimsel mucize iddialarını yerle bir etmeye yeter.<br />
<br />
Şimdi iddianın kendi içindeki tutarsızlıklarına geçelim, Arapça'm olmadığı için bu bölümün geneli yaptığım alıntılardan oluşacak, bir nevi internette dağınık halde bulunan 19 eleştirilerini bir araya toplamayı amaçlıyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>19 İddiasının Kendi İçindeki Tutarsızlıkları-Çelişkileri</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
19culara göre Müddesir Suresi'nin 30. ayeti Kur'an'ın 19 sayısıyla kodlandığından bahsediyor, ayet şöyle:</div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
Onun üzerinde 19 vardır.</blockquote>
<div style="text-align: left;">
Halbuki bu ayetin neyden bahsettiği sonraki surelerde anlatılmakta:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Ve Biz, ateş ehlini (cehennem bekçilerini), meleklerden başkası kılmadık. <u>Ve onların sayısını kâfirler için fitneden başka bir şey kılmadık,</u> kitap verilenler yakîn sahibi olsunlar ve âmenû olanların da îmânı artsın. (Müddesir Suresi, 31)</blockquote>
Üzerinde 19 olan şey ise Kur'an değil, Sekar'dır:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Ben onu “Sekar”a (cehenneme) sokacağım. Sekar’ın ne olduğunu sen ne bileceksin? Geride bir şey koymaz, bırakmaz. Derileri kavurur. Üzerinde on dokuz vardır. (Müddesir Suresi, 26-30)</blockquote>
<div style="text-align: left;">
Görüldüğü gibi ayetler açık, cehennemde Sekar denen bir yer var, rivayetlere göre cehennemin altıncı katı, ve burada 19 melek var, yani Kur'an'la alakasız. Tabi bunun için de türlü kıvırmalar, çarpıtmalar sergilenmekte. Ben bunun tartışmasına girmeyeceğim, daha önce de dediğim gibi iddianın doğru olduğunu var sayarak hareket ediyorum. Ama bu 19 sayısıyla çok alay edenler olmuştur Muhammed döneminde, şuradan okuyabilirsiniz:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.fikih.info/cehennem-meleklerinin-sayisi/">http://www.fikih.info/cehennem-meleklerinin-sayisi/</a></div>
<br />
Ayrıca "üzerinde 19 var" ayetinin Kur'an'la ilgili olduğunu öne sürmek düpedüz Kur'an'a çelişkiler katmak olur. Zira ayette geçen zamir müennes yani dişil iken, Kur'an kelimesi müzekker yani erildir<sup>(2)</sup>. Yani gramatik olarak ayet zaten Kur'an'la ilgili olamaz. Ayrıca bu bağlamda şu tartışmayı da izlemenizi öneririm, Abdülaziz Bayındır da bunları genişçe açıklıyor:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/K0Jb0m8rLeY" width="420"></iframe><br />
<br />
Yani ayetin meleklerden, meleklerin sayısından bahsettiği açık. Öyle olmasa en basitinden 31. ayette meleklerin sayısı bahsini açmaz Kur'an, öyle değilse neden durduk yere meleklerin sayısından bahsedilsin sonraki ayette? İşte mantıksızlıklar almış başını gitmiş her mucize yalanında olduğu gibi.<br />
Zaten Edip Yüksel ciddi tartışmalarda, bazı konular için çarpıtma yapamıyor ve o çok eleştirdiği yobaz mollalar gibi, karşısındakini, "kafirlikle" vb. suçlayıp duruyor. Ve adeta bize yobazlığın hangi şekle sokulursa sokulsun dinin özünde olduğunu kanıtlıyor. <br />
<br />
Şunu sormadan geçemeyeceğim:<br />
<br />
Madem 30. ayet Kur'an'ın 19 ile şifrelendiğini söylüyor, o halde neden 30. ayet? Soruyu açarsak; 19 ile ilgili bu ayetin 19. ayet olması gerekmez miydi? Daha burada çuvallıyor bu 19cular!<br />
<br />
Ayrıca bu 19 meleğin de Yahudilerden aşırma olduğu belli, bu 19 melekden birinin adı Malik, cehennemin baş meleği. Kökenine dair şu çalışmamı okumanızı öneririm:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.de/2012/03/cehennemin-kokeni.html">http://dinsizdeist.blogspot.de/2012/03/cehennemin-kokeni.html</a><br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Ayrıca rivayetlere göre Yahudiler Muhammed'e; "cehennemde kaç bekçi vardır" diye soruyorlar, Muhammed 19 cevabını veriyor ve Yahudiler de bunu onaylıyorlar, bu da cehennem bekçilerinin sayılarının da Yahudilerden aşırma olduğunun kanıtlarından biridir, rivayetleri şuradan okuyabilirsiniz:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mumsema.org/cennet-cehennem/182267-cehennemin-bekcileri-ve-zebanileri-hakkindadir.html">Cehennem Melekleri</a></div>
</div>
<br />
Öncelikle yazının başında, Edip Yüksel'in kitabında rastladığım ve benim güvenimi alt üst eden bir durumu aktarmak istiyorum. Kitabın tamamını okumadım, sadece, tablolar filan verilmiş onları inceledim, hızlıca bir göz gezdirdim ve bir tabloda Edip Yüksel hadislerle Kur'an ayetlerini karşılaştırıp, bunlar arasındaki çelişkileri sıralamış, hadislerin güvenilir olmadıklarını göstermek için. Bu ayrı konu buna girmeye gerek yok ama şu karşılaştırma, benim güvenimi derinden sarstı:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyuhwO8Q9Wha8cHjI0Dz5oNHYizi_u5t5lXSP4CEkZ4Rndz8vvqLpFTPlzLUgDeogJzYW_fasbWSLFeGJWyqk7bYNs7eaf2aQZX2rwL_4fLD_fxCp2XGHG6Ztn0s0lnpf0OT3FqXwDWrJS/s1600/Ads%25C4%25B1z.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="251" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyuhwO8Q9Wha8cHjI0Dz5oNHYizi_u5t5lXSP4CEkZ4Rndz8vvqLpFTPlzLUgDeogJzYW_fasbWSLFeGJWyqk7bYNs7eaf2aQZX2rwL_4fLD_fxCp2XGHG6Ztn0s0lnpf0OT3FqXwDWrJS/s640/Ads%25C4%25B1z.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Hadi ilk verdiği ayeti bilimsel diye çarpıtmış ama yine de orijinal meali vermiş. Ama "yaymak" anlamına gelen kelimeyi "yumurta biçimine sokmak" diye çevirmesi açık bir sahtekarlıktır. Her iki ayetin cevaplarını da ben bu blogda verdim, yumurta diye çevirdiği kelime en fazla deve kuşu yuvası anlamına gelebilir ki o da deve kuşu yuvasının da Kur'an'ın benimsediği düz dünya modeli gibi döşek misali yayılmış olmasından dolayıdır. Kaldı ki dünya geoittir, yumurta biçimiyle alakası yoktur, ayet çarpıttığı haliyle de bilimle çelişiyor. Neyse bu konuya fazla girmeyelim, çarpıtılan her iki ayet için de reddiyelerime aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.de/2011/07/ayet-iddia-kaynak-bundan-sonra.html">Dünya'nın Geoit Şekli</a> </div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2015/08/farkna-varmasak-da-dunya-donuyor.html">Farkına Varmasak da Dünya Dönüyor</a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Daha 19 mucizesine girmeden, kitabın girişinde çarpıtmalara başlanıyor, bu saatten sonra 19 iddiasını ciddiye almaya bile değmez, bu iddia benim için çökmüştür ama yine de ciddiye alalım biz. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Başka alıntılara geçmeden önce genel olarak kendi eleştirilerimi getirmek istiyorum, yine 1,2,3 diye gidelim:</div>
<br />
<b>1. 1974 Tarihinin Bulunmasındaki Çarpıtmalar</b><br />
<br />
İddia özetle şöyle:<br />
<blockquote class="tr_bq">
19 sayısı Müddesir Suresinin 30. ayetinde geçmektedir, Müddesir Suresi 74. suredir. 19 ile 74'ü yan yana koyarsak 1974'ü buluruz ki 19 mucizesi bu tarihte keşfedilmiştir. Ayrıca 1974 tarihini hicri takvime göre çevirirsek 1406 yılını elde ederiz ve bu tarih bize Kur'an'ın vahyedilmesinden 19 mucizesinin bulunduğu 1974 yılına kadarki geçen süreyi verir ve 1406 sayısı da 19'un tam katıdır. Yani 19*74 ve yan yana koyduğumuzda tekrar 1974'e ulaşırız.</blockquote>
Öncelikle ben şunu merak ediyorum, matematiğe yapılan ağır tecavüzü bir kenara bırakalım(iki sayıyı yan yana getirme diye matematiksel bir işlem yok!). 19 sayısı 74. surenin 30. ayetinde geçmekte. Yani aslında yan yana koyma işlemini kabul etsek bile şöyle olmalı:<br />
<blockquote class="tr_bq">
74:30:19</blockquote>
Ama mucizecilerimiz en sondaki 19'u alıp en başa koyuyorlar, ortadaki 30 sayısını eliyorlar ve 1974'ü çıkarıyorlar. Şaka gibi değil mi? Bari diyorum bunların bütününü yan yana koyarak elde ettiğimiz 743019 sayısı 19'un katı çıksa ama o da çıkmıyor! Hadi dedim bu sefer o 30 sayısını elemeyelim, bari 197430'a bakalım, yani 30 sayısını sona atalım, yine 19'un katı değil. Hadi bir de bu 30 sayısını en başa alalım ve 301974 sayısını bölelim, yine 19'un katı değil! Yani diyor ki, Allah o 30 sayısını süs diye koymuş oraya! En azından 7419 olsaydı da bir şeye benzeseydi, 30'u atlasa da sıralı giderdi ama o da yok. Halbuki 7 binli yıllarda yaşasak bu sefer sıraya uygun bir şekilde 7419 tarihini işaret ediyor derlerdi!<br />
<br />
Neyse kabul edip devam edelim. Bu kehanet nasıl çıkmış olabilir? Biraz kafa yoralım. Efendim kehanet filan yok ortada, biraz mantığı olan kişi sergilenen oyunu görür. Şimdi 19culara göre Reşad Halife bu 19 mucizesini 1974'de keşfetmiş ama bunun böyle olduğunu nereden biliyorlar acaba? Ya da bizim gibi mantığını çalıştırabilen insanlar buna inanır mı?<br />
<br />
Reşad bu sözde mucizeyi 1974 yılından çok önce keşfetmiştir, hesaplamalarını yapmıştır, "eğer ben bu iddiayı 1974 yılında ortaya atarsam 19 ile ilgili şöyle uyumluluklar olur" demiştir ve bunun için 1974 yılını bekleyip iddiayı ortaya atmıştır. Bu bu kadar basit! Eğer söz konusu uyumluluklar hesaplamaları sonucu 1975 yılında ortaya çıkacak olsa bir yıl daha bekler ve 1975 yılında ortaya atardı iddialarını. Böyle subjektif görüşleri mucize diye ortaya atmak akıl karı değildir, bunlara inanmak için de aklı ve mantığı çöpe atmak gerekir. Ben de bazı hesaplamalar yaparak ortaya bir şey atsam ve ortaya attığım bu şeyin bazı sayılarla veya olaylarla uyumunu dile getirip kendimi peygamber ilan etsem olur mu? İşte bu da böyle saçma bir şey.<br />
<br />
Sırf bu bile iddiayı yerle bir etmeye yeter. Üstelik yukarıda değindim, bu 19cular hadisleri sert bir dille, kesin olarak reddederler, hadislere şeytanın öğretileri derler. Ama yaptıkları "hicri" hesap rivayetlere dayanır! Kur'an'da vahyin hangi yılda, nerede indirilmeye başlandığı yazmaz. Bunlar hep rivayetlerde geçerler. Yani Kur'an'da ne 610 yılı geçer ne de bu konularda başka bir tarih. Ee demezler mi adama, "sen neden şeytan öğretileri dediğin rivayetlere dayanarak iddialar ortaya atıp şeytana uyuyorsun" diye? Yoksa 19 da mı şeytan öğretisi? Efendim bu kuralı çok yerde ihlal ediyor 19'cular. Demek ki bunlar şeytana hizmet ediyorlar!<br />
<br />
Hadi bu 19 mucizesi Kur'an'ın korunmuş taraflarını ortaya çıkarıyor olsun, hadisleri nasıl elimine ediyor? Belki hicri 1406 yıl önce çok kötü olaylar oldu, nereden biliyorsunuz? Veya 19 iddiasına uydurabileceğiniz çok daha güzel olaylar olmuştur belki? Bunun kararını neye göre veriyorsunuz? Bakın burada güvenimiz bir kez daha sarsıldı. Şimdi başkasına geçelim.<br />
<br />
<b>2. İlk Sure-Son Sure Meselesi</b><br />
<br />
Bu iddiaya göre Kur'an'ın ilk suresi olan Alak Suresi sondan 19. sureymiş, bu sure 19 ayetmiş ve ilk inen ayetleri 5 taneymiş ve de bu 5 ayette toplam 19 kelime ve 19'un katı olan 76 harf bulunmaktaymış.<br />
<br />
Mucizecilerimiz yine şeytana hizmet etmekteler, zira Alak Suresi'nin ilk sure olduğu da, ilk 5 ayetinin ilk inen ayetler olduğu da yine rivayetlerde geçmektedir, Kur'an'da böyle bir bilgi bulunmamaktadır. Demek ki 19cular işlerine geldiği zaman Allah'a, işlerine geldiği zaman şeytana uymaktalar, doğrusu içler acısı bir durumdalar. Peki baştan 19. surenin(Meryem Suresi) ilk sure olmadığını nereden biliyorlar? Elbet zorlayarak ve çarpıtarak bu surede de 19'a uygun şeyler bulurlar, eğer ki 19'a uyumluluğu ilk surenin belirlenmesi için kıstas sayıyorlarsa. Ama savundukları 19 sayısıyla bir şeyler yapmak yerine, gidip şeytana uyuyorlar. Ne diyelim Allah akıl fikir ihsan eylesin!<br />
<br />
Alak Suresi'nin 19 ayet olmasına gelirsek mucizecilere sormak lazım, besmeleyi yediniz mi? Zira besmele ile birlikte 20 ayet olur ki bu sayının 19 ile alakası yoktur, tabi; "1 çıkarırsak 19 kalır" şeklinde laflar etmezlerse.<br />
<br />
Halbuki biz şu sözlerden besmelelerin de ayet olarak sayılması gerektiklerini anlıyoruz, kitaptan alıntı:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Kuran'da, numarasız Besmeleler dahil 6346 (19x334) ayet vardır. Bu sayının rakamları 6+3+4+6= 19 'dur.</blockquote>
Normalde 6348 ayet oluyor numarasız besmelelerle birlikte ama iki ayet attıkları için 19'un katı olan sayı kalıyor.<br />
<br />
Gördüğünüz gibi toplam ayetleri sayarken numarasız besmeleleri de sayıyor, peki Alak Suresi'ndeki numarasız besmele nereye gitti? Demek ki ayetlerin tamamını sayarken numarasız besmele ayet kabul edilirken, bu sayım tek bir sure için yapıldığı zaman numarasız besmele uçuruluyor. Ayet mi değil mi belirsiz yani, işlerine nasıl gelirse öyle hareket ediyorlar. <br />
<br />
Nitekim Verş Mushafı'nda da Alak Suresi besmelesiz bir şekilde 20 ayettir, şu tabloda görebilirsiniz:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgObbDpP9DTxbi-HPxX-3xVpfr4RRppQ43QHbzM0-OCfA49pTeGtgyKaBMQ5xeoULD9udXvnZO1iVT9P8YOHhQB0QrLA5T8zUr_K8nJUiIdHGAIz_F4G8Sty3dHxjE5MuI5uhmkDxCHzd5b/s1600/CNFox3pWwAAtk60.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgObbDpP9DTxbi-HPxX-3xVpfr4RRppQ43QHbzM0-OCfA49pTeGtgyKaBMQ5xeoULD9udXvnZO1iVT9P8YOHhQB0QrLA5T8zUr_K8nJUiIdHGAIz_F4G8Sty3dHxjE5MuI5uhmkDxCHzd5b/s640/CNFox3pWwAAtk60.jpg" width="475" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Bu tabloda Hafs ve Verş mushaflarındaki ayet sayıları gözüküyor. Tabloda gördüğünüz gibi Verş mushafında 113 numarasız besmele varmış, yani bu da 19'a uymuyor! Kim bilir 19 sayısına daha neleri uymuyor Verş Mushafının, yukarıda bazı farklılıklarını incelediğim makalemin linkini vermiştim. Yani bu 19 mucizesi ne hikmetse diğer mushaflarda geçersiz. Demek ki o Kur'an'lar tamamen uydurma, bir tek Hafs mushafı doğru ama ne hikmetse 19cular bazı iddialarını desteklemek için bu ve eski mushaflara başvururlar. Anlayacağınız her yol var bunlarda. "Her yol helal sıfırla Bilal" sözü geldi aklıma nedense. </div>
<br />
Bu dediklerimin hepsi son sure için ortaya atılan iddialar için de geçerlidir. Aynı şekilde onun da son sure olduğu vb. rivayetlerde geçer, Kur'an'da böyle bir bilgi yoktur.<br />
<br />
Şimdi bu 19 mucizesini yerle bir eden bir videoya geçelim, Halis Aydemir'in mantıklı açıklamalarına, sorularına karşın yine Edip Yüksel ateş püskürdüğü yobaz mollalara taş çıkartacak yobazlıklar sergileyerek, Halis Aydemir'e; "sen kafirsin, niyetin kötü, ön yargılısın, görmek istemiyorsun" gibi laflar etmekten öteye gidememiş, perişan olmuştur. Sonra da çocuk gibi; "videoları kırparak koymuşlar hepsinin cevaplarını verdim" gibi açıklamalarda bulunduğu videolar çekmiştir. Ama videonun akışından herhangi bir kesinti, kırpma olmadığı rahatlıkla anlaşılmakta, yani iftira atmaktan da çekinmiyor. Buyurun videoyu izleyelim, ben videodan özetler sunacağım: <br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/8HGzjG4Jy5Y" width="560"></iframe><br />
<br />
Videoda söylenenler için belirteceğim görüşlerimi ilgili iddiaların geçtiği dakikaları başlık olarak atayarak, onların altında belirteceğim ki, iddiaların hangi dakikalarda geçtiği görülsün.<br />
<br />
<b>1:20:30 - 1:27:36 </b><br />
<br />
Besmeleyi otantik(görünen şekliyle) yazımıyla sayan Edip Yüksel, "vahid" kelimesi en çok kullanılan hafs mushafında elifsiz yazılmasına rağmen, 19'a uydurmak için elifli olarak almış kitabına. Elifsiz olarak alsa ebced değeri 18 çıkacak ve mucize güme gidecek.<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> (Vahid için) bu otantik bir yazım mıdır? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Vahid elifli de yazılır, elifsiz de yazılır. Bugünkü Kur'an'da yazılmıyor. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Ama besmeleyi oradan alıp saydınız? O zaman neden Rahman'daki elifi almadan besmeleyi otantik saydınız? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> En eski nüshalarda da besmele elifsizdir, vahidi değiştirmişler ama besmele çok kullanıldığı için değiştirememişler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> O zaman önümüzde duran bir yapının neden sağını solunu kurcalıyoruz? Vahid değişmişse, elifli yazılmamışsa, besmelenin doğru yazıldığını nereden bileceğiz? Siz de biliyorsunuz ki elifler eskiden yoktu şimdi var, siz bunun tersini iddia ediyorsunuz. Bu arada vahidin elifli yazıldığına dair yazılı bir kanıtınız var mı? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Elif harfleri, hemze harfleri konusunda problem var. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Ee problem varsa o zaman neden bunu buraya aldınız? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Mevcut Kur'an nüshalarında bu konuda çelişki var, (masadaki nüshayı kastederek) bu ne nüshası verş mi hafs mı? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Hafs. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Bir de verş nüshası var, hafs nüshasının da farklı versiyonları var. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Sıkışınca verş nüshasına geçeceksek... Siz kitabınızda en yaygın Kur'an'ı kullandım diyorsunuz ben de onu temel aldım. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Elif harfinin sayımı konusunda şuanda mevcut en eski Kur'an nüshalarında inceleme yaparak bir bir standart belirleme projemiz var. Bu konudaki eleştirin makul ama bu konuda Kur'an nüshalarındaki çelişkileri görünce bir şüphem kalmadı. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Bu elifi koyacağız diyorsunuz yani. Peki Rahman'a da koyacak mısınız? Bu elifin temsil ettiği şey ne ise er-Rahman'daki "mim"i çeken şey de o, orada yok çünkü oraya koyarsak bu sefer besmele 19'a uymaz, sayı 20 olur. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Buyur sen 20 yap, kesinlikle görmemek için şey yapıyorsun. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Ben 20 demiyorum abi, ben sadece buraya elifi koyacağız deyince siz bunun muadili olan er-Rahman'daki elifi de, "semavat"daki elifi de... </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Muadili değil bu ayrı bir kelime. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Peki nasıl seçeceğiz? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Kelimelerin yazımları farklıdır Kur'an'da. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> O zaman sizin elinize öyle bir opsiyon açılıyor ki, bu kelimede elifi koyma şeyiniz var, ötekinde koymama şeyiniz var. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Ne alakası var? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Şöyle söylüyorum, otantik yazımda bizim görmediğimiz elifler, Rahman'daki, "semavat"daki.. bunların hepsi bir kategori. Buraya elifleri artık koyacağız dersiniz ya da koymazsınız. Ama ben "vahid"de koyacağım çünkü orada ebcedde 19'a çıkmam gerekiyor, besmeleye dokunmayacağım 19'u bozuyor. Bu seçiciliğin mantıksal karşılığı nedir? Niye yani er-Rahman'a konmaz? Nitekim bugün modern Arapça'da biz koyuyoruz. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Benim gördüğüm kadarıyla sen zaten sistemi görmemek için şey ediyorsun.</blockquote>
Gördüğünüz gibi Edip Yüksel vahid kelimesinin elifli yazıldığına dair yazılı bir kaynağı olup olmadığını soran Halis Aydemir'e tartışma içerisinde bir şey söyleyemiyor, söyledikleri hezeyanlardan ibaret. Lakin tartışma sonrası sitesinde şöyle bir makale paylaşmış:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://19.org/tr/wahd/">http://19.org/tr/wahd/</a></div>
<br />
O resimler gerçek midir yalan mıdır bilemiyoruz, gidip test edebilme gibi bir imkanımız yok, gidip müzelerde orijinallerini görmek lazım. Mucizecilerin pek çok sahtekarlıklarını ifşa etmiş bir blogda bulunuyorsunuz bu makaleyi okuyorsanız. Dolayısıyla bunlar büyük ihtimalle gerçek değildir yani inandırıcı değil. Nitekim eski nüshalarda vahid kelimesinin istisnasız elifsiz olarak yazıldığını söyleyenler var, zaten Halis Aydemir de bunu söyledi.<br />
<br />
Bundan şunu anlıyoruz, ki yukarıda da "<span style="text-align: center;">Mucize İddiasındaki Temel Sorunlar</span>" başlığında mantık hatalarından biri olarak yazdım bunları, demek ki basit bir kelime için bile başta Verş mushafı olmak üzere, bir de en eski nüshaları da tek tek gidip kontrol etmemiz gerekiyor. Bu da en azından Arapça ve para sorunlarını beraberinde getiriyor, müzelerden alınması gereken izinleri saymıyorum bile. Sözde mucizeyi görebilmek için sarf etmemiz gereken çabayı görüyor musunuz? Tek bir kelime için! Daha böyle pek çok kelime vardır, en basitinden besmeledeki Bismillah ve Rahman kelimeleri veya semavat kelimesi...<br />
<br />
Üstelik yukarıda verdiğim tabloyu hatırlayın, Verş mushafından gidersek. Bir kelimeye bakıyor, o nüshada işine geldiği gibi yazılıysa alıyor halbuki o mushaf bütün mucize iddiasına ters! Yerle bir ediyor iddiayı. Peki onları neden hesaba katmıyor? Ulaşımın çok daha zor olduğu diğer eski nüshaları saymıyorum bile!<br />
<br />
Bu "elif" harfi olayını daha iyi anlamanız için bir iki örnek vereyim, bunu bizdeki "tren" kelimesine benzetebiliriz. Mesela biz okunuşta "tiren" diye okuyoruz ama yazımda "tren" yazıyoruz, yani "t" harfinden sonraki "i" harfi sadece okunuşta var.<br />
<br />
Ya da İspanyolca'daki "h" harfine de benzetebiliriz. İspanyolca'da "h" harfi okunmaz ama yazı dilinde yazılır. Buna örnek olarak "hola" kelimesini alalım mesela, "merhaba" demektir. Yazımda "h" harfi yazılır ama okunuşta "ola" diye okunur. <br />
<br />
"Vahid" ve diğer kelimeler de aynen böyle. Edip hocamız işine geldiği zaman "tiren" diye yazıp sayıyor, işine gelmediği zaman "tren" diye alıp sayıyor. Peki Türkçe için düşünelim mesela, böyle bir şey olabilir mi?<br />
<br />
En azından Halis Aydemir'in de dediği gibi biri alınıyorsa hepsi alınmalıdır, zira hepsinin özelliği aynı, okunuşta varlar ama yazımda yoklar.<br />
<br />
Ayrıca vahid kelimesinin Kur'an'da 19 kere geçtiğine dair çarpıtmalara ise şu linkten ulaşabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.ateistforum.org/arsiv/arsiv/ARSIV-VI/html/t5034.html">http://www.ateistforum.org/arsiv/arsiv/ARSIV-VI/html/t5034.html</a></div>
<br />
<b>1:44:26 - 1:50:40</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir:</b> Girişte diyorsunuz ki Reşad kelimesi, RŞD üçlüsü Kur'an'da 19 yerde geçer. Veri tabanında taratıyorum 13 yerde geçiyor ardışık. Herhalde dedim fiilleri de eklediler.Ne buldumsa ekledim ancak o zaman 19'a çıktı.. Orada not ettim dedim ki Edip Abi'nin kitabında bir kelimeyi Kur'an'da yoklamanın yöntemi şu: o kelimenin bütün kök , türevlerini taramak. Yani bütün versiyonlarını. Fiil ama bu öyle kırılmalara uğruyor ki. Araya "vav" giriyor , "ye" giriyor , çoğul oluyor , her şey oluyor..Yani RŞD her türlü şeye geçiyor. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bir başka şey var orada dikkatimi çeken, bu zatın ismi Muhammed Reşad iken ismini sadece Reşad diye alıp tarama yapıyorsunuz. Demek ki dedim Kur'an-ı Kerim'den ayet attıkları gibi mucizeyi tamamlamak için kişinin isminden de vazgeçilmişe benziyor.<br />
Şimdi burada "isim" kelimesinin bütün türlerine bakıyoruz, bütün köklerini değil yani RŞD'deki gibi taramıyoruz, başka türlü tarıyoruz. RŞD'deki gibi tarayınca ne oluyor? 19'mu çıkıyor? Hayır. Felaket büyük rakam çıkıyor. Bütün kökleriyle ismi tararsak Kur'an'ı Kerim'de 381 yerde çıkıyor. Halbuki 19 yerde geçecek o zaman farklı bir tarama yöntemi yapılmış dedim ve bu sefer kelimeyi bütün önünden arkasından bileşikleriyle taradım, bu kez 24 tane çıktı. Bu 24 tanesinden de dedim demek ki eliminasyon yapılmış, 19 tane çıkacağına göre. Şimdi siz bana burada neyi saydığınızı neyi saymadığınızı söyleyin , ben kelimeyi bundan sonra böyle tarıyorlar diyeyim. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
İsmihu'yu sayacak mıyız ? 19'un içinde mi bu ? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="background-color: white; font-family: Georgia, 'Times New Roman', serif; font-size: 15.4px; line-height: 21.56px;"><b>Edip Yüksel:</b> Bekliyorum kitabı, ben sana orada göstereceğim gözünle göreceksin. Orada "bismi"nin üç kere geçtiğini söylüyorum. </span> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Ben de soruyorum abi, niye RŞD'yi sayarken bütün türevleri ile saydık "ism" kelimesinde seçici davrandık? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b style="font-family: Georgia, 'Times New Roman', serif; font-size: 15.4px; line-height: 21.56px;">Edip Yüksel: </b><span style="font-family: Georgia, 'Times New Roman', serif; font-size: 15.4px; line-height: 21.56px;">Reşad kelimesinden bu sistem içerisinde bahsetmiyorum bile.</span> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Abi bahsetmiyor olur musun, daha sisteme başlarken diyorsun ki, bak cümleniz şu; "adı 19 kez geçen, 19 ile 74'ü yan yana getirince...(yukarıda bahsettim bu iddiadan), bu sistem tesadüf olabilir mi?", sistemin girişinde. </blockquote>
Özet olarak bunları alalım. Edip Yüksel yine aşırı bir keyfiyet içerisinde "ismi-hu"yu saymadığını söylüyor, yani sondan ek alanları saymıyor, bunun mantığını kendisi de bilmiyor tabi, zira mantıksız bir olay, baştan ek alınca sayma sondan ek alınca saymama gibi bir şey olamaz. O halde sadece ne baştan ne de sondan ek almayan yalınları sayarsın ki bir mantığı olsun yaptığın işin. Ama yalınları saymayınca tutmuyor ne yapsın? Yalınlar 19'a uysa zaten bu kez kendisi hakaretler yağdırır ek alanları sayanlara. İlerleyen dakikalarda; "sondan ek alanlar ayrı sayılıyor" diyor. Ama neye göre ayrı sayıyorsun? Hadi 19'a uysa; "baştan ek alanlar ayrı olarak 19'a uyuyor, sondan ek alanlar da ayrı olarak uyuyor" der geçeriz, ama bunlar(sondan ek alanlar) ayrı olarak sayıldığında da 19'a uymuyor. Böyle saçma ötesi, komik bir durumla karşı karşıyayız.<br />
<br />
Öncelikle şu RŞD örneğine değinmek istiyorum, bunu bütün sayısal mucize iddiacıları yapıyor, işlerine geldiği zaman bir kelimenin bütün türevlerini, eklerini, tekilini-çoğulunu vb. sayıyorlar, işlerine gelmedi mi "ism" kelimesinde yaptıkları gibi aşırı mantıksızlıklarla sayıyı tutturmaya çalışıyorlar. Zaten her kitaptan sayısal uyumluluklar çıkarılabileceğini yukarıda yazmıştım ama bu denli seçicilik yapılırsa her kitaptan bu sayısal mucizelerin alası çıkartılır, çünkü sınırlayan bir şey yok, bir kural yok. Bir kelimenin bütün türevlerini alıyorsan, saydığın bütün kelimeleri bu şekilde saymalısın ki yine bir mantığı olsun yaptığın işin.<br />
<br />
Bir de ne hikmetse Kur'an'ın kendisine vahyedildiğine inanılan Muhammed'in ismi hiçbir şekilde bu 19'a uymuyor, neyini alırsan al ama Reşad'ın ismi uyuyor bunların mantığa göre. Demek ki Allah Reşad'ı daha çok önemsiyormuş. Bir mantıksızlık da bu.<br />
<br />
Peki neden "ism" kelimesini sayıyoruz? Bunun mantığı ne? Sen o kelimeyi besmelede geçtiği için sayıyorsan, "besmelede 4 kelime vardır ve hepsi de Kur'an'da 19 ve katları olarak geçer" diyorsan şöyle saymalısın:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Bismi <br />
Allahi<br />
er-Rahman<br />
er-Rahim</blockquote>
Besmelede bu 4 kelime vardır. Ne hikmetse gidip "bismi" sayacakları yerde bundan sadece "ism"i alıp onu sayıyor. "İsm" kelimesi tek başına bir şey ifade etmiyor ki besmelede? Bildiğiniz "isim" yani? Nitekim Vakıa Suresi'nin 74. ayetindeki "bi ismi" yi sayıyorlar. Ama aynı zamanda sondan ek aldı diye "ismi-hu"yu saymıyor ve kitabında verdiği liste için aynen şöyle diyor; "İSM" kelimesinin yalın olarak geçtiği sure ve ayetlerin listesini sunuyoruz:". Ama 14 tane kelimeyi yalın sayıyor gerisi "bi ismi" şeklinde devam ediyor. Bu ne lahana turşusu bu ne perhiz!<br />
<br />
Halbuki yukarıda da dediğim gibi yine besmeledeki bir kelime olan Allah kelimesini sayarken kelimenin bütün türevlerini sayıyorlar.<br />
<br />
Daha da ilginci besmeleye elif harflerinin sokulmasını sert bir dille reddederlerken, isim kelimesini elifli sayıyorlar. Yani besmele içinde elif alamaz ama besmele dışında alır diyorlar. Sözde besmeledeki kelimeleri sayıyorlar ama "ism"i bambaşka bir forma sokarak besmeleden ayrı sayıyorlar. <br />
<br />
Ayrıca besmeledeki diğer kelimeler de 19 ve katları değil. Zira Kur'an'da 114 besmele vardır ve bu da 19'un katıdır derler ama yukarıdaki verdiğim besmele kelimelerini sayarken sadece ayetlerde bulunan kelimeleri hesaba katıyorlar, halbuki sen besmeleleri numarasız ayet kabul ediyorsan o besmeleler içindeki kelimeleri neden saymıyorsun? Bu denli seçiciliğin mantığı nedir?<br />
<br />
Bunun nedeni şuymuş; "kelime sayımlarında numaralı yani Kur'an'da olan besmeleler, harf sayımlarında numarasız besmeleler sayılır". Hatta kitabında aynen şunları söylüyor; "Not: Harf sayımlarında Sure başlarındaki tüm besmeleler dahil edilir".<br />
<br />
19'a böyle uyuyormuş ama bu savunmadan sonra Alak Suresi'nde harf sayarken besmeleleri yine dahil etmiyorlar. Yani süper seçiciliği burada da görüyoruz, istediğimiz kadar ayeti sayabiliyoruz, hiçbir nedeni olmadan, 19'a uysun yeter. Ayrıca Alak ve İnfitar Sureleri'nin yanında A'la Suresi de 19 ayettir ama nedense o sure ile ilgili 19'sal herhangi bir iddiaları yok, Edip'in dediği gibi; "çok ilginççç"! Bari 19 ayetli surelerin hepsi 19'a uysaydı!<br />
<br />
İnfitar Suresi için ise şöyle bir 19'luk iddiası var, yine Edip'in kitabından alıyorum:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Son kelimesi "Allah" olan biricik sure 82. sure olup "Allah" kelimesi 19. ayettedir. Ve bu, sondan 19. "Allah" kelimesidir. (Bu sure 19 ayete sahip ilk suredir.)</blockquote>
İlk söyledikleri zaten bir şey ifade etmiyor, 19. ayetteyse ne olmuş? Kafa karıştırmaktan başka bir şey değil. Biz son cümleye bakalım yani İnfitar'daki Allah kelimesi sondan 19. Allah'mış. Ama ben bunu bizzat Edip Yüksel'in, aynı kitabında verdiği Allah sayımı tablosunda sondan İnfitar Suresi'ne kadar sayarak test ettim ve oradaki Allah 19. değil 18. Allah. Gelin birlikte sayalım:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjU-HnVlcw5IjwWLHxjmOUZoALGTBQeVoxEUj7o_x7Fc6FnYI0GsRg4-AHEuJrT7ORizY0L6FsHqWiTbE-h2LI9wbji-gLjVdQIX8X3Hp1ScWSRm_Rb40UsvVifqaU2zZNzJPrUUkn1rBFv/s1600/Ads%25C4%25B1z.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjU-HnVlcw5IjwWLHxjmOUZoALGTBQeVoxEUj7o_x7Fc6FnYI0GsRg4-AHEuJrT7ORizY0L6FsHqWiTbE-h2LI9wbji-gLjVdQIX8X3Hp1ScWSRm_Rb40UsvVifqaU2zZNzJPrUUkn1rBFv/s320/Ads%25C4%25B1z.jpg" width="210" /></a></div>
Şimdi sen gel de güven bu mucizeciye! Kitabında hem Allah 19. Allah'tır diyor hem de aynı kitabında verdiği tabloda bahsettiği Allah 18. Allah çıkıyor! Offf, siz mucizeciler hepiniz aynısınız! Gel de bundan sonra güven bu adama! Kim bilir kelime sayımlarında, burada bahsetmediğim diğer harf sayımlarında vb. ne çarpıtmalar yapmıştır. Dua etsin Arapça'm yok da kontrol edemiyorum ama mantığını çöpe atmamış insanlar için bu kadarı da yeterlidir. <br />
<br />
Konuya dönecek olursak; sen harf sayımına numarasız besmeleleri de dahil ediyorsan, tamam sadece harf sayımında numarasız besmele kullanma keyfiliğini kabul edelim ama surenin bütününü sayman gerekir, aksi takdirde ben işime geleni sayar geçerim de de bari bizi uğraştırma.<br />
<br />
Ayrıca Kalem Suresi'nde "nun" harflerini sayarken yine besmeledekini de dahil etmişlerdir. Yani besmele sayımı konusunda sıraladığı sebeplere tamam desek bile yine bunun da kendi içinde bir tutarlılığı yok. <br />
<br />
Ana konuya dönecek olursak, ilginçtir ki, besmeleden kelime sayıyorlar ama besmelelerdeki kelimeyi saymıyorlar. Fatiha Suresi'nin 1. ayeti, Hud Sresi'nin 41. ayeti ve Neml Suresi'nin 30. ayetindeki besmelelerdeki isim kelimelerini sayıma dahil etmiyorlar. Yani Kur'an'da besmeledeki ismi arıyorlar ama asıl saymaları gereken besmelelerdeki isim kelimelerini saymıyorlar. Saçmalığa bakın, nasıl bir tiyatro dönüyor ortada.<br />
<br />
Ve yine saçmalığa bakın ki, besmelede bulunan isim kelimesi "yalın" halde(isim kelimesi Kur'an'da yalın halde 19 kere geçmez) 19 kez geçer deyip besmelelerde saymazlarken, yine besmelede bulunan Rahman, Rahim ve Allah kelimelerini sayarken, bahsettiğim ayetlerin besmelelerindeki Rahman, Rahim ve Allah'ı da sayıyorlar.<br />
<br />
Sahtekarlığı görüyorsunuz. değil mi? Eğer besmeleler uysa bu sefer bu kelimeleri sayarken besmeleleri de sayacaklardı, ama sınırsız seçicilikleri var. Bu şekilde getirin bana size satanistlerin İncil'inden de sayısız mucize çıkartayım.<br />
<br />
Ayrıca dipnot olarak düşelim ki "isim" gibi Allah kelimesinin sayımı da çarpıtma dolu, bazı ayetlerde 1'den fazla Allah kelimesi geçiyor onları almıyorlar. Baktılar buna rağmen yine uymadı, Kur'an'dan ayet attılar. Rahman ve Rahim kelimelerindeki elifleri de saymıyorlar mesela, çarpıtma üzerine çarpıtma dolu. Yani bu mucize de diğerleri gibi kandırmaya yönelik. Bu konuda izlemenizi önerdiğim şöyle bir video var:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/ybYaNSd80JA" width="560"></iframe><br />
<br />
Kendi eleştirilerimi de yaptıktan sonra devam edebiliriz.<br />
<br />
<b>1:50:44 - 2:00:00</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>"el ismul füsuku" bunu alacak mıyız abi? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>İsim... </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Bunu alacak mıyım? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Evet. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Peki, burada daha özel bir şey soracağım. Eğer burada anlam olarak önemsiyorsak buradaki kelime Allah'ın ismi şeklinde bir terkibin parçası, "be" harfi vardı dedik ki bu isimleri de sayalım, seçiciyiz. Şimdi buradaki isim kelimesi ise "el ismi el füsuku" fasıklık ismi diye Allah'ın ismiyle falan hiç alakası yok. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Tam bu noktada eğer bunu al diyorsanız, ki Allah'ın ismiyle falan hiç alakası yok, o zaman niye Kur'an kelimelerini sayarken falanca yerdeki Kur'an'ı almayacağız çünkü o kuran, Kur'an değil diye orada hariç tutuyorsunuz. Kaldı ki oradaki hesabınız da tutmadı, o dediğiniz haliyle de gittim hesapladım ama o da tutmadı.<b><br />
</b><b><br />
</b><b>Edip Yüksel: </b>Tamam sorun değil o işin aslı değil, zaten Kur'an kelimesi... Nerede nerede nerede? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>En sonda özet olarak verdiğiniz şeyde; "el-Kur'an" kelimesi Kur'an'da 57 kere geçer". Yanlış, ben göremedim gösterebilirim size. Parantez içinde; "sayıma Yunus Suresi 15. ayetteki Kur'an dahil edilmemiştir, zira burada başka bir Kur'an'dan bahsedilmektedir". </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu şunu öğretiyor bana demek ki kelimenin anlamıyla da ilişkiliyim sayımlarda. Kelimenin anlamı eğer benim düşündüğüm, baştan yola çıktığım şeye ait değilse saymayacağım. Şimdi burada bizim yola çıktığımız şey "bismillah" diye Allah'ın ismi, peki niye geldim ben fasıklık ismini sayıyorum burada? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
2. Sondan eklemeyi kabul etmediğiniz "ismi-hu" sondan eklemeyle birlikte "nekre(belirsiz)" isim "marifeye(belirli)" dönüşür. Aynı şekilde burada "isim" kelimesi baştan gelen "el" takısıyla yine marifeye dönüştü. Yani bu bir gruba aitse o alınmayanların grubuna ait. İrab bakımından alınmayanların grubuna ait mana bakımından da öyle. Bunu ama sayıyorsunuz, kaldı ki kendinizin verdiği şu not size ait değil mi abi? "Burada geç bu alınmamalı" diye? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Ben bunu zaten çoktan çıkardım. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Abi çıkarma ben onu saydım çünkü, onu da sayacağım bugün ben burada. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Yani o bir yanlış sayım çünkü sisteme uymuyor. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Abi bi saniye, siz bunu söylediğiniz zaman ben çok önemsiyorum, demin benim kitabıma atıyordunuz, şimdi kendi kitabınıza atmaya kalktınız. Buradaki sayımlar sizin emin olmadığınız, elinize birilerinin tutuşturduğu sayımlar mı? Buna dayanarak siz Kur'an'dan ayet atıyorsunuz abi. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel:</b> Dinle dinle. Bu kitapta %100 hata yoktur demiyorum(ilerleyen dakikalarda sözünü geri alıyor). </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Ben rastlantısal 3 tespite girdim, 3'ü de yanlış çıktı. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Sen burada burada alınmış anekdotal bir şey ki, sonradan fark edip ben zaten çıkardım. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Böyle çıkarmaya devam ediyor musunuz abi? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Yok devam etmiyorum ama bir yanlışımı gösterirsen ben kabul ederim. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>Bunu gösterecektim zaten attım dediniz. O zaman ikinci tespit ettiğim yer de yanlış mı? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Şu ana kadar yaptığın eleştiride bir burada haklısın. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Halis Aydemir: </b>"Bismi"de haklı değil miyim abi? Ben şunu merak ediyorum bizim bi sayma standardımız var mı yok mu?</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Edip Yüksel: </b>Yok(haklı değilsin). Sen buradaki çelişkiyi fark ettin, ben de fark etmiştim ve mevcut kitaptan çıkardım. İngilizce'sinde yok ama Türkçe'si daha yenilenmedi.</blockquote>
Demek ki Türkçesi'nin yenilenmesini beklemek lazım yanlışı görmek için. Birkaç eleştiri getirelim buraya da.<br />
<br />
Yukarıda da bahsettim neden "ism" kelimesini sayıyoruz? Besmelede geçtiği için diyorlar, o halde "bismi"yi saymamız gerektiği ortada ama madem "isim" kelimesini sayıyorsun o da bari Allah'ın ismi olsun mübarek! Fasıklık ismini niye katıyorsun araya? Sen besmeleden yola çıkarak sayıyorsan isim kelimesini, o zaman besmeleye uygun kelimeleri almalısın. Yoksa besmeleye bak "bism"i say bu üç kere geçiyor, olmaz de. Bu sefer "b" harfini at, elif ekle sadece isim kelimesini say, olağanüstü tahrifatlarla bunun sayısını 19 çıkar! Olacak şey mi?<br />
<br />
O saydığın ismin besmeleyle ne alakası var? Ha desen ki; "Kur'an'da isim kelimesi 19 kere geçer(besmeleyle alakasız)" o zaman tamam diyebiliriz, tahrifatları göz ardı edersek ama besmeleden yola çıkarak sayıyorsan, saydığın isim kelimeleri besmeleyle uyumlu olmak zorunda, sadece Allah için kullanmak zorunda. Aksi takdirde; "besmelede 4 kelime vardır ve bunların hepsi Kur'an'da 19 ve 19'un katları kadar geçer" dersen açıkça yalan söylemiş olursun, çarpıtmış olursun.<br />
<br />
Bu Kur'an'daki "Allah'ın eli" ifadesi 19 ve katları şeklinde geçer deyip, insan, şeytan ne varsa hepsinin elini saymak gibi bir şey, olağanüstü mantıksız yani.<br />
<br />
Her neyse Edip hocamız "Kur'an" sayımının çelişki olduğunu kabul ediyor ve kitabından çıkardığını söylüyor. İlerleyen dakikalarda "salih" kelimesini örnek veriyor, "salih kelimesi bir kimsenin ismi anlamında özel isim olarak kullanılırsa o özel isim kapsamında sayılır, "iyi kişi" anlamında cins isim için kullanılırsa o zaman cins isim kapsamında sayılır" diyor. Yani özel isim için kullanılan kelimelerle, cins isim için kullanılan kelimeler ayrı sayılırlar diyor. "İsim" kelimesi de cins ve özel isimler için bir etiket olduğundan(yani cins isim için de kullanılır özel isim için de) fasıklar için kullanılması vb. fark etmez, bütün cins kelimeler bu bağlamda sayılırmış. <br />
<br />
Ama sadece Kur'an sayımı değil ki, Halis Aydemir'in de dediği gibi başka yerlerde de anlamsal fark gözetiyor. Mesela "arş" kelimesi var, bu kelime sayılırken yine falanca yerdeki "arş" Allah'ın arşı değildir, o yüzden sayıma dahil edilmemiştir deniyor. Bunun için, sonra paylaşacağım, Mustafa İslamoğlu'nun yazısından bir alıntı yapayım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
...Örneğin, halifeye göre Kur'an'da 20 adet "arş" kelimesi var. Tevbe'dekini çıkarınca 19 kalıyor. oysa Kur'an'da 22 adet "arş" geçiyor. Yusuf/100 ile, Neml/23'teki "arş’'lar Allah için değil kullar için kullanıldığından sayıma alınmamıştır, deniliyor. oysa "ism" kelimesinin sayımında, Reşat Halife, kullar için kullanılan "ismü'l-füsuku"yu sayıma dahil etmişti.<br />
<br />
19'a uyunca metin ile, uymayınca mânâ ile sayım, ta ki uydurana kadar. Aynı şey bir çok kelimenin sayımında da yapılmıştı. "Kur'an" kelimesi de bunlardan biri. Kur'an'da 58 kez "kur'an" kelimesi geçmesine rağmen Yunus/15 ayetindeki kelime sayılmayıp sayı 19'un katına denk getirilmiştir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
İşte garip bir örnek daha: "v-k-l" kökünden gelen kelimeler Kur'an'da 70 olduğu halde, o, 58 adet bulunduğunu, inkar ettiği Tevbe'dekini çıkarınca 19'un katı olan 57 kaldığını söylemektedir. Bu rakama nasıl ulaştığı gerçekten meçhul. Eğer sadece fiilleri saymışsa bunun sayısı da 42'dir. </blockquote>
Durumlar bu kadar vahim işte, tahrifatları, çarpıtmaları görüyorsunuz. Eğer Edip Yüksel'in "salih" örneğine bakarsak, bu söylediği de çöküyor, zaten mantıksal bir karşılığı yok, videoda Halis Aydemir cevabını veriyor. Bu "arş" kelimesi de "isim" kelimesi gibi Allah, kul fark etmez hepsi için, hepsinin tahtı için kullanılır. Yani Allah'ın tahtı da dersin, fasıkların tahtı da. Ve böyle çok daha fazla çarpıtma olduğundan eminim. <br />
<br />
Besmelede gördüğünü saymayanlara ateş püsküren 19cular, basit bir isim kelimesini otantik sayamıyorlar. Halbuki isim kelimesinin çok fazla versiyonu var, istenilen her sayıya uydurulabilir yani. Ee o zaman vahidde yaptığınız gibi besmeledeki elifleri, şeddeleri vb. de kabul edin öyle sayın? Ama yok, işimize hangisi gelirse o diyorlar. O zaman bu 19 mucizesine sadece sizin gibi cahiller inanır, objektif düşünebilenler için bu söz konusu bile olamaz, daha önce de dediğim gibi bunca çarpıtmaya rağmen hala 19 mucizesi diyebilmek için mantığı çöpe atmak gerekir. <br />
<br />
Halbuki bu 19 meselesi gerçekten Allah'ın işi olsaydı, Allah var olsaydı, böyle zorlamalara gerek kalmadan bütünün kendisi bize 19'u verirdi, hiç eğip bükmeye gerek kalmazdı. 19 iddiasını Allah'a bağlamak, ona da hakarettir. İnandığınız Tanrı'nın gerçekten böyle zorlama mucizeler gönderebileceğini düşünüyorsanız, inandığınız Allah size akıl fikir versin diyorum ne diyeyim.<br />
<br />
Ben videodaki bir iki meseleyi aldım buraya ama Halis Aydemir'in seçtiği sadece 3 örnekte bile türlü çarpıtmaları, zorlamaları vb. gördük. Bir de iddia kapsamında sayılan bütün kelimeleri incelesek? O zaman ortaya dehşet bir karışıklık, çarpıtmalar, zorlamalar, türlü şeyler çıkacaktır.<br />
<br />
Bu tartışma için söylenecek çok şey var aslında ama bu kadarı yeterli, siz de bütün videoyu sindire sindire mutlaka izleyin, daha pek çok konuya değiniliyor, hepsini yazmam zor olacağından bu kadarını yazdım. Son olarak yine bu tartışmanın bazı kısımlarını şu linkten yazılı olarak okuyabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://ahmednazif.blogspot.com/2013/12/edip-yukselin-darmadagn-oldugu-tartsma.html">http://ahmednazif.blogspot.com/2013/12/edip-yukselin-darmadagn-oldugu-tartsma.html</a> </div>
<div>
<br />
Yazının sonuna geldik gibi, yukarıda bahsettiğim videoları da ekliyim buraya, ilk olarak Dr. Mehmet Özen'in örneğinin geçtiği video:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/z2_HeKIk0fo" width="420"></iframe><br />
<br />
Ve bu da Prof. Dr. Haluk Oral'ın örneğinin geçtiği video:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/iJla_ERCdDQ" width="420"></iframe><br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/xJ5fgcURWsc" width="420"></iframe><br />
<br />
İki videoyu da izlemenizi öneririm. İlk videoda genellikle hadis-ayet tartışmaları yapılmış, Mehmet Özen'in tespiti de orada ama ikinci videoda 19 olayına daha çok değinilmiş. Hatırlarsanız bi aralar da Ömer Çelakıl vardı, onun iddialarına da cevap verilmiş. Üstelik Edip Yüksel de ona gayet yerinde eleştiriler getiriyor ama ne var ki, ona eleştiri olarak sunduğu şeyleri kendi de yapıyor. İzlemeniz tavsiye olunur. <br />
<br />
Şimdi aşağıda vereceğim linklerden alıntılar yapacağım. Ve şuan dikkat edin ki verdiğim kaynakların biri dışında hepsi Müslümanların reddiyeleri. Yani en büyük tepkiler Müslümanlardan geliyor bu 19 safsatasına, bu da bir not olarak köşede dursun. Vereceğim linkleri genel olarak şöyle özetleyebilirim, Süleyman Ateş'in yazısından:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Koray, Sûre başlarında bulunan besmeleyi, sûreden birer âyet kabul etmektedir. Bu konu ihtilâflıdır. Kimi besmelenin âyet olmayıp sûreleri birbirinden ayırmak üzere konduğunu söyler. Kimi bağımsız âyet olduğunu; kimi de surenin âyeti olduğunu söylemiştir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Alak Sûresi’nin ilk 5 âyetinin ilk inen Kur’ân olduğu da tartışılabilir. Abduh Fâtiha’nın önce indiği kanısındadır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Alak Sûresi’nin 5’nci âyeti diğerlerinden ayrılamaz. Onlarla birlikte indiği siyaktan bellidir. O zaman da bunların harfleri 19’dan çok fazladır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Reşad Halîfe’ye göre Kur’ân sûreleri, başlarına konan besmelenin harf sayısına göre kodlanmıştır. Besmelede 19 harf vardır. Her sûredeki âyetlerin sayısı da 19 veya 19’un katıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de 114 sure vardır. Bu 19’un katıdır. 19x6=114 eder.<br />
<br />
İyi ama son iki sureyi duâ kabul edip Mushafına almayan sahâbîler de vardır. Ayrıca Tevbe ile Enfâl’i bir tek sure kabul edenler de bulunduğundan bu iki sure arasına besmele konmamıştır. Bunlar nazara alınırsa Reşad’ın sistemi yıkılmaz mı? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Önce بِِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (bismillâhirrahmânirrahîm) 19 harfli değil, 21 harflidir. Çünkü normalde bâ’dan sonra ismin vasl hemzesi vardır. Fakat gelenekte öyle yazıldığı için yazımda gösterilmemiştir. Ayrıca الرَّحْمَنِ (er-Rahmân)’da mimden sonra bir elif bulunur. Bazıları İshak, Rahmân, Osman gibi kelimeleri asıl kuralına göre elifli yazarlar. Çünkü Rahmân kelimesi fa‘lân vezninde bir sıfattır. Aslı الرَّحْمَانِ (er-Rahmaan)dır. Demek ki besmele aslında 19 değil, 21 harflidir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halîfe’nin hesaplarını güzelce kontrol eden Dr. Orhan Kuntman özetle şu tesbitleri yapmıştır: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halife’ye göre Allah’a âit isim, Mâide’de 4, En‘âm 118, 119, 121, 138; Hac: 28, 34, 36, 40; Hucurât: 11 (bi’se’l-ismu’l-fusuku ba‘de’l-îmân); Rahmân: 78, Vâkı‘a: 74, 96; Hâkka 52, Müzzemmil: 8; Dehr: 25, A‘lâ: 1, 15; Alak: 1’de geçmektedir. Bunların toplamı 19 eder. Oysa Hucurât 11’deki ism, Allah’a âit değil, fâsık unvanı anlamında isimdir. Sırf sistemini kurmak için fısk unvânı anlamındaki ismi de Allah’a âit isim olarak saymak çarpıtmadır, tahrîftir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Burada Allah’a âid olmayan ismi de sayıma katan Halîfe, Arş kelimesinde bu prensibin dışına çıkarak kulların tahtını anlatan Yusuf 100 ve Neml 23. âyetlerdeki arş kelimelerini hesaba katmıştır ki bu da çelişkidir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Ayrıca Hud 42, Neml 30. âyetlerde de Allah’ın adı anlamında isim geçer ki Hucurat’taki ism çıkarılıp bu iki isim eklenirse Kur’ân’da Allah’ın adı olarak isim kelimeleri 20 eder. Bu da 19’u aşar.<br />
<br />
<b>Lafza-i celâl:</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Tevbe: 169 lafza-i celâl bulunduğu halde Reşad Halife’nin hesabında 168 gösterilmiş, 15. âyette iki tane varken bir tane lafza-i celâl sayılmıştır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Hac Sûresi’nde 75 adet lafza-i celâl varken Halîfe bu sayıyı 76 göstermiştir. 60. âyette 2 adet lafza-i celâl olduğu halde 3 adet gösterilmiştir: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Furkan’da 8 adet varken 7 adet, Mü’min’de 53 adet varken 52 adet, Mücadele’de 40 adet varken 41 adet göstermiştir.<br />
<br />
Yani Tevbe’de 1 eksik, Furkan’da 1 eksik, Mü’min’de 1 eksik, Hac’da 1 fazla, Mücâdele’de 1 fazla sayılarak 19’un katı olan 2698’e ulaşmıştır. Bu attıkları ve kattıkları hesaba katılırsa 3-2=1+2698=2699 eder. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halîfe, 19 sistemine aykırı bulduğu için Tevbe Sûresi’nin son iki âyetinin, uydurma olduğunu söylemiştir “Çünkü Tevbe Sûresi’nin son iki âyeti, çok kişi tarafından desteklenmiş değildir. Büyük bir ihtimalle bu iki âyet, Ebubekir, Ömer ve Zeyd’den çok sonra Peygamber’in hayranları tarafından Kur’ân’a sokulmuştur. Çünkü Kur’ân’da bulunan 9 kelimenin miktarları hususunda, Tevbe Sûresi’nin son iki âyetinde bulunanları katmadığımız zaman 19’un katı rakamlar elde ettiğimiz halde bu iki âyeti kattığımız zaman elde ettiğimiz rakamlar 19’un katı değildir” diyor. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halife, sistemine uymadığı için bu iki âyeti reddettiği halde,bu âyetlerdeki “Hasbiyallah” kelimesini hesaba katmıştır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Yazar tevekkeltu kelimesinin 58 adet bulunduğunu, Tevbe Sûresi’nin son âyetindeki tevekkeltu kelimesi hesaba katılmadığı takdirde 57 olacağını, bunun 19’un katı olduğunu söyleyerek bu âyetteki kelimeyi hesaba katmamıştır. Bundan ayrı olarak aynı fi‘lin 4 adet tevekkelnâ, 1 tane netevekkelu, 12 adet yetevekkelu, 5 adet yetevekkelûne; 9 tane tevekkel, 2 tane tevekkelû, 3 tane mütevekkilûn, 1 tane de mutevekkilîn vardır ki bunların toplamı 44 eder. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Buna ilâveten vekkelnâ, 1 tane vukkile, 11 tane vekîl, 13 tane vekîlâ vardır ki bunların sayısı 26 eder. 44+26=70 Bu rakam 19’un katı değildir. Bu bakımdan Halîfe’nin, bu kelimeyi ve türevlerini 58 hesabetmesi gerçeği yansıtmıyor.</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halîfe, Kur’ân’da Rabb kelimelerinin 970 kez geçtiğini, Tevbe Sûresi’nin son âyetindeki rabbu’l-arşi’l-azîm hesaba katılmayınca bu sayının, 19’un katı olan 969 olacağını söylemektedir. Oysa yazar burada hatâ yapmıştır. Çünkü Tevbe son âyetteki de dahil, Kur’ân’da 969 rabb vardır. Tevbenin son âyetindeki rabb çıkarsa sayı 968’e düşer. Bu da Halîfe’nin uydurma saydığı âyetteki rabbı da hesaba katmak zorunda olduğunu gösterir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halîfe’ye göre Allah kelimesi 2699 defa geçmektedir. Tevbe sonundaki Allah kelimesi çıkarılırsa 19’un katı olan 2698 kalır. Oysa Halîfe, Âl-i İmrân 26, Mâide 114, Enfâl: 32, Yûnus: 10 ve Zümer 46. âyetlerdeki Allah kelimelerini de hesaba katmamıştır ki bunlar da eklenirse 2699+5=2704 rakamı elde edilir. Eğer kendi iddiâsı gibi Tevbe’nin son âyetindeki hesaba katılmazsa 2703 eder ki bunların ikisi de 19’un katı değildir.</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halîfe, Kalem Sûresi’nde 133 nûn harfi bulunduğunu ve bunun 19’un katı olduğunu ileri sürmektedir (Kur’ân, Görülen Mu‘cize, s. 92). Oysa Halîfe bu hesabı tutturmak için tek harfin işareti olan ن (tenvin) işaretini, iki nûn sayarak bu rakama ulaşmıştır. Bir harfi, okunuşunu nazara alarak iki harf göstermek yanlıştır. O zaman diğer harfleri de öyle iki nûn kabul etmek gerekir. Ayrıca Kalemin başındaki besmeledeki er-rahmân’ın nûn harfini de hesaba katmıştır. Oysa er-Rahmân ismini sayarken sadece Fâtiha’daki besmelenin Rahmân’ını almış, ve 57 rakamına ulaşmıştır, diğer besmelelerdeki Rahmânları almamıştır. Çünkü onlar da hesaba katılırsa 112 Rahmân daha ortaya çıkar ki toplam 169 eder. Bu rakam 19’un katı değildir. Rahmân isminin rakamlarını saptarken Kalemdeki besmele yok sayılmış iken, nûn harfini saptarken neden aynı besmele varsayılmıştır. Bunlar sistem hatırına zorlamalardır.<br />
<br />
Cenk Koray (aslında Halîfe) Şûra Sûresi’nin Q (ق) harfiyle başladığını söylüyor. Oysa (حم)den sonra ayn (ع ayn) harfiyle başlar. Şûra ile Kaf Sûresindeki kaf harflerinin 57’şer olduğu, bunların toplamının, 19’un katı olan 114 ettiği söyleniyor.<br />
<br />
Neden Şûrâ’nın ilk harfi olan ayn, ondan sonraki sîn alınmıyor da kelimenin son harfi olan kaf alınıyor?<br />
<br />
Bu hesaplamalar bazı yerlerde tesadüfen tutsa da genel bir kural değildir. Bir iki yerde de kural bozulsa mu’cizelik kalmaz. Böyle tesadüfler, sıradan sözlerde de olabilir. Meselâ Yeni yapılmış apartmanlara yapıştırılan levhalardaki “Satılık daireler” ifadesi, “aruz vezni olan “feilâtün feilün” kalıbına uymaktadır. “Çattık belâya” sözü de “Müstef‘ilâtün” veznindedir. Ama bu lafları söyleyenler ne aruz vezni bilirler, ne de bu vezne uygun olsun diye düşünmüşlerdir. Bunlar tesadüftür.<br />
<br />
Öngörülen sayıyı tutturmak için temelde bir kural yoktur. Kâh baştan gidiliyor, kâh soldan sayılıyor. Nereden bu sayı tutturulabiliyorsa oradan başlanıyor. Sonuçta 19 rakamı Kur’ân’a uymuyor; Kur’ân, temel alınan bu 19 rakamına uyduruluyor.<br />
<br />
Önce Bismillahirrahmanirrahim’in Arapça orijinalinin 19 harfli değil, 21 harfli olduğunu belirtmiştik. Çünkü normalde bâ’dan sonra ismin vasl hemzesi vardır. Fakat gelenekte öyle yazıldığı için yazımda gösterilmemiştir. Ayrıca el-Rahmân’da mimden sonra bir elif bulunur. Bazıları İshak, Rahmân, Osman gibi kelimeleri asıl kuralına göre elifli yazarlar. Çünkü Rahmân kelimesi fa‘lân vezninde bir sıfattır. Aslı el-Rahmân’dır. Demek ki besmele aslında 19 değil, 21 harflidir.<br />
<br />
Ayrıca Besmele, Ömer’in sandığı gibi Kur’ân’ın ilk âyeti değildir. Hiç âyet olmayıp, sureleri birbirinden ayırmak için sure başlarına konduğunu söyleyen âlimler de vardır. Zaten besmele, İslâm’dan önce de vardı. ve Araplar işe başlarken ya besmele veya formunda bir cümle söylerlerdi. Böyle iken besmeleyi Kur’ân’ın ilk âyeti saymanın tutarlı yanı var mı? Sadece Neml Suresi’nin 30’ncu âyetinde geçen besmele kesin âyettir. Diğerlerinin âyet olup olmadığı üzerinde görüş ayrılığı vardır. Kisin olmayan şey, bilimsel veri olarak kullanılabilir mi?<br />
<br />
Yazar Alak Suresi’nin 19 âyetten oluştuğunu söylüyor. Şu çelişkiye bak. Hem besmeleyi sureye dahil âyet sayıyor, hem de Alak suresinde besmeleyi sureye dahil etmiyor. Çünkü besmele de sayılsa Alak Suresinin âyet sayısı 20 olur ki bu 19 mu’cizecilerinin tezine uymaz.<br />
<br />
Nasr Suresi’nde de yine bu tutarsızlık sergileniyor: Nasr Suresi 19 sözcükten oluşuyormuş. Besmele nerede kaldı? Besmele de katılınca bakalım sözcük sayısına: Baştaki izâ (إِذَا), sözcük olmayıp harf edat olduğu halde sureye katılsa dahi 19 değil, 18 sözcük eder. Bütün bağlaçların da sözcük olduğu varsayılıp sayılsa tam 23 sözcük eder. Bir de 4 sözcüklü besmeleyi katarsak 27 sözcük eder. Nerede kaldı 19 sözcük?<br />
<br />
Bu iddialar tutarsız, hayali şeylerdir. Bunları Kur’ân’a uyarlamak ve Kur’ân’ı bunlarla şifrelemek saygısızlıktır, cür’etkârlıklıtr, edebe aykırıdır.<br />
<br />
Yazar, birbirleriyle ilintili sözcüklerin tekrarlanışından da anlamlar çıkarır. Gûyâ “Halakakum: Sizi yarattı” 16 defa geçiyormuş; “bununla ilgili “kulluk yani ibâdet” de 16 defa geçiyormuş. Araştırdım. Evet “Halakakum” 16 defa geçiyor ama “ibâdet” 9 defa geçiyor. Fakat ibâdet sözcüğünün türevleri pek çok geçer.<br />
<br />
Şarap, Arapça hamr’dır. Yazara göre 6 defa geçiyor. Bununla ilgili sarhoşluk da 6 defa geçiyormuş. Araştırdım. Evet hamr altı defa geçiyor ama, bununla ilgili olan sekr 6 defa değil, üç defa geçiyor. Ötekiler sekr değil, sükârâ’dır (sarhoşluk değil, sarhoşlar). Bunlar da katılırsa sözcük 7 defa geçmiş olur.<br />
<br />
İşte bu tutarsız savlarla gûyâ Kur’ân’ın şifresini buluyor ve kehanetlerde bulunuyor. Modern anlamda falcılık yapıyor. Ama gelecekten herhangi bir orijinal haber vermiyor. Yaşanmış, söylenmiş olayları, yapılmış keşif ve icatları ele alıp Kur’ân’da bunların vuku bulduğu tarihi çıkarmaya çalışıyor. Yani sonuç belli, O sonuca nasıl varabilecekse öyle hareket ediyor, sayıların sağından giriyor, solundan giriyor, bir ekliyor, 19 ekliyor. İstediği gibi yapıyor. Böyle yaptıktan sonra insan romanlardan da mucizeler çıkarabilir.</blockquote>
Süleyman Ateş önemli noktalara temas etmiş o yüzden uzun bir alıntı oldu. Diğer vereceğim linklerde de bunlardan söz ediliyor genel olarak. İşlerine gelen kelime ve harfleri sayarak işlerine gelmeyenleri saymadıklarından filan bahsediyorlar, bunları zaten yukarıda inceledik ama yine de vereceğim linkleri de okursunuz. Öncelikle Süleyman Ateş'in yazısının bulunduğu linki verelim, hepsini okumanızı öneririm, bu 19 safsatasının kökenlerine filan değinmiş:</div>
<div>
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.suleyman-ates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=10&Itemid=41">Süleyman Ateş</a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ayrıca uzun bir yazıyı daha biraz kırpmayla olduğu gibi buraya alıyorum, sadece link verecektim ama buraya almam daha iyi olacak, hem Halis Aydemir tartışmasından makaleye almadığım konulara da değinilmiş, olasılık hesapları filan yapılıp güzelce açıklanmış:</div>
<blockquote class="tr_bq">
...Bu gibi 52 tane hesaplaması(physical fact) ile Rashad Khalifa bir mucize keşfettiğini iddia etmişti. Türkiye’de birçok yayının bu iddiaları sahiplenmesi ve nispeten iddiaları test etmenin belli bir Kuran ve Arapça bilgisi gerektirmesi bu konunun muğlaklığının sebebi olarak görülebilir. Yayınlanan bazı eleştirilerden sonra olsa gerek, bu iddiaların birçoklarından vazgeçilmiş ve Rashad Khalifa’nın Türkiye temsilcisi konumundaki Edip Yüksel iddialarını derlediği yeni bir kitap yazmıştır. İlk bakışta göze çarpan şey bu iddiaların genel bir kurala sahip olmaması ve harf sayımlarından, kelime, ayet, sure sayımlarına kadar; istenildiğinde sondan başa, istendiğinde baştan sona veya başka bir mantık zemininde sayımların yapılabilmesidir. Bununla ihtimaliyet açısından bakıldığında “Mucize” veya Şifre gibi tanımlar yapılırken bunların tesadüfen öyle olmadığı dile getirilmektedir. Bu iddiaları değerlendirebilmek için önce gruplamamız gerekir. Harf sayımları, kelime sayımları ve diğer sayımlar olarak kabaca sınıflandırmak genel bir çerçeve çizebilmek için yararlı olacaktır. İlk olarak harf sayımlarına bakalım.<br />
Kuran’da bilindiği üzere 29 adet surenin başında Kesik Harfler(huruf-u mukatta’a) bulunur. Toplamda 14 farklı harf istimal edilmiş, 14 farklı kombinasyon oluşmuştur. Bu harflerin ne anlama geldiği konusunda çeşitli görüşler zikredilmiştir. Edip Yüksel ise bunların matematiksel şifre olduğunu iddia etmekte ve harflerin sayımını yaparak sure içinde 19 ile ilişkili olduğunu iddia etmektedir(ss. 100-127). Bunun örneklerine bakalım. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
İlk olarak Edip Yüksel “kaf” harfini içeren iki kombinasyonu ihtiva eden surelerde(Şura ve Kaf sureleri) “Kaf” harfini sayıyor ve 19’un katını buluyor. O halde kural olarak kabul ettiği şey: “huruf içeren surelerde o harfin geçiş sayısı 19’un katıdır”. Sonra sıra “Sad” harfine geçiyor ve Sad harfini içeren üç surede(Araf, Meryem, Sad) bu harfleri sayıyor ve 153 buluyor; bunu bir harfin yazım yanlışı olduğunu söyleyerek 152(19×8) yapıyor. Ancak teker teker surelerdeki geçişleri “kaf” gibi 19 katı çıkmıyor. Bu sefer de 3 surenin toplamını alıyor. Tartışmaya girmeden bu iki harfin kurala uyduğunu kabul edelim. Ancak şunu da ifade edelim ki, Sad ve Kaf harfleri sayılırken “şedde” kullanılan yerlerde “tek” sayılmıştır. Çift sayıldığında elde edebileceğimiz alternatif bir sayı daha vardır. Neden öyle sayıldığının bir açıklaması olmadığı için bunu tesadüfen denk gelme zorluğunu yarıya indiren bir keyfilik olarak not edelim. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sonraki harflerden birisi de “Ha” idi. Ancak bu huruf-u mukatta’a’nın geçtiği surelerdeki(Mümin, Fussilet, Duhan, Zuhruf, Casiye, Ahkaf, Şura) sayımı 19’un katı mıdır? Yüksel’in Ha sayımı 292 ve 19’un katı değildir. Bir diğer harf ise “Mim”dir ve bunun da sayımı 19’un katı değildir. Yüksel’in sayımlarında Besmele’ler dahil, “şedde”ler hariç olduğunu akılda bulundurmak gerekir(s. 117). Bu iki harfin toplamını sayıp 19’un katını keşfettikten sonra Yüksel tespit ettğimiz ilk kuralın sınırlarını aşmaktadır. Mim harfinin geçtiği diğer sureleri es geçmiş, sayımı Ha-Mim harflerinin beraber bulunduğu surelerle sınırlı tutmuş; kendisine kuralın dışında özerk bir bölge inşa etmiş. Varsayımlar arttırıldıkça keşfedildiği iddia edilen “19 katı sayılar”ın ortaya çıkabileceği zemin genişlemekte olduğu için bulgular, istatistik olarak anlamsız, tesadüfi sonuçlara eşit öneme sahip olmaktadır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Burada herhangi bir hesaplama sonucunda aranan şey, çıkan sayının 19’un katı olmasıdır. İstatistik olarak 0’dan sonsuza kadar bütün sayılar içinde 19’un katı olanların oranı 1/19’dur. İstatistik biliminde “m” tane deney sonucundan meydana gelmiş bir deney incelenirken her bir tekil olayın birbiriyle eşit olasılıkta ortaya çıktığı varsayıldığında kesin olay(m doğal sayı): </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
S= {s1, s2, s3, …, sm} (m sonlu) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
şeklinde ifade edilir. Ayrıca bütün {s1}, {s2}, {s3}, …{sm} tekil olayların aynı “p” değerine sahip olmalıdır: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
P({s1}) = P({s2}) = …=P({sm}) = P </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
bu şartları sağlayan tesadüfi deneye Laplace-Deneyi denmektedir. 19 ile ilgili herhangi bir hesap yaptığımızda karşımıza çıkan “m” değeri 19’dur. Yani biz hangi sayıyı seçersek seçelim kesin olay şudur(k doğal sayı): </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sx={19k-9, 19k-8, 19k-7, …19k, 19k+1, 19k+2, …19k+8} </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Hangi sayıyı seçersek seçelim yukarıdaki kümenin bir elemanı olmak zorunda kalacaktır. Herhangi bir şekilde hesapladığımız bir sayının yukarıdaki 19k’yı tutturması gerekmektedir. Yani 19’un tam katı(19k) olmalıdır. Tutturamama durumlarında eksik veya fazla olabilir. Rasgele seçilen herhangi 19 sayının içinde istatistik açısından %100 bir adet 19k bulunacaktır. Yani Yüksel’in mucizevi olduğunu söylediği hesaplamaların alternatif sayılar doğurabilecek potansiyelinin olması 19’u tutturmayı %100’e yaklaştırır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Buna bir örnek verelim:</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Edip Yüksel’e göre Rashad Khalifa’nin 19’u keşfi senesi 1974 ile 622 Hicret tarihi arasındaki Hicri Takvime göre sene sayısı 1406(19×74)’dır. Bu tür deney öncesi(a priori) bir kural koymaksızın(a posteiori) kullanılan ifadeler keyfilikler içerir. Çünkü Yüksel’e göre 1969 da Khalifa’nin Kuran’ı bilgisayara geçirme senesi olarak önemlidir. Yani bu sene hesabı 5 eksik çıksaydı bir çözümü olacaktı. Aynı şekilde Hicret senesi(622) yerine Muhammed’in doğumu(571), ölümü(632), vahiy alış senesi(611) gibi sayılar istimal edilebilirdi. Yüksel bu sayıyı tutturamasaydı ve 571 olan peygamberin doğum senesini esas alsaydı kimse ona “Neden 571?” demeyecekti. Hiçbir sayı tutmasaydı kimse ona “neden bir sayı bulup da bununla 1974 senesi arasında bir ilişki kuramadın?” gibi bir başarısızlık imasında bulunmayacaktı. Dolayısıyla farklı sayılar elde edebildiği sonsuz deneme tahtasında tespit ettiğimiz en az 6-7 farklı sayının birisinin Sx kümesindeki 19k’yı tutturma ihtimali çok düşük değildir. Dolayısıyla 1974 örneğinde bir mucizevi özellik yoktur. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Huruf-u mukatta’a iddialarında Kaf, Sad, Mim ve Ha örneklerini incelemiştik. İlk ikisinin 19k bir sayı kadar geçmesi ile bir kural oluşturan Yüksel diğer iki harfte kuralı değiştirmektedir. Bu sefer Ha ve Mim harflerini içeren surelerde bu iki harfin geçiş adetlerinin toplamını hesaba alıyor. Bir an için Edip Yüksel’in bu kuralını da kabul edelim. Diyelim ki Huruf içeren surelerde arayıp sayacağımız harfleri tek tek değil, toplam olarak alacağız. Bu sefer Kef-He-Ya-Ayn-Sad harflerini(Meryem suresi) sayıyoruz ve 19k olması gerekiyor. 798(19×42) sayıma ulaşan Yüksel(s. 122) bunun eşsiz bir kombinasyon olduğunu iddia ediyor. Tespit etmek istediğim ilk şey şudur ki, bu tür “toplam” sayımlar yapılırken istenilen sayıyı tutturabilmek için tek bir parametrenin yeterli oluşudur. Çünkü Kef, He, Ayn, Sad gibi harfler hiçbir şekilde değişmez, İllet harfleri(Elif-Ya-Vav) gibi değildirler. Sayımlarında ihtilaf olmaz, sabittir. Misalen Rashad Khalifa 50. fiziksel gerçeklik maddesinde aynı harfi bir sayımda “Hemze”, başka bir sayımda “Ya” olarak saymıştır(5. dipnot: Hikmet Zeyveli, s. 39). Edip Yüksel de aynı şekilde Ya harflerini ihtiyaç olduğu kadar hemzeleri Ya’ya dönüştürerek sayıma dahil etmiş, bu şekilde 19k sayı bulana kadar manipülasyon yapmıştır. Çünkü bugünkü Kuran nüshalarında Meryem suresi 4, 24, 30, 31. ayetlerde Yüksel’in belirttiği gibi(s. 122-124) 5, 3, 5 ve 5 Ya harfi bulunmamaktadır. Sayımlar da toplamda 19’un katı çıkmayacaktır. Yani 19 katından ne kadar eksik çıkarsa o kadar Ya harfi ithal etmek gerekeceği için Yüksel için bu sayıyı tutturmak hiç sorun olmamaktadır. Bu şekilde harflerin toplamı 19’un katıdır şeklindeki ikinci kuralın da uygulamada başarısız olduğunu görmüş oluyoruz. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bir başka huruf-u mukakkata’a’dan olan Nun harfi(Kalem suresi) sayımında 19k’dan bir eksik çıkmaktadır. Bu da ilk kuralı bile çürütmektedir. Ancak Yüksel 132 adet harfi 19k’ya tamamlamak için başındaki “Nun” harfini okunduğu gibi “Nun-Vav-Nun” şekline getirerek sureye bir “Nun” ilavesi yapmakta ve böylece 133 adet(19×7) olan harf 19k olmaktadır. Halbuki bilinen tüm nüshaların hiçbirinde “Nun” ifadesi 3 harften oluşmaz, hepsinde tek harf yazılıdır ve hatta en eski nüshalarda bile bu böyledir. Aşağıdaki nüshadaki “Tek Nun” harfi buna örnektir:</blockquote>
<div style="text-align: center;">
<img src="https://orhanozturhan.files.wordpress.com/2014/03/nun.png?w=300&h=81" /></div>
<blockquote class="tr_bq">
Edip Yüksel’in bu son derece hileli harf sayımlarına ek olarak Ya-Sin örneğini verebiliriz(Yasin suresi). Yüksel’in daha evvelki bütün sayımlarda Besmele her zaman kullanıldı ve “şedde”li harf tek harf sayılmıştı. Sin harfinin sayımının veya Ye harfinin sayımının önemi yoktur. Çünkü nasıl olsa toplamı alınacaktır. Ye harfinin illet harfi olması bazı “hemze” harflerinin Ye’ye dönüşebilmesine, bazı “elif” harflerinin de Ye olarak yazılmasına imkan tanımaktadır. Yani Ye harfi sayılır, Sin harfi sayımının önemi yoktur; ne kadar eksik çıkarsa 19’un katına tamamlamak için o kadar Ye harfi üretilebilir. Nitekim sayımlarda da bu tür hileler uygulanmıştır. Görüldüğü gibi hiçbir harf sayımından istenilen netice alınamamaktadır. Ayn-Sin-Kaf sayımları ile Yüksel bir 19k sayı daha bulmaya çalışmaktadır, ancak böyle bir huruf-u mukatta’a örneği yoktur. Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf olarak geçen(Şura suresi) harfleri parçalayarak 19 katı elde ediyor, bununla yetinmiyor, Ha-Mim harflerini tek surede 19k yapamadığı için tüm Ha-Mim içeren sureleri saymalıyız diye bir kural ihdas ediyor; hızını alamıyor, kalan Ayn-Sin-Kaf harflerinden bir oran bulmaya çalışıyor ve ürettiği varsayımların hiçbirisi diğer harfler için geçerli olmuyor. Sayı tutmayınca harf ekliyor(Nun gibi), eksik yerleri Hemzeleri Ya ile değiştirerek kapatıyor… Üstelik sayımı tartışmalı olan Elif harflerinin konusuna hiç girmiyor. Çünkü uzatmalar, hemzeler veya yer yer Ya-Vav şeklindeki ifadeler elif ile değiştirilebiliyor ve oranı tutturabilmek için bir Keyfilik Alanı oluşturmuş oluyor. Aslında Elif-Lam harfleri huruf-u mukatta’a’nın yarısını oluşturur(13 tane). Bunları tartışma dışı tutup; bu harflerin sırrını çözdüğünü her harfte ayrı bir kural uydurarak, onu da harfleri tahrif ederek sağlamakla kimse iddia edemez/etmemelidir. Etmesi insanları ve kendini yanıltmak, aldatmaktır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Yine bu kuralları Ta-Sin-Mim, Ta-Sin gibi huruf-u mukatta’a’ya uyguladığımızda hiçbirinde 19 katı bir oran bulamamaktayız. Edip Yüksel kitabında bu konulara asla değinmemekte ve daha evvel Rashad Khalifa’nin iddia ettiği şeyleri es geçmektedir. Çünkü Taha(28), Şuara(33), Kasas(17) ve Neml(27) surelerindeki Ta harfi toplamı 105 etmekte, buda 19k değildir. Bu 19k olmayan sayılar istatistik olarak olanlardan çok daha fazladır. Mesela Sin harflerinin toplamından, He harflerinden, Ta harflerinden veya bunların hepsinin toplamından veya bir kısmının toplamından gibi birçok kombinasyonda farklı sayılar elde edilebilir. 19’dan fazla sayım yolu çıktığı için her halükarda bir sayı tutacaktır. Bunlardan ola ki birisi 19k çıkarsa Edip Yüksel hemen mucizesini ilan edecekti, bu kadar parametre içinde birkaç tane 19k çıkan harf sayımının olması değil, olmaması garip olurdu. Yukarıda da belirttiğimiz üzere 19 katı çıkan sadece 1-2 örnek vardır(Kaf gibi); diğer örneklerin çıkmaması bunların tesadüfen çıktığını göstermektedir. Çünkü rasgele seçilen her 19 sayıdan birisi mutlaka 19k çıkacaktır. Burada 19k olmayan en az 18 parametre bulunabildiği için bu 19k değerlerinin istatistik bir önemi yoktur. Tamamen aldatmacadır. Hele ki bu sayılardan Yüksel gibi Kıyamet Günü’nün tarihinin hesaplanması gibi büyük iddialar çıkarmak ondan daha büyük bir aldatmacadır. İlmi bir esası yoktur.<br />
<br />
Harf sayımlarından sonra kelime sayımlarındaki 19 sistemi iddialarına geçelim. Misalen Khalifa’nin fiziksel gerçeklik maddelerinde(4. dipnot, s. 11) ilk inen vahiy olan Alak suresi 1-5. ayetlerde 19 kelime olduğu ifade edilmektedir. Sarf bilimine göre Arapça’da kelime; fiil, isim ve harf olarak üç kısma ayrılır. Khalifa’nın kelimeden anladığı veya esas aldığı kriter belirsizdir. Zira Arapça “Vav(ve)” gibi bağlaç olup kelime kabul edilen harfi sayıma dahil etmemiştir. Aynı şekilde “Mim-Elif(Maa)” şeklindeki ifade de teknik ve bilimsel olarak kelime sayılmasına rağmen Khalifa bunu da kelime sayımından hariç tutmuştur. Böylelikle 19 kelime değil, 21 kelime olur. Ayrıca Besmele de sayılırsa 4 kelime daha olmuş olur. İstenildiğinde kriter/kural tanımadan kelime tanımları yapılabildiği sürece bir metinden farklı sayılar çıkarılabilir, manipülasyona açık hale gelir. İkinci olarak Alak suresinin bu ayetlerindeki harf sayısının da 76(19×4) olduğu iddia edilmektedir. Halbuki “El-İnsan” ifadesindeki bir “Elif” harfi sayılmamıştır. Bu harf bugünkü nüshalarda açık şekilde mevcuttur. Bu harfler de eklenirse 78 adet harf olacak, besmele de dahil edilirse yine sayım 19k olmayacaktır. Khalifa ve Yüksel istedikleri sayıyı çıkarabilmek için birçok imkana sahiptir. İstediğinde Besmele’yi sayabilir/saymayabilir, istediğinde İllet harflerini(Elif-Vav-Ya) koyup çıkarabilir ve bu şekilde 19k elde edene kadar sayımlar üzerine oynama şansına sahip olmaktadır. Ola ki 74 harf çıkmış olsaydı, “Elif” harfleri eklenecek ve yine 76 tutacaktı. Bir diğer sayma şekli de “şedde”li harfleri çift saymaktır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Önemli bir nokta şudur ki, Alak suresindeki 19 sayımlarından hiç bahsedilmemiş olsaydı, kimse Khalifa veya Yüksel’e neden Alak suresinde böyle bir sistem yok diye sormayacaktı. Bu özellikle vurgulanmalıdır. Çünkü böyle bir şey öngörülmemiş, muhtemeldir ki birçok surede bu 19k oranları aranmış ve sadece bu kadar bulunabilmiştir. İstatistik olarak hem bu tür farklı sayımların 19k bulma ihtimalini arttırması, hem de Alak suresinin dışındaki surelerin hepsine veya başka bir kısmına uygulanamaması bunların Keyfilik durumuna işaret etmektedir...<br />
<br />
...Son olarak 19 üzerine yapılan spekülasyonların sınırlarının nereye varabildiğine ibretlik bir örnek vererek noktalayalım. Bazı 19 savunucuları Huruf-u mukatta’a’nın tüm çeşitlerini sıraya dizmiş ve bunların her birine bir sıra numarası vermişler. Sonra bu huruf-u mukatta’a’ların kaç çeşit harften oluşuyorlarsa o sayıyla sıra numaralarını çarpmışlar. Elde ettikleri sayıyı da alt alta yazıp toplamışlar ve sonuç inanılmazmış! 247 yani 19×13 çıkmış. Bu kadar varsayım içeren bir işlemin sunduğu imkanlarla istenilen her sayının çıkarılabileceğini açıklamaya gerek olmasa da birkaç noktayı belirtelim. Her şeyden evvel tekrarlayan Hurufları işleme almamışlar ve mesela Elif-Lam-Mim sadece bir kere alınıp toplanmış. Diğer tekrarlar alınırsa tüm sıra numaraları değişecektir. Bunun dışında bu sıra numaraları ile çarpmak da nerden çıkmaktadır? Keyfi şekilde bir işleme tabi tutma normal karşılanıyorsa bu toplama veya çıkarma da olabilirdi. Böylelikle tüm muhtemel işlemleri hesaba aldığımızda 19’dan çok daha fazla sayma şekli üretilebilmektedir. Bu 19 farklı yol varken 19k bir sayıya ulaşmak zor olmayacaktır. Sonuç olarak Kuran’da 19 mucizesinin olduğu iddialarıyla böylesine ilmi temellerden uzak, keyfi yöntemlerle insanları yanıltmak büyük bir yanlıştır. Birçok insan için kontrol edilmesi zor, zahmetli olan bu iddialar ile sözde İslam adına ortaya çıkıp Kuran’da sahte mucizeler keşfedenlerin ve bunları test etmeden ezbere, çalakalem, sırf Kuran’ın mucizevi olmasını gönülden istediği için buna inananların daha dikkatli ve özenli olması gerekir. </blockquote>
Yine bu çalışmanın da tamamını okumanızı öneririm:</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<a href="https://orhanozturhan.wordpress.com/2014/03/23/sayilarin-ciplak-krali-19-edip-yuksele-hodri-meydan/">Sayıların Çıplak Kralı: 19</a></div>
<div style="text-align: center;">
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Diğer linkler:</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://rahmet.yetkin-forum.com/t615-19-safsatas">http://rahmet.yetkin-forum.com/t615-19-safsatas</a></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="https://tr-tr.facebook.com/notes/kuran-dersi/19culuk-hem-%C3%A7a%C4%9Fda%C5%9F-hem-hur%C3%A2fe-mustafa-islamo%C4%9Flu/10150351041705190">Mustafa İslamoğlu Yazısı</a><br />
<a href="http://www.alimallah.net/hakkadavet/">http://www.alimallah.net/hakkadavet/</a><br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Edip Yüksel'in kitabından aldıklarımı şu linkten kontrol edebilirisiniz:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="https://docs.google.com/file/d/0B-U7q90GU9PjY2V5M2c5blNya1U/edit">Üzerinde 19 Var</a></div>
</div>
<div>
<br />
Sonuç olarak şunları maddeleyelim:</div>
<div>
<ul>
<li>Mucize iddiası, test edilebilirlik ve başka metinlerle kıyaslanabilirlik açısından aşırı derecede çaba gerektirmektedir. Bu ise bütün mucize tanımlarıyla birlikte, akla ve mantığa da aykırıdır.</li>
<li>Mucize iddiası gerçek olsaydı dahi, Kur'an'ın metinsel olarak barındırdığı çelişkilere çözüm olmadığından, zaten Allah ile bir ilgisi olamazdı. Mantıken Tanrı'nın çelişkiye düşmeyeceği ortadayken, bir de Kur'an'da Tanrı'nın çelişki yapmayacağına dair ayetler vardır.</li>
<li>Üstelik bu iddiaya uymadığı gerekçesiyle Kur'an'da iki ayet atılmaktadır. Daha da uymasa 3-4 ayet veya 3-4 sure de atılabilirdi, bunun bir kriteri, sınırı yok. Tek kriter 19'a uydurmak, gerisi için atış serbest. Lakin bir metinden bir sayıya uymayan kısımların atılmasının serbest olması, zaten o metnin herhangi bir sayıya uymaması için bir neden olmadığı sonucunu ortaya çıkarır. Ben de bir metinden belirlediğim bir sayıya uyana kadar cümle, kelime, harf atabilirim. En nihayetinde uymayan bütün pürüzler temizlenmiş olur. Böyle olduğu taktirde de, zaten belirlenen sayıya uyacaktır. </li>
<li>Ayet çıkarmakla da kalmamış, bazı kelimelerle de 19'a uymadığı gerekçesiyle oynanmıştır. Bazı harfler değiştirilmiştir. Katiplerin yanlış yazdıklarını ve doğru şeklin kendi koydukları şekil olduğunu söylemişlerdir. Örnek olarak Araf Suresi 69. ayetteki "bastaten" kelimesini de ayrıca verebiliriz. Bu bana kendi metnimde, cümle-kelime-harf atabileceğim gibi aynı zamanda onları anlam bozulmayacak ve belirlediğim sayıya uyacak şekilde değiştirebilme hürriyeti de kazandırır ki zaten bu iki özgürlük ile, mucize çıkarılamayacak metin yoktur, olamaz. </li>
<li>İddialarına en temel olan öğe besmeledir. Fakat ilginçtir ki, 19'a en başta besmele uymamakta. Besmele otantik olarak 19 harftir deniliyor evet doğrudur ama bu otantiklik kuralını çok yerde aşıyor. Örneğin Vahid kelimesini elif harfi ile sayarken, besmeledeki elif harflerini, şeddeleri, hemzeleri saymıyor. Fakat bunu sabit bir kural olarak da ortaya koyamıyor, bunları başka kelimelerde de sayımlara dahil ediyor, üstelik tek harfi çift sayma gibi sahtekarlıklara da giderek.</li>
<li>Besmeledeki 4 kelimenin hepsi Kur'an'da 19 ve katları olarak geçer deniyor fakat örneğin tek başına "isim" kelimesi besmelede hiçbir şey ifade etmezken, "bsm" olarak sayılması gerekirken "ism" şeklinde sayılıyor ve bunda da pek çok çarpıtmaya gidiliyor, mesela anlamsal olarak fark gözetilmiyor, baştan ek alanlar kabul edilirken sondan alanlar kabul edilmiyor bunlara rağmen Edip Yüksel kitapta "ism" kelimesinin yalın halde 19 kere geçtiğini söylüyor. Burada açık bir kandırmaca var. Daha ilginci ise besmeleye elif harfi konmasına şiddetle karşı çıkarken, yine besmeleden yola çıkarak saydığı "ism"i elifli olarak sayıyor. Yani besmeleden çıkartılıyor, başka bir forma sokulup öyle sayılıyor. Besmele içinde elif alamaz ama besmele dışında alabilir deniliyor ve bunu besmeledeki kelime olarak lanse ediyor. Aynı şekilde Allah ve diğer kelimelerde de açıkça çarpıtmalar söz konusu. Örneğin Allah kelimesinin sayısı yanlış olarak veriliyor. </li>
<li>Bin türlü çarpıtmalarla elde ettikleri 19 sayısı ile sözde uyumluluklar, çarpıtmalara rağmen Kur'an'ın bütününe nazaran çok sınırlı sayılarda çıkarılabildiğinden, böyle bir mucize söz konusu olamaz, bundan çok daha iyileri, teknoloji olmaksızın insanlar tarafından rahat bir şekilde yapılabilir. </li>
<li>Bazı kelimelerde bütün türevler sayılmışken, bazı kelimelerin ise -her defasında keyfi bir kriter koydukları- şekilleri sayılmıştır. Halbuki en başta bir kural belirlenmeliydi. Örneğin; "sayıma dahil olan kelimelerin bütün türevlerini sayıyoruz" ya da "sayıma dahil olan kelimelerin sadece yalın hallerini sayıyoruz" demeleri gerekirdi, daha doğrusu tutarlılık açısından böyle olmalıydı ve sayılan kelimeler bu kurala göre 19 ve katlarını bize vermeliydi. Bu yok, zaten bu yoksa mucizeden de söz edilemez.</li>
<li>Tahmin edebileceğiniz gibi harf ve kelime sayımlarında da bu keyfilikler sürdürülmüştür, çarpıtmalar çokça yapılmıştır. Açık ki; "nasıl olsa Arapça bilmeyen inanır bunları kontrol edemez" denilerek, bol keseden sallanmıştır. </li>
<li>Rivayetleri reddettiklerini söyledikleri ve ağır bir dille eleştirdikleri halde, temel iddialarından bazılarını rivayetlere dayandırmışlardır, buna rağmen mucizelik vasfını tutturamamışlardır, yine akıl almaz çarpıtmalara gitmişlerdir.</li>
<li>İddialarını desteklemek adına, ulaşımın çok zor olduğu Kur'an mushaflarına gidilmiştir ama bunların testi çoğumuz için imkansızdır. Üstelik burada da sahtekarlıklarını sürdürmüş ve işlerine gelenleri almışlardır, iddialarını destekleyecek bir kelime varsa, desteklemeyen on kelime bulunur. </li>
<li>Kelime sayımlarında bazı kelimelere anlamsal bakılarak 19'a ulaşmak için kelimeler alınmamış(örneğin farklı nesneler için kullanılan aynı iki kelime), bazı kelimeler ise anlama bakılmaksızın olduğu gibi alınmıştır. </li>
<li>Daha kitabın girişinde bin kere çürüttüğümüz bilimsel mucize iddiasını sergiliyor, hatta ayeti kafasına göre yanlış çeviriyor. Bu daha en başında güvenimizi derinden sarsıyor.</li>
</ul>
<div>
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b></div>
</div>
</div>
<div>
<br /></div>
<sup>(1)</sup>Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)<br />
<sup>(2)</sup>Hikmet Zeyveli,Mahmut Toptaş, Kur'an-ı Kerim ve 19 EfsanesiUnknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-64609446307166132582015-09-04T15:42:00.011-07:002022-09-04T11:30:35.231-07:00Bitkilerde Erkeklik Dişilik<b>Mucize İddiası:</b><span style="color: red;"> </span><br />
<br /><blockquote>Gökten su indirdi, nitekim onunla çeşit çeşit bitkilerden eşler çıkardık. <br /> <br /> 20- Taha Suresi 53 ...Bütün meyvalardan ikişer eş yaratmıştır. <br /> 13- Rad Suresi 3 </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Kitabımızın 11. bölümünde Allah’ın Evren’i çiftler halinde yarattığını ve bunu açıklayan Kuran ayetlerini inceledik. Bitkilerdeki eşler halinde yaratılma ise Kuran’da özel olarak vurgulanmaktadır. Ayetlerde geçen "zevc (çoğulu zevce)" kelimesi eski Türkçe’mizde eşleri belirtmek için kullanılmaktaydı, hanımlar beylerine "zevcim", beyler hanımlarına "zevcem" demekteydiler. Arapça’dan dilimize geçen bu kelime bitkilerin eşlerini belirmekte de kullanılan "zevc" kelimesidir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bitkiler üzerine yapılan incelemelerde bitkilerde de erkekliğin ve dişiliğin olduğu, bu farklı organlar sayesinde bitkilerde üremenin gerçekleştiği anlaşıldı. Peygamberimiz döneminde biyoloji gelişmiş bir bilim değildi. Bitkilerin üremesi, bu üremedeki dişi ve erkek unsurların rolü bilinmiyordu. Bu yüzden 1400 yıl önceden Kuran’da bitkilerdeki eşler halinde yaratılışa dikkat çekilmesi çok anlamlıdır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Tohumlu ve çiçekli bitkilerde erkek ve dişi üreme hücreleri vardır. Bu hücreleri her ikisi de çiçeğin ortasında bulunan erkek organ ile dişi organ üretir. Dişi organın yumurtalık denen şişkince bölümünde küçük ve yuvarlak tohum taslakları, bunların içinde de dişi üreme hücreleri bulunur. Erkek üreme hücreleri ise erkek organın başçık bölümünün ürettiği çiçek tozlarının içinde saklıdır. Çok hafif olan çiçek tozları rüzgarla ya da çeşitli hayvanlar aracılığıyla çiçekten çiçeğe taşınırken, içlerinden bir bölümü dişi organın tepeciğine yapışıp kalır. Daha sonra bu çiçek tozu taneciği boyuncuktan aşağıya doğru inerek, yumurtalıklardaki tohum taslaklarına ince bir borudan uzanır. Erkek üreme hücresi de bu borudan geçer ve tohum taslağının içindeki dişi üreme hücresiyle birleşir. Erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesine döllenme denir. Döllenmiş tohum taslaklarından tohumlar, bunlardan da yeni bitkiler gelişir…</blockquote>
<b>Reddiyem:</b><span style="color: red;"> </span><br />
<br />
“Zevc” sözcüğü sadece cinsiyet anlamında “eş” anlamına gelmez. Yani bir insanın ya da hayvanın dişisini, erkeğini tanımlamaz. Örneğin; ayakkabı, çorap, eldven vb. gibi çift olan “cansız” maddeler için de kullanılır. Fahruddin er-Râzi Lokman Suresi’nin 10. ayetini tefsir ederken bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Allah Teâlâ, "Yerde her sınıftan güzel bitkiler bitirdik" yani "her cinsten bitkiler bitirdik" buyurmuştur. Senin açıp-genişleteceğin her cins, çifttir. Çünkü mesela bitki, ya ağaçtır, ya ağaçtan başkadır. Ağaç olan da, ya meyve verir, ya meyve vermez. Meyve veren de böylece iki kısma ayrılır. "Kerim" kelimesi, "keremli" demektir. Çünkü o bitkiler, hesabsız sınırsız olarak çokça verilir. </blockquote>
Tefsirlerde bir de; gece-gündüz, yeşil elma-kırmızı elma, beyaz-siyah, acı-tatlı, siyah üzümbeyaz üzüm vb. gibi zıt varlıkları da ifade ettiği söyleniyor “zevc” kelimesinin. Yani; yeşil elma-kırmızı elma, siyah üzüm-beyaz üzüm, siyah dut-beyaz dut, tatlı elma-ekşi elma vb. gibi farklı çeşitleri bulunan meyveler dolayısıyla bitkiler için çok rahatlıkla çift yani zevc kelimesi kullanılabilir. Diğer pek çok tefsirde bu tür ayetler bu şekilde tefsir edilmiştir. Durum böyleyken Kur’an’ın bu ifadelerini tek ve kesin bir görüşmüş gibi bitkilerin cinsiyetlerine yormak tam anlamıyla zırvalamaktır.<br />
<div>
</div>
<div>
<br />
Peki Kur’an gerçekten bitkilerin cinsiyetinden bahsetmiş olsaydı, bu mucize olur muydu? Kur’an’ın yazılışından çok önce bitkilerin cinsiyetleri olduğunu söyleyenler olmuştu, bu nedenle Kur’an bahsetseydi bile bu bir mucize teşkil etmezdi. Eski Yunan’dan Empedokles’in düşünceleri şöyle:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Empedokles, bitkilerin arzu ve duygularının bulunduğunu; insanlar gibi bitkilerin de sevinip üzüldüklerini düşünmüş, <u>bitkilerde erkeklik ve dişiliğin yanında bu iki cinsiyetin karışımı olan başka bir cinsiyetin daha olduğunu gözlemlemiş</u> ve bitkilerin akla sahip olduğunu ileri sürmüştür.<sup>(152)</sup></blockquote>
Adam bitkilerde erkeklik-dişilik olduğunu söylediği gibi aynı zamanda bunların karışımı olan başka bir cinsiyetten de söz etmiş. Başka bir örnek:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Âsur, Bâbilliler ve Araplar zamânında hurma ağaçlarının ayrı eşeylerinin olduğu bilindiğinden, bol ürün almak için dişi ağaçların çiçekleri erkek ağaçlardan alınan çiçek tozlarıyla muâmele ediliyordu. O zaman bilindiği anlaşılan bu usûl, hurmalardan başka bitkilere tatbik edilmedi ve Asya’dan Avrupa’ya geçemedi. Avrupa’da bitkilerde ayrı eşeyliliğin ve eşeyli üremenin yeniden keşfi 17. yüzyıl sonunda olmuştur. Bitki türleri arasında tozlaşma ile tür melezleri elde edilebilmiştir.<sup>(153)</sup> </blockquote>
Görüldüğü gibi eski Araplarca hurma ağacının cinsiyetli olduğu biliniyormuş. Eski Araplarca bilindiğini şu hadisten de anlayabiliyoruz:<br />
<blockquote class="tr_bq">
…Bu yargımızı daha da pekiştiren, pek çok kaynaktan doğrulanan bir hadis olmuştur. Medine döneminde geçen bu hadise göre; Muhammed, hurma ağaçlarını dölleme işiyle uğraşan bir topluluğu görüp yanındakilere, “bunlar ne yapıyor?” diye soruyor. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Yanındakiler: “Hurma ağaçlarını telkih ediyorlar, erkek hurmanın çiçeğini dişi hurmanın çiçeği içine koyuyorlar ki, böylece dişi hurma döllenmiş olsun” dediler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
“Bunun üzerine Resulullah: ‘Bunun –Allah’ın takdirinden- herhangi bir şey defedeceğini zannetmiyorum’ buyurdu.” </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Tabii bu söz üzerine biçare üreticiler, “Allah’ın elçisinden daha mı iyi bileceğiz!” diyerek aşılama işini bırakıyorlar. “Sonunda hurma ağaçları meyvelerini silkip döktüler ve bu yüzden halkın azıkları eksildi. Bu durumu Peygamber’e zikrettiler. Üreticilerin uğradığı bu felaket üzerine Peygamber: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
“Ben ancak(sizin gibi) bir beşerim. Ben sizlere dininizden herhangi bir şey emrettiğim zaman onu derhal alıp kabul ediniz. Sizlere(teşri olmak üzere değil de dünya işleriyle ilgili olarak) re’y nevinden herhangi bir şey ile emredersem, şüphe yok ki ben de ancak bir beşerim” diyor. Ayşe’den yapılan aktarmada ise Muhammed’in son yanıtı, “sizler dünya işlerini daha iyi bilirsiniz” şeklinde oluyor.<sup>(154)</sup> </blockquote>
Pek çoğunuz –pek çok kaynaktan doğrulanan sahih bir hadis olmasına rağmen- bu hadisi kabul etmeyebilirsiniz, “sahih” değil diyebilirisiniz. Ama o ayrı konudur, ben burada hadisin güvenilirliğiyle ilgilenmiyorum. Bu hadis uydurma olsaydı bile, hadiste erkek hurmadan ve dişi hurmadan bahsedilmesi, hurmalarda erkeklik-dişiliğin o zamanlarda bilindiğini, aşılama bile yapıldığını açık bir şekilde gösteriyor bizlere. Hadisin “uydurulduğu” zamanlarda bunlar biliniyormuş yani; biliniyormuş ki uyduran kişi hadiste bunlardan söz edebilmiş. Hurma ağaçlarını erkek-dişi diye ayıran başka hadisler de var, internetten kolayca ulaşabilirsiniz.<br />
<br />
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<br />
<sup>152</sup>Esin Kahya ve Murat Öner, Biyoloji Tarihi(İlk Uygarlıklardan On Dokuzuncu Yüzyıla), s.83.<br />
<sup>153</sup>Yeni Rehber Ansiklopedisi, Genetik Maddesi.<br />
<sup>154</sup>Erdoğan Aydın,İslamiyet Gerçeği,2. cilt,s.214,215.<br />
</div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-57618315756120222942015-09-02T18:03:00.000-07:002015-09-02T18:03:32.605-07:00Meni Bir Karışımdır<span style="color: red;"><b>Mucize İddiaları: </b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gerçekten de insanı karışımlı bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık.</b><br />
<div style="text-align: right;">
<b>76- İnsan Suresi 2 </b></div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Mikroskobun icadı ve geliştirilmesi sayesinde insan vücudundaki birçok organın ve birçok maddenin detaylı analizinin yapılabilmesi mümkün oldu. Bu analizler sayesinde meninin, birçok ayrı merkezde üretilen ayrı maddelerin karışımı olduğu anlaşıldı. Meni; sperm kanallarından, seminal keseciklerden, prostat bezinden, idrar yollarına bağlı cooper ve mery bezleri gibi salgı bezlerinden salgılanan maddelerin bir birleşimidir. Meni diye adlandırdığımız sıvının detaylı analizi yapılırsa bu sıvının; sitrik asit, prostoglondinler, flavinler, askorbik asit, ergotionein, fruktoz, fosforilkolin, kolesterol, fosfolipidler, fibrinolizin, çinko, asit fosfataz, fosfaz, hiyolurinadaz ve spermler gibi birçok ayrı bileşenden oluştuğu görülür… </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="color: red;"><b>Az Bir Sıvıdan Yaratılış: </b></span></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>36- İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?</b><br />
<b>37- Kendisi dökülmüş menide bir damla değil miydi? </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> 75-Kıyamet Suresi 36-37 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kuran, insanı bu kadar mükemmel yaratan Allah’ın, insanı yaratıp da başıboş bırakmasının mümkün olmadığını söylemektedir. Bunu ifade eden 36. ayetten hemen sonra 37. ayette, başlangıçta insanın meninin içindeki bir damla olduğu ifade edilmektedir. Bu ayette de Peygamberimiz’in döneminde ulaşılması imkansız bir bilgiye rastlıyoruz. 37. ayette "meni" ile bir damla diye tercüme ettiğimiz "nutfe" kelimesi ayrılmıştır. "Nutfe" kelimesi, bir kova boşaltılınca dibinde kalan sıvıyı ifade için de kullanılır. Bu kelime insanın meninin hepsinden değil, meninin içindeki bir parçadan yaratıldığını gösterir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bir boşalmada açığa çıkan meni, içindeki birçok maddeyle beraber 100 milyon ile 200 milyon arası sperm barındırır. Dişi yumurtayı ise bu yüz milyonlarla ifade edilen spermlerden sadece ve sadece bir tanesi döller. Yani insanı oluşturacak olan zigot, meninin tamamından değil, ancak ayetin de işaret ettiği gibi küçük bir parçasından oluşmaktadır… </b></blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mucizeler.com/2011/03/meni-bir-karisimdir/"><b>http://www.mucizeler.com/2011/03/meni-bir-karisimdir/</b></a></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><span style="color: red;">Reddiyelerim:</span> </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Meniye “karışımlı” denmiştir ama neden denmiştir? Kitap boyunca mucizecilerin, Kur’an’daki kelimeleri bilimsel bilgiyle uyuşturma çabalarına karşılık bu kelimelerle aslında iddia edilenlerden bambaşka şeylerin ifade edilmek istendiğini gördük. Örneğin “yedi kat gök” ifadesi ile atmosferin katmanlarının anlatılmak istendiğini iddia ettiler fakat biz bu ifadenin tamamen ilkel evren anlayışından ileri geldiğini tespit ettik. Yahut “göklerle yerin birbirinden ayrılması”, “dağların depremleri önlemesi” ve diğer tüm iddialarda bunu gördük. Ayetler bambaşka şeyler anlatmak istiyor fakat mucizeciler tam anlamıyla Kur’an’ı değiştirerek, işlerine ne gelirse bu ayetlere yamıyorlar ve yaptıkları bilimsel alıntılardaki bulguların Kur’an’ın kendisinden çıktığı izlenimi vermeye çalışıyorlar. </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Bu ayette de basitçe Kur’an’ın yazıldığı dönemlerdeki gözlemler anlatılmakta. Bu konuda değişik görüşler ortaya atılmış eski âlimlerce. Fahrûddin er-Râzi ayeti şöyle tefsir ediyor:</b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Alimler "nutfe"(meni)nin "karışık" olmasının ne demek olduğunda çeşitli izahlar yapmışlardır. Bu cümleden kasıt olarak ekserisi bunun, tıpkı, "O, babanın sulbü ile ananın sinesinden çıkar"(Tarık,7) ayetinde ifade edildiği gibi, erkeğin nutfesinin (menisinin), kadının nutfesi (menisi) ile karışma demek olduğunu söylemişlerdir. Mesela Ibn Abbas (r.a), "Bu erkeğin beyaz ve kalın suyunun kadının sarı ve İnce suyu ile karışması demektir. Bu iki su birbiriyle karışır ve bundan çocuk meydana gelir. Binâenaleyh sinirler, kemikler ve çocuktaki güç-kuvvet, erkeğin suyundan (menisinden), et ve kan ise kadının menisinden oluşur" demiştir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Mücahid de, bu kelime ile nutfenin renginin kastedildiğini, sarı olduğunu söylemiştir. Abdullah (b. Mes'ûd) (r.a) ise, bu ifadeyle, çocuktaki damarların kastedildiğini söylemiştir. Hasan el-Basrî de, ayetin manasının, "kan" ile yani "hayız kanı ile karışmış nutfe" şeklinde olduğunu; çünkü kadının suyunun, erkeğin suyu ile karşı karşıya gelip de kadın hamile kaldığında, bu nutfenin, kadının hayzını engellediğini, dolayısıyla nutfenin hayız kanına karıştığını söylemiştir. Katade de, "emşâc"ın o suyun önce hayız kanıyla karışıp, sonra "alaka", sonra da "mudga" (bir lokma et parçası) olması demek olduğunu söylemiştir. Bütün bu görüşlerden, "emşâc"ın, bir cismin bir sıfattan bir sıfata, bir halden başka bir hale geçmesi manasına geldiği anlaşılmaktadır. Bazı kimseler de şöyle demişlerdir: "Allah Teâlâ, o nutfeye insandaki sıcaklık, soğukluk, nemlilik ve kuruluk gibi, mevcut olan tabiî bir karışımı meydana getirmiştir. Dolayısıyla ayetin takdiri, "Karışım halinde bir nutfeden" şeklindedir. Bu kelimeyle ilgili olarak yapılan açıklamalar, burada tamamlanmıştır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Bazı alimler de şöyle derler: "Bu görüşlerden en uygunu, ayetteki ifade ile, erkeğin ve kadının nutfelerinin (menilerinin) karışmasının kastedilmiş olduğunu söyleyen görüştür. Çünkü Allah Teâlâ o nutfeyi, "emşâc" diye tavsif etmiştir. Halbuki nutfe, “alaka" olduğunda, artık "nutfe" diye isimlendirilmez. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Fakat bu delil, ayetin bu ifadesi ile o nutfenin "toprak, su, hava ve ateş" ile karışık (emşâc) olduğunu söyleyen görüşü zedelemez.<sup>(127)</sup> </b></blockquote>
<b>Başka tefsirlere de bakılabilir, geneli bunları söylemektedir, Kurtubi bir de şu hadisi aktarır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ebu Eyyüb el-Ensari'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yahudilerden bir ilim adamı Peygamber (sav) gelip şöyle dedi: Bana erkeğin suyu ile kadının suyu hakkında haber ver. Peygamber şöyle buyurdu: "Erkeğin suyu beyaz ve katı, kadının suyu sarı ve incedir. Eğer kadının suyu üste çıkarsa kadın dişi doğurur, eğer erkeğin suyu üste çıkarsa kadın erkek doğurur." Bunun üzerine o ilim adamı: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik ederim, dedi.<sup>(128)</sup> </b></blockquote>
<b>Bu hadise göre de erkeğin nutfesi ile kadının nutfesi karışırmış. Kadının sıvısı ile erkeğin sıvısının karışımından dolayı da “karışımlı” su gibi ifadeler kullanılabiliyormuş demek ki, bunun için mucizecilerin sıraladıkları bilimsel bilgileri bilmeye gerek yokmuş. Tefsirlerde yer verilen bu görüşlerden başka, nutfeye(“bir damla su” diye meal edilen kelime) karışımlı denilmesi için akla 1400 yıl önce Kur’an’ın yazıldığı dönemlerde, bugünkü teknoloji ve bilimsel bilgi olmadan gözlemlenebilecek pek çok neden getirilebilir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sadece meninin gözle görülür yapısından dolayı da meniye karışımlı denilebilir. Ayetlerde meniye nutfe(bir damla su) dendiği gibi direk olarak meni kelimesi de geçer, Kıyamet Suresi 37. ayette olduğu gibi. Meniye su denmiştir ama bu suyun(meninin) rengi, kokusu, akışkanlığı vb. sudan farklıdır, aynı zamanda yapışkan bir maddedir. Dolayısıyla meni, rengini, kokusunu, akışkanlığını, yapışkanlığını veren bir maddeyle karışık, karışımlı su olmuş oluyor. Meni dış ortamda belli bir süre kaldığında sulu bir hal alır, bir karışım olduğu daha iyi ortaya çıkar, bunu kendiniz de deneyip gözlemleyebilirsiniz. Dolayısıyla meninin karışımlı bir su olduğu teknoloji olmaksızın, en ilkel dönemlerde bile rahatlıkla gözlemlenebilecek bir durumdur. Bu durum Kur’an’da meniye yakıştırılan sıfatlardan zaten anlaşılmaktadır.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Daha eski zamanlardan örnek verecek olursak, Hipokrat’a göre insan vücudu kan, balgam, sarı safra ve kara safradan meydana gelmiştir.<sup>(129)</sup> Büyük ihtimalle Hipokrat da meniyi bu ve diğer sıvıların karışımı olarak tanımlıyordu. </b><br />
<b><br /></b>
<b>Eski Hintliler ise semenin(meni) kandan oluştuğunu düşünüyorlardı:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ayurvedik metinlerde, metabolik fonksiyonlarla ilgili ayrıntılı bilgiye rastlanmaktadır. Vücut ısısının yiyeceklere bağlı olduğu ifade edilmektedir. Besin alındıktan sonra, küçük parçalara ayrılır, sıvı haline gelir. Mukoz bu sıvıya dönüşür. Midede asit yapısı kazanan besin safranın karışımı ile besleyici sıvı, “rasa(kan)” olur. Kan daha sonra ete, yağa, kemiğe, kemik iliğine ve semene dönüşür(dhatrus).<sup>(130)</sup> </b></blockquote>
<b>Meni ile kan arasında bile bağlantı kurulabiliyorken, mucizecilerin böyle iddialarda bulunabilmeleri ne kadar da abes!</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sonuç olarak meninin çıplak gözle görülen yapısı zaten karışımlıdır, suya o rengi, kokuyu, akışkanlığı, yapışkanlığı veren maddeler olduğu, suyun o maddelerle karışarak meni haline geldiği düşünülmüştür. Meninin dış ortamda kaldığında sululaşması, beyaz maddelerin vb. çözülmesi ve su rengine dönmesi, büyük oranda suya benzemesi bu düşüncenin doğmasında çok etkili olmuştur. Ayrıca tefsirlerde yer alan alimlerin görüşleri ve daha akla getirilebilecek pek çok nedenden dolayı meniye karışımlı denebilir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Bunlar dışında meniye karışımlı diyen sadece Kur’an değil, Kur’an’dan önce de böyle diyenler şüphesiz pek çoktu, Hipokrat’ın, Hintlilerin görüşleri sadece birer örnektir. Kur’an’da, döneminde bilinmeyen hiçbir bilgi yoktur. </b><br />
<b><br /></b>
<b>Yine gördük ki, önemli olan bir şeyin söylenmesi değil neden söylendiğidir. Örneğin Hindu metinlerinde Güneş’e araba denir, şimdi biz bunu günümüz bilimiyle ulaştığımız bir bilgi olan Güneş’in çekim gücüne rahatlıkla yamayabiliriz, zira Güneş’e araba deniyor, Güneş çekim gücü sayesinde gerçekten de bir araba gibi. Etrafındaki gök cisimlerini sürükleyip götürüyor, adeta Güneş bir araba gök cisimleri de birer yolcu. Ama Güneş’e neden araba denilmiştir?</b><br />
<b><br /></b>
<b>Önemli olan bu… Güneş’in uçarak her gün dünyanın çevresinde dolandığını gördükleri için, Güneş tanrısının arabası demişler. Güneş Tanrısının bu arabaya(Güneş) binip dünyanın çevresini dolaştığına inanmışlar.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Aynen böyle, Kur’an başka nedenlerden dolayı meniye karışımlı diyor, mucizeciler ise bunu tamamen göz ardı ederek kendileri “neden” uyduruyorlar, olacak iş değil, bu çok yanlışlara götürür insanı, Tanrı’nın(!) sözlerini çarpıtmak değil de nedir?</b><br />
<b><br /></b>
<span style="color: red;"><b>Az Bir Sıvıdan Yaratılış:</b></span><br />
<b><br /></b>
<b>Aslında bu da açıklamaya bile gerek olmayan iddialardan biri. Zira ayet “dökülen meniden bir damla”… diyor. Hâlbuki mucizecilerin de söyledikleri gibi sayıları yüz milyonlarla ifade edilen sperm hücrelerinden, yumurtayı sadece ve sadece bir tane “sperm hücresi” döller. Oysa bir damla menide çok sayıda sperm hücresi bulunur. Bu durumda bırakın bilimsel uyumluluğu, ayet bilimle çelişir. Evet, mucize iddialarının neredeyse hepsinde olduğu gibi bu ayet de -iddianın aksine- bilimle çelişki içerisindedir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Ayette “milyonlarca hücre barındıran meniden, sadece bir tane hücre yumurtaya ulaşıp dölleyebilir” gibi bir şeyler denilseydi o zaman mucize olarak kabul edebilirdik. Yahut “akıttığınız menide çok sayıda görünmeyen madde vardır ve bu maddelerden birisi yumurtayı döller” gibi bir şeyler de söylenebilirdi. Ayet bu haliyle ise ancak ve ancak çelişki oluşturmakta. Yine ayette “yumurtayı, çok sayıda sperm hücresi barındıran akıttığınız meninin sadece bir damlasında bulunan sperm hücreleri döller” gibi bir ifade olsaydı bile bilimle çelişkili olurdu. Daha önce de dediğim ve mucizecilerin de dediği gibi yumurtayı gerçekte sadece bir tane sperm hücresi döllemesine karşın, bir damla menide çok sayıda sperm hücresi bulunmakta.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sanırım yeterince açık olabildim, şimdi diğer bir iddiaya geçelim. </b><br />
<b><br /></b>
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<b><br /></b>
<b><sup>127</sup>Fahrûddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, İnsan Suresi 2. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>128</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, İnsan Suresi, 2. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>129</sup>Esin Kahya ve Murat Öner, Biyoloji Tarihi(İlk Uygarlıklardan On Dokuzuncu Yüzyıla), s.85.</b><br />
<b><sup>130</sup>Esin Kahya ve Murat Öner, Biyoloji Tarihi(İlk Uygarlıklardan On Dokuzuncu Yüzyıla), s.25.</b><br />
<b><br /></b>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-23635070308462602052015-09-01T17:28:00.000-07:002015-09-01T17:28:02.394-07:00Depremin Verdiği Haberler <span style="color: red;"><b>Mucize İddiaları: </b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>1- Yerin o şiddetli depremle sarsıldığı</b><br />
<b>2- Yerin ağırlıklarını dışarı atıp çıkardığı</b><br />
<b>3- Ve insan "Buna ne oluyor?" dediği zaman</b><br />
<b>4- İşte o gün haberlerini anlatacaktır.</b><br />
<b> 99-Zilzal Suresi 1-4 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Arapça "zilzal", "deprem, sarsıntı" demektir. Yukarıda incelediğimiz ayetlerin geçtiği sure "Deprem (Zilzal) Suresi" olarak anılmaktadır. Temelde bu surenin kıyamet günündeki depremi anlattığı düşünülmektedir. Bu yaklaşım doğru gözükmekle birlikte, ayetlerin genel olarak da depremi anlattığı göz önünde bulundurulmalıdır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Surenin 4. ayetinde oluşan depremin sonucunda insanların belli konulardan haberdar olmasından bahsedilmektedir. Deprem gibi korkunç bir afet insanların aklına ilk olarak mal ve can kayıplarını, büyük bir korkuyu, paniği getirmektedir. Bu yüzden oluşan bir depremin arkasından insanların belli konularda bilgi sahibi olması, ilk bakışta insanlara ilginç gelebilir. Gerçekten de birçok kişi bu ayetleri okuyup "Acaba Allah neyi kastediyor?" sorusunu sormuştur. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Deprem ve haberdar olma arasındaki bağlantı geçtiğimiz yüzyıla kadar yaşayan kişiler için kavranması çok zor bir ilişkidir. Fakat günümüzde biliyoruz ki yeraltı hakkında sahip olduğumuz birçok bilgiyi depremlere borçluyuz. Bulunduğumuz noktadan yeryüzünün merkezine doğru çizeceğimiz en kısa yarıçap bile 6000 km’nin üzerindedir. Bizim bu mesafeyi ve bu mesafedeki sıcaklığı aşıp yerin merkezine ulaşmamız mümkün değildir. Depremler bize Dünya’mızın bu ulaşamadığımız alanları için öğretmenlik yapmakta ve Allah’ın yeryüzünü yaratışı hakkında haberler vermektedir. (Kıyamet günündeki depremde, insanların bu bahsettiğimiz haberlerin dışında haberler almaları mümkündür. Yani ayetin tek işaretinin depremler sayesinde günümüzde öğrendiğimiz bilgiler olduğunu söylemiyoruz. Bizce bu yaklaşımımız ayetin birçok işaretinden sadece birini ifade etmektedir.) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Yerin Ağırlıkları: </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Deprem (Zilzal) Suresi’nin 2. ayeti de ilginçtir. Bu ayette yerin ağırlıklarını atmasından bahsedilmektedir. Yıllarca insanlar depremde ağırlığın yeryüzüne çıkması ifadesiyle neyin anlatılmak istendiğini anlayamadılar. Bu yüzden bu ayeti ölülerin diriltilmesi veya yeraltındaki hazinelerin yerin üstüne çıkması şeklinde yorumladılar. Son yüzyıllarda yapılan araştırmalar sonucunda yerin merkezinde ağır metallerin olduğu öğrenildi. Erimiş metalleriyle yeraltı, yer üstünden çok daha yoğun ve ağırdır. Bu yüzden yerin altındaki maddelerin yerin üstüne çıktığı çeşitli deprem türlerinde, gerçekten de yer ağırlıklarını dışarıya atmaktadır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Peygamberimiz’in yaşadığı çağda hiçbir insan, yerin altının daha yoğun ve ağır maddelerden oluştuğunu ve depremlerin sonucunda bunların yerin üstüne çıktığını bilemezdi. Peygamberimiz’in yaşadığı çağda insanların depremleri nasıl tarif ettiğini göz önünde bulundurursak, Kuran’da geçen depremlerle ilgili anlatımların mucizevi yönünü ve değerini daha iyi anlayabiliriz. O dönemde birçok insan Dünya’nın öküz ile balık üzerinde olduğuna inanıyor ve depremlerin bu balığın kuyruğunu sallaması sonucu oluştuğunu söylüyorlardı (İbni Kesir’deki nakillerde bunun örneği görülebilir). Kuran’ın kendi döneminin hiçbir yanlış inancını savunmadan kendi çağının çok ilerisinde anlatımlar yapması, Kuran’ın büyüklüğünü, mucizeviliğini göstermektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gerek Kuran hakkında, gerek Evren hakkında bilgilerimiz arttıkça, Allah’ın hem sanatının, hem de dininin ne kadar mükemmel olduğunu daha da iyi anlıyoruz. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>...De ki: "Hiç bilenlerle, bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl ve vicdan sahipleri öğüt alır.</b><br />
<div style="text-align: right;">
<b>39- Zümer Suresi 9</b></div>
</blockquote>
<span style="color: red;"><b>Reddiyelerim: </b></span><br />
<b><br /></b>
<b>Ayetin genel olarak depremleri anlatmadığı açıktır, zira ayet sadece “kıyamet günü”nden bahsetmektedir. Hep sözü edilen kıyamet günündeki o büyük sarsıntıyı anlatmaktadır. Bunda bütün alimler de hemfikirdir. Herhangi bir tefsire bakabilirsiniz. Surenin tamamı şöyle;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne oluyor?" dediği zaman, işte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir. (Diyanet İşleri Meali) </b></blockquote>
<b>Sadece kıyamet gününü anlattığı ayetin kendisinden anlaşılmaktadır, bunu anlamak için tefsire bile gerek yoktur. O halde nasıl oluyor da mucizeciler “…ayetlerin genel olarak da depremi anlattığı göz önünde bulundurulmalıdır” diyebiliyorlar, şaşmamak elde değil doğrusu. Yeryüzünün haberler anlatması, bir canlı gibi konuşup konuşmayacağı konusunda ise üç görüş vardır:</b><br />
<ul>
<li><b>Ebû Müslim'e göre "O gün, herkes için, yaptığının karşılığı ortaya çıkar. Böylece de sanki yeryüzü bunları anlatmış olur. Bu tıpkı senin, "Ev, bize, içinde oturanlar olduğunu anlatmaktadır" demen gibidir. Aynen bunun gibi, o sarsıntı sebebiyle, yeryüzünün darmadağınık olması, adeta yeryüzünün, "Artık dünya kalmadı. Ahiret ise geldi" diye konuşmasıdır." </b></li>
<li><b>Ekseri alimlere göre, Allah Teâlâ yeryüzünü, konuşan ve akledebilen canlı bir varlık haline getirir ve yeryüzüne, üzerindeki kişilerin yaptıkları şeylerin tümünü bildirir de, böylece yeryüzü itaatta bulunanların lehine, asilerin aleyhine şahidlikte bulunur. Nitekim Hz Peygamber (sas), "Yeryüzü kıyamet günü, üzerinde işlenen tüm işleri haber verir" buyurmuş ve bu ayeti okumuştur. Bu, biz ehl-i sünnete göre, imkansız bir şey değildir. Çünkü bize göre, hayatiyyetin olabilmesi için, bir bünyenin bulunması şart değildir. Binâenaleyh yer, aynı şeklini, aynı kuruluğunu, aynı sertliğini sürdürmesine rağmen, Allah Teâlâ onda hem hayatı, hem de konuşma kabiliyetini yaratabilir. Buna göre ayette anlatılmak istenen şudur: Yeryüzü adeta asilerden şikayette bulunup, Allah'a itaat edenlere teşekkür ederek, "Falanca üzerimde namaz kıldı, zekat verdi, oruç tuttu, haccetti. Falanca ise inkârda, zinada, hırsızlıkta ve zulümde bulundu" der. Bu durumda kafir bir an önce cehenneme sürülmeyi arzu eder. Hz. Ali (r.a), Beytü'l-mâl'deki işini bitirip, orada iki rekat namaz kıldı ve "Ey Beytü'lmal, seni hak ile doldurduğuma ve hak ile boşalttığıma şahidlik yap" diye dua etti. </b></li>
<li><b>Mu'tezile şöyle demiştir: Cenâb-ı Hakk'ın, cansız varlıklarda konuşma kabiliyeti yaratması mümkündür. Binâenaleyh Allah Teâlâ'nın cansız yeryüzünde, kesik kesik ve özel bir takım sesler yaratması, böylece de konuşanın da, şehadet edenin de yeryüzü değil, Allah Teâlâ'nın Kendisi olması mümkündür.<sup>(105)</sup> </b></li>
</ul>
<div>
<b>Görüldüğü gibi çoğunluk yeryüzünün bir canlı gibi dile gelip konuşacağında hemfikir. Bunlar mitolojilerde olağan şeylerdir, mucizecilerin tek yaptıkları ise –daha önce de çok kez gördüğümüz gibi- mitolojik hikâyeleri bilime yamamaya çalışmak. Bu konuda Kur’an’dan birkaç örnek daha verebiliriz:</b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Fussilet:11=</span> Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "<u>İsteyerek geldik</u>" dediler. </b></blockquote>
<div>
<b>Allah yer ile birlikte göğü bu ayette de konuşturmuştur Kur’an’a göre. Organların konuşacağını söyleyen ayetler de var: </b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Fussilet:20-21=</span> Nihayet cehenneme vardıklarında, <u>kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler</u>. Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri de der ki; <u>"Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O'na döndürülüyorsunuz."</u> </b></blockquote>
<div>
<b>Ellerin ve ayakların konuştuğunu söyleyen başka bir ayet: </b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Yasin:65= </span>O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. <u>Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder</u>. </b></blockquote>
<div>
<b>Bunların hepsi eski kaynaklardan alınıp Kur’an’a sokulmuş mitolojik hikâyelerdir, bilimsel platformda hiçbir değerleri yoktur. “Yeryüzünün vereceği haberler”den kasıt ise, mucizecilerin dedikleri değil, insanların amelleridir. Organlar konuşturulduklarında söyleyeceklerine inanılan türden şeyler söyleyecektir yeryüzü de, yani insanların amellerini haber verecektir. Bugünkü depremlerin ise böyle haberler verdikleri görülmemiştir, bu ancak mitolojide mümkündür. Bununla ilgili bir de hadis aktarayım: </b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Tirmizî'de, Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlullah (sav) bu: "O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır" âyetini okuyup şöyle dedi: "Onun haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?" Ashab: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dediler, şöyle buyurdu: "Onun haberleri erkek yahut kadın her bir kul hakkında üzerinde işlemiş olduğu amellere dair tanıklık etmesi ve filan günü şunu şunu işledi demesidir. İşte onun haberlerini bildirmesi budur" diye buyurdu. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Tirmizî (dedi ki): Bu hasen, sahih bir hadistir.<sup>(106)</sup></b></blockquote>
<b>Gerek verdiğim ayetler olsun, gerek hadis, tefsir olsun her şeyi güzelce açıklamaktadır, ayetler kıyamet günü olacaklardan başka hiçbir şeye işaret etmemektedir. Bu konuda başka söze gerek duymuyorum. Aynı başlık altındaki “Yerin Ağırlıkları” isimli iddiaya geçebiliriz.</b><br />
<b><br /></b>
<span style="color: red;"><b>Yerin Ağırlıkları:</b></span><br />
<b><br /></b>
<b>Bunun boş bir iddia olduğunu anlamak için yukarıdaki açıklamalarım da yetiyor zaten. Bir kere ayet genel olarak depremleri işaret etmediği, sadece kıyamet gününde olacağına inanılan büyük sarsıntıdan bahsettiği için bu iddia çöplüktür. Bilim dünyanın var oluşundan yok olacağı zamana kadar birçok depremde yerdeki ağır metallerin yer yüzüne çıktığını-çıkacağını söylerken Kur’an sadece kıyamet gününe bağlı kılmıştır bu olayı.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Yerin altında olduğu bilinen çok şey vardır Kur’an ve Kur’an öncesi dönemlerde. Kur’an bu bilgilere dayanarak bunu rahatça söyleyebilirdi ayet genel olarak depremleri anlatsaydı bile. Bunu mucizecilerin saydıkları günümüz bilgilerine yormanın hiçbir meşru-akılcı sebebi olamaz, mucizecilerin mantıklı düşünmeleri gerek. Bu ayet hazinelerin ve ölülerin yeryüzüne çıkacakları şeklinde tefsir edilir ama mucizeciler ayetin böyle tefsir edilmesinin nedenini; günümüzde keşfedilen bilimsel bilgilerin önceden bilinmemesi nedeniyle eski tefsircilerin ayeti anlayamamaları olarak görüyor. Oysa açıklamalarımdan anlayabileceğiniz gibi ayeti kimin anlamadığı ortadadır. Kıyamette büyük sarsıntı olacağını başka ayetler de belirtir, ağırlıkların ölüler ve hazineler olduğu ise hadislerle de sabittir. Vehbe Zuhayli bu ayetleri şöyle tefsir ediyor: </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Yer, kendisine ait şiddetli bir sarsıntı ile zelzeleye uğratıldığı zaman" Yer dibinden şiddetli bir sarsıntı ile sallandığında, üzerindeki her şey dökülecek şekilde çalkalandığında. Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının. Çünkü o kıyametin zelzelesi büyük bir şeydir." (Hac, 22/1), "O zaman yer bir sarsıntı ile sarsılmıştır." (Vakıa, 56/4). </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Yer ağırlığını çıkardığı" içinde bulunan herşeyi ve ölüleri dışarı attığı zaman. Bu anlamda bir diğer ayet de şudur: "Yer uzatıldığı ve içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı zaman." (İnşikak, 84/3-4). Müslim ve Tirmizi Ebu Hureyre'den rivayet ettiler. Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Yer ciğerparelerini altın ve gümüşten sütunlar gibi kusar: Katil gelir, şunun için öldürdüm, der. Sıla-ı rahimini koparan gelir, şunun için ilgimi kestim, der. Hırsız gelir, şunun için elim kesildi, der. Sonra da onu bırakırlar bir şey almazlar ondan." </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> İkinci Sur üflemesinde de yer ölüleri çıkarır.<sup>(107)</sup></b></blockquote>
<b>Üstelik bu ağırlıkların insanları hatta cinleri bile kapsadığını en başta Kur’an’ın kendisi söyler:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Rahman:31=</span> Ey (yeryüzünün) iki ağırlığı (olan insanlar ve cinler)! Yakında (Kıyamet günü) sizinle meşgul olup gerekeni yapacağız. </b></blockquote>
<b>Bu mealdeki “iki ağırlık” manasını veren Arapça kelime “sekalan”dır. Yani ayetin Arapça’sında “sekalan” kelimesi geçer. Bu ise zilzal suresindeki, mucizecilerin iddialarını dayandırdıkları “eskal”ın ikilik biçimidir, yani tensiye. Elmalılı bu kelimeyi şöyle açıklar: </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ey sekelân. Sekalân yahut sekaleyn iki sekal; bundan sonraki âyette de açıklanacağı üzere insan ve cinnin bir adıdır. Sekal, yük ve ağırlık demektir. İsimlendirme şekli anlatılırken deniliyor ki: Arz bir yüklü hayvana insan ve cin de ona yükletilmiş iki ağır yüke benzetilerek bu isim verilmiştir.<sup>(108)</sup> </b></blockquote>
<b>Bir de Elmalı’nın Zilzal Suresi ikinci ayetteki “eskal” kelimesine ilişkin açıklamasına bakalım:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>ESKAL tahrik ile cebel vezninde "sekal"in çoğuludur ki, Râzî'nin ifadesine göre sekal, "meta-i beyt", yani ev eşyasıdır. "Kamus"ta sekal, misafirin, yani yolcunun ağırlık denilen eşya ve ailesine, sahibinin çoğunlukla kullanmayıp koruyup hıfzettiği güzel ve kıymetli şeye denir. Nitekim "Muhakkak ki ben içinizde iki kıymetli şey bırakıyorum: Onlar, Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimdir." hadis-i şerifinde sekaleyn bu mânâdadır.<sup>(109)</sup> </b></blockquote>
<b>Yani Rahman Suresi 31. ayette mucizecilerin olmadık anlamlar yüklediği “sekal” kelimesi bizzat insanlar için kullanılıyor. Elamlılı’nın hadis örneğinde de gördüğümüz gibi değerli eşya anlamına da gelen bu kelime Zilzal Suresi ikinci ayette tam da –her ne kadar mucizeciler kafalarına göre uygun olmadığını söyleseler de- tefsircilerin dedikleri gibi insanları ve hazineleri kast etmek amacıyla kullanılıyor. Araplar insanlar için yeryüzüne ağırlık derlerdi, ölüp gömüldüklerinde ise yer altına ağırlık olduğunu söylerlerdi. İşte Kur’an sadece bu deyimi kullanıyor, bilimsel bir bilgi vermiyor.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Bir diğer noktaya değinecek olursak; yukarıdaki tefsirde de geçen, mucizecilerin iddialarına dayanak ettikleri ayet ile aynı şeyleri anlatan İnşikak Suresi’nin 4. ayetini ayrıca incelemek gerek, ayeti buraya alalım önce:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">İnşikak:4=</span> Yer uzatıldığı ve içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı zaman. </b></blockquote>
<b>Bu ayete göre yer içindekileri “tamamen” boşaltacakmış, yani yerin içinde hiçbir şey kalmayacakmış, bu ayetin tefsirini de Kurtubi’den okuyalım:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>"İçinde ne varsa dışarıya bırakıp bütünüyle boşaldığı"; ölülerini çıkartıp artık içinde onları barındırmadığı... </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>İbn Cübeyr dedi ki: İçinde bulunan ölüleri dışarı çıkartıp bırakacak ve üzerinde bulunan canlılardan da büsbütün boşaltılacaktır. Bir diğer açıklamaya göre, içinde bulunan hazine ve madenleri çıkartıp, onları boşaltacaktır. Yani içi büsbütün boşalacak, içinde hiçbir şey kalmayacaktır. Bu da işin ne kadar büyük olacağını haber vermektedir. Tıpkı gebe kadının zorluk esnasında içindekini düşürmesi gibi. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bir başka açıklamaya göre, yer üzerinde bulunan dağlardan ve denizlerden ayrılmış olacaktır. Kendisine bırakılmış şeyleri bırakarak, koruması istenen şeyleri boşaltması diye de açıklanmıştır. Çünkü yüce Allah, diri ve ölü olsunlar kullarını yere emanet vermiş ve gerek ziraat, gerekse gıdaları itibariyle kendisine ait bu yurdun korunmasını ondan istemiştir.<sup>(110)</sup> </b></blockquote>
<b>Peki soralım; mucizecilerin bahsini ettikleri deprem türleri meydana geldiğinde yeryüzü tamamen boşalıyor mu? Buna göre o depremler ilk olarak ne zaman olmuşsa yerin içindeki her şeyi dışarı atması ve şuan yer içinde hiçbirşey(erimiş-ağır metaller metaller vb.) olmaması gerekir. Ama durum bunun tam tersi, yer altı yine ağırlıklarla dolu. O halde Kur’an mı yanılıyor yoksa mucizeciler mi? Sonuç olarak gerek Kur’an’ın gerekse de hadislerin açık ifadelerinden mucizecilerin yanıldıkları anlaşılmaktadır. Her zaman olduğu gibi mitolojik hikayeleri bilime yamama çabasındadırlar.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Üstelik dünyanın kıyamet gününde ağırlıklarını boşaltması da daha eski kaynaklardan alıntıdır, örneğin Hanok’un Kitabı’nda şöyle bir ayet var:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">51.Bölüm:1= </span>O günlerde <u>dünya, rahmindekileri teslim edecek</u>. Cehennem de almış olduklarını teslim edecek ve borçlu olduğu yıkımı iade edecek. </b></blockquote>
<b>Anlaşılan diğerleri gibi bu mucize(!) de Kur’an’dan daha eski olan kaynaklara ait…</b><br />
<b><br /></b>
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<b><br /></b>
<b><sup>105</sup>Fahrûddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Zilzal Suresi, 4. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>106</sup>Kurtubi, El Camiul Ahkamul Kur'an, Zilzal Suresi, 4. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>107</sup>Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Zilzal Suresi, 2. Ayetin Tefsiri</b><br />
<b><sup>108</sup>Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rahman Suresi, 31. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>109</sup>Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Zilzal Suresi, 2. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>110</sup>Kurtubi, El Camiul Ahkamul Kur'an, İnşikak Suresi, 4. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
</blockquote>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-10382392787729292622015-09-01T15:09:00.003-07:002015-09-01T15:09:34.061-07:00Aşılayıcı Rüzgarlar<span style="color: red;"><b>Mucize İddiası:</b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik… </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> 15-Hicr Suresi 22 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gerek Dünya’mızın içindeki fiziksel oluşumlar üzerine yapılan araştırmalar, gerek bitkiler üzerine yapılan araştırmalar, bize rüzgarların aşılayıcı özelliğinin önemini gösterdi. Rüzgarlar bitkilerin üremesinde, bitki tozlarını taşıyarak rol oynamaktadır. Aynı zamanda rüzgarlar, yağmur yağabilmesi için yağmur bulutlarını da aşılamaktadır. Böylece rüzgarlar aşılayıcı foksiyonlarıyla Dünya’daki yaşam için olmazsa olmazlar listesindedir. Diğer olmazsa olmazlar gibi rüzgarların da olmaması, bizim de, Dünya’daki tüm canlılığın da olmaması anlamına gelmektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Denizlerin ve diğer suların üzerinde köpüklenme nedeniyle "Aerosol" adlı hava kabarcıkları oluşmaktadır. Bunlar rüzgarların karadan sürüklediği tozlarla karışarak Atmosfer’in üst katmanlarına doğru havalanır. Rüzgarların yükselttiği bu parçacıklar su buharı ile birleşir, su buharı bu parçacıkların etrafında yoğunlaşır. Bu parçacıklar olmasa, yüzde yüz su buharı, bulutu oluşturamaz. Bulutların oluşması, rüzgarların bu şekilde havada serbest şekilde bulunan su buharını, taşıdıkları parçacıklarla aşılamaları ile olmaktadır. Rüzgarlar bu görevlerini yerine getirmeseydi, yağmur yağdıran bulutlar oluşmayacaktı. Dolayısıyla yağmur, yağmur olmayınca ise yaşam mümkün olmayacaktı. Rüzgarın görevi burada bitmez, Atmosfer’de tonlarca ağırlığa sahip bulutların sürüklenmesi, hava ile sürtünen bulutlarda negatif ve pozitif elektrik yükleriyle aşılamanın olması da bulutlar sayesindedir. Rüzgarlar olmasaydı bulutlar oluşmazdı; fakat oluştuklarını kabul etsek bile, o zaman da bulutlar buharlaştıkları okyanusların, denizlerin üstüne yağacaklar ve yeryüzündeki bitkilerin, hayvanların, dolayısıyla insanın var olması mümkün olmayacaktı. Rüzgarlar bulutların oluşumundan, yağmurların boşalmasından, yağmurun karalara da yağmasına kadar birçok ayrı fonksiyonu yerine getirmektedir. Rüzgarların bu fonksiyonlarının her biri yaşamın devamı için kesinlikle gereklidir. Yaratıcımız her şeyi olduğu gibi bunu da mükemmel bir şekilde planlamıştır. </b></blockquote>
<span style="color: red;"><b>Reddiyem:</b></span><br />
<b><br /></b>
<b>Kurtubi gibi en eski tefsirciler de bu ayetin ağaçların aşılanmasıyla ilgili olabileceğini beyan etmişlerdir, sahabeden bu görüşte olanlar var. Lakin bu aşılamanın nasıl olduğunu açıklamamışlardır. Elmalılı Hamdi Yazır da bu ayetin ağaçların aşılanmasına delalet ettiği ve dolayısıyla “ilmi” mucize olduğunu söyler:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik. "Levâkih", "Likâh" tan türeyen "Lâkiha"nın çoğuludur. Likâh, aşı demektir. Lâkiha da aşılı veya aşıcı mânâlarına gelir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bu âyetin bu mânâsı da başlı başına bir ilmî mucizedir. İbnü Abbas'tan bunun tefsirinde: "Rüzgarlar ağaçların ve bulutun aşılayıcısıdır" diye nakledilmiştir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Hasan, Dahkâk, Katâde de bunu söylemişlerdir. Râzî, bunu kaydettikten sonra der ki: Erkek dişiye suyunu boşaltıp da dişi gebe olunca denilir ki "erkek aşıladı dişi tuttu, gebe oldu" demektir. Bunun gibi rüzgarlar da bulutların erkekleri yerinde kabul edilir. İbnü Mesud hazretleri bu âyetin tefsirinde demiştir ki: "Allah Teâlâ, rüzgarları bulutlara aşılama için gönderir. Onlar da suyu taşıyıp bulutlara karıştırır. Sonra bulutu sıkıştırıp bir aşı gibi akıtır." Bu açıklama, rüzgarların bulutu aşılamasının bir yorumudur. Fakat ağaçları aşılamasının tefsirini zikretmemişlerdir. Yani âyetin yukarda anlatıldığı gibi rivayet ile tefsirinde rüzgarların ağaçları da aşıladığı nakledilmiş olmakla beraber nasıl aşıladığı açıklanmamış. Bir tefsirci olduğu gibi, bir doktor da olan Fahrü'r-Râzî için de bu konu bilinmez kalmıştır. Gerçi ağaç aşılamak eskiden beri bilinen bir şey ise de bununla rüzgarın bir ilgisi yoktu. Bitkilerde rüzgarın yapabileceği bir aşılama yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ra'd Sûresi'nde açıklandığı üzere "Orada bütün meyvalardan iki çift yarattı." ( Ra'd, 13/3) gerçeği ortaya çıktıktan, yani bütün bitkilerin çiçeklerinde erkek, dişi çifti bulunduğu ve erkeğin dişiyi aşılaması ile meyveler meydana geldiği anlaşıldıktan sonradır ki, rüzgarların bir aşıcı hizmetini yerine getirdikleri anlaşıldı…<sup>(100)</sup></b></blockquote>
<b>Elmalılı burada bir mantık hatası yapmaktadır, “rüzgarların ağaçları aşıladığı söylenmiş ama nasıl aşılandığı ancak günümüz bilimsel keşifleriyle anlaşılabilmiştir” diyor ve devam ederek, “ ağaç aşılamak eskiden beri bilinen bir şeydi ama rüzgarla olan ilgisi bilinmiyordu” diyor. Ayetin kendisinden “ağaçların aşılandığı” manası hiçbir şekilde çıkmıyor. O halde demek ki eskiden -günümüz bilgileri olmadan- rüzgarlarla ağaçların aşılanması arasında bir bağlantı olduğu düşünülüyordu zira düşünülmese ayetten bu mana çıkmadığı halde sahabe bu yönde görüş bildiremezdi. Bu durumda günümüz ilmi gerçekleri dışında bir gerçek var bu görüşlerin altında.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Ayrıca bitkilerin de cinsiyetlerinin olduğunun bildirildiği söylenen, özel olarak ele aldığımız başka bir mucize iddiası olan Rad Suresi’nin 3. ayetini Elmalılı da mucize olarak gösteriyor fakat bu konuya burada girmeyeceğim zaten bu mucizeyi açıkladığım başlıkta detayına girmiştim.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Anlaşılan rüzgarlar bulutları aşılıyor ve yağmurun yağmasına vesile oluyor, yağmur doğal olarak bitkileri suluyor ve böylece bitkiler kurumaktan kurtuluyor, çiçek açıyor, meyve veriyor. Rüzgarlarla bitkilerin aşılandığını söyleyen alimler görüşlerini buna dayanarak ortaya atmış olabilirler. Yani rüzgarın bu şekilde dolaylı olarak bitkileri aşıladıklarını düşünmüş olabilirler. Zira daha önce de dediğim gibi, ayetin ne Aerosol ile ne de bitkilerle ilgisi vardır. Mucizeciler ayeti cımbızlayıp, rüzgarın aşılayıcılığını genelleştirmek istemişlerdir, oysa ayetin tamamı şöyledir: </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz. (Diyanet İşleri) </b></blockquote>
<b>Mucizeciler çarpıtmada sınır tanımıyorlar, ayet basitçe, rüzgârların yağmurun yağmasında rol oynadığından bahsetmektedir, rüzgarın aşılayıcılığını yağmurla sınırlamıştır, bu da –bir sonraki reddiyede göreceğimiz üzere- oldukça basit bir gözlemdir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Nitekim bu ayetin sadece bulutlarla ve yağmurla ilgili olduğunu, bitkilerle ilgisiz olduğunu vurgulayarak Seyyid Kutub da açık bir şekilde ifade eder; </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gönderdiğimiz yağmur yükleyici rüzgârlar aracılığı ile size gökten su indirerek su ihtiyacınızı karşıladık. Yoksa su kaynağını oluşturan siz değilsiniz. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<u><b>Rüzgârları yağmur yükleyici olarak gönderdik. Bazıları "yükleyici" kelimesini bilimsel anlamda rüzgârların ağaçtan ağaca döllenmeyi sağladıklarından yola çıkarak açıklamak istiyorlar. Oysa ayetlerin akışı burada rüzgârların yağmur yükleyiciliğine işaret etmektedir, başka değil.</b></u></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Gönderdiğimiz yağmur yükleyici rüzgârlar aracılığı ile size gökten su indirerek su ihtiyacınızı karşıladık. Yoksa su kaynağını oluşturan siz değilsiniz." </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Üstelik burada uzaktan da olsa bitkilere işaret edilmiyor. Hatta sahnede bitkilerin gölgesine de yer yoktur. Kur'an'ın ifade tarzı, sahnede yer alan uzak yakın tüm gölgeleri çizmeye büyük özen gösterir. Yabancı duyguların, telkinlerin etkisinden uzak Kur'an'ın gölgesinde yaşayanlar bunu kavrayabilirler. Yabancı duygu ve telkinlerden arınmış Kur'ani bir algılama yeteneğine sahiptirler (duyguları her türlü yabancı ve zorlama yorumu reddeder). Tıpkı devenin gebe kalması gibi. Rüzgârların yüklediği bu suyu sizin için gökten indirdik. Onunla su ihtiyacınızı karşıladık, böylece onun aracılığı ile hayatınızı sürdürürsünüz.<sup>(101)</sup></b></blockquote>
<b>Tefsirden de görüldüğü üzere bu ayetten herhangi bir bilimsellik çıkmaz. Başka bir ayette de şunlar yazılıdır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. (Furkan Suresi, 48-49) </b></blockquote>
<b>Rüzgarların yağmurları müjdelediği söylenmektedir, Hicr Suresi’nin 22. ayetiyle uyum içindedir. Yağmur yağmadan önce genellikle rüzgar estiğine hepimiz şahit olmuşuzdur, bu bile yeterlidir rüzgar ile yağmurlar arasında bağlantı kurmaya. İşte bu ayet de bunu anlatmaktadır; yağmur yağmadan önce rüzgar estiğine göre rüzgarların yağmurun yağmasında rolü olduğu gözlemsel bir bilgi olarak karşımıza çıkar, bunda mucize aramak kadar saçma bir şey olamaz herhalde. Başka bir iddianın dayanağı olan şu ayette de şunlar söylenir:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Görmüyor musun ki; Allah bulutları sürer, sonra onları birleştirir, sonra onları birbirlerinin üstüne yığar ve sen de yağmurun bunların arasından çıktığını görürsün. Gökyüzündeki dağlardan dolu yağdırır, onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de onu çevirir. Şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecek. (Nur Suresi, 43) </b></blockquote>
<b>Rüzgarların bulutları birleştirip üst üste yığarak yağmurun yağmasında vesile oldukları söylenmektedir. İşte, rüzgarlara aşılayıcı denmesi bunun gibi gözlemsel olaylar nedeniyledir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Ayrıca yukarıda Elmalılı’nın tefsirinden aktardığım kesitteki başka bir görüşe de yer vermek istiyorum, İbn Mesud şöyle diyor:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Allah Teâlâ, rüzgarları bulutlara aşılama için gönderir. Onlar da suyu taşıyıp bulutlara karıştırır. Sonra bulutu sıkıştırıp bir aşı gibi akıtır.<sup>(102)</sup> </b></blockquote>
<b>Bu görüşe Kurtubi de yer verir ve aynen şunları der:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bir diğer açıklamaya göre, aşılayıcı rüzgâr nem taşıyıp bunu bulutlara püskürten rüzgârlardır. İşte bu nem bulutlarda toplanıp bir araya geldi mi yağmur olur.<sup>(103)</sup> </b></blockquote>
<b>Yani rüzgar suyu direk olarak bulutlara taşıyor bu görüşe göre… Zaten ayette de bu anlatılmıyor mu? Ayette açıkça rüzgarların yağmur yağması için bulutları aşıladıkları söyleniyor. Yani Kur'an yazarları, tarihte çok eskilerce de bilinen suyun buharlaşıp sonra yağmura dönüştüğü bilgisinden bile habersizler. Suyun buharlaşıp da bulutlara, sonra hal değiştirerek yağmura dönüşüp yeryüzüne yağması yok bu görüşte. Demek ki bu tip yanlış görüşlerden dolayı da rüzgarlara aşılayıcı denilebiliyormuş. Rüzgar suyu taşıyarak bulutlara aşılıyor(katıyor) ve bulutlarda depolanan bu su yeryüzüne yağıyor. Bu yanlış görüşe Hanok’un Kitabı’nda da rastlanır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>34.Bölüm:2,3=Orada göksel geçitlerin göğe açıldığını gördüm. Üçü, belirgin şekilde diğerlerinden ayrılmıştı. Kuzey rüzgârları onlardan hâsıl oluyordu. <u>Soğuğu, doluyu, buzu, karı, çiyi ve yağmuru üflüyordu</u>. Geçitlerin bir tanesinden hafif diğer ikisinden ise şiddetli ve kuvvetli esiyorlardı. Yeryüzü üzerinde güçlü şekilde esiyorlardı. </b></blockquote>
<b>Şimdi Hanok’un Kitabı’nda da bu yanlış görüşten dolayı rüzgarlara aşılayıcı denebilirdi, sonuçta rüzgarlar yağmuru, karı vs. bulutlara aşılıyorlar, o zaman buna mucize diyebilir miydik? Bilimsel diyebilir miydik? Her zaman olduğu gibi mucize diye yutturulmaya çalışılan bu ayette de aslında bilimsel bir çelişki olduğu görülüyor.</b><br />
<b><br /></b>
<span style="color: red;"><b>Sonuç: </b></span><br />
<b><br /></b>
<b>• Ayetin bitkilerle veya başka şeylerle ilgisi yoktur, sadece yağmurla sınırlıdır.</b><br />
<b><br /></b>
<b>• Rüzgarların yağmurun yağmasında rol oynadıkları, İslam’dan çok eskilerce bile bilinen bir bilgidir, çıplak gözle rahatlıkla gözlenebilir, mucizevi hiçbir yanı bulunmamaktadır. </b><b>Bunu bir sonraki iddiayı açıklarken daha detaylı olarak göreceğiz.</b><b> Buna rağmen ayette buharlaşma vb. olayları olmaksızın, direk olarak hazır yağmurun rüzgarlarla bulutlara aktarıldığı, yani aşılandığı, sonra da bulutlardan yağmur olarak yere düşürüldüğü ve böylece insanların su ihtiyaçlarının karşılandığı anlatılıyor. Yani bir kez daha mucizecilerin bilimsel bir çelişkiyi bilimsel mucize diye yutturmalarına tanık oluyoruz. </b><br />
<b><br /></b>
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<b><br /></b>
<b><sup>100</sup>Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili, Hicr Suresi, 22. ayetin tefsiri.</b><br />
<b><sup>101</sup>Seyyid Kutub, Fizilal´il Kur´an, Hicr Suresi, 22. ayetin tefsiri.</b><br />
<b><sup>102</sup>Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili, Hicr Suresi, 22. ayetin tefsiri.</b><br />
<b><sup>103</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, Hicr Suresi, 22. ayetin tefsiri.</b><br />
<b><br /></b>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-58460699217688799842015-09-01T13:20:00.000-07:002015-09-01T13:44:07.994-07:00Ay'a Gidiş<span style="color: red;"><b>Mucize İddiaları:</b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>18- Ve dolunay haline geldiği zaman Ay 19- Siz gerçekten tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz 20- Şu halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: right;">
<b> 84-İnşikak Suresi 18-20 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Birçoğumuzun hafıza kayıtlarında Ay, unutulmaz anıların, güzel manzaraların bir sembolüdür. Diğer taraftan Ay, Ay takvimini kullananlar için şaşmaz bir hesap aletidir. Gel-gitleriyle de, Dünya’mıza uyguladığı çekimle de Ay, her zaman insanlar için merak unsuru olmuş, insanlığın ilgisini çekmiştir. O, kimimiz için matematiği, kimimiz için astronomiyi, kimimiz için sanatı, kimimiz için romantizmi ifade etmektedir. Tarih boyunca Ay, insanlar için ulaşılmazlığı da ifade etmiştir. Nitekim Peygamberimize Kuran-ı Kerim’in vahyedildiği dönemde de bu hiç şüphesiz böyleydi. Bu yüzden 1400 yıla yakın bir süre yukarıdaki ayetlerde Ay’a gidileceğine işaret olduğu anlaşılamadı. Kuran’da "ve" ile başlayan ifadeler birşeye dikkat çekmek için kullanılır, bazı çevirmenler "ve" ifadesini "andolsun" diye çevirerek de bu vurguyu belirtmeye çalışmışlardır. Kuran’da yemin etmek için "kasem" kelimesi kullanıldığından biz "kasem" kelimelerini "andolsun" diye çevirirken, "ve" kelimelerini aynen yazıp bu vurguyu açıklıyoruz. Bu surede de "ve" vurgusuyla Ay’a dikkat çekildikten sonra "tabakadan tabakaya, binip geçileceği" söylenmiştir. Daha önceden Kuran’ı anlamaya çalışanlar 18. ayetle 19. ayeti ayrı düşünmüşler ve "tabakadan tabakaya geçişi" başka türlü değerlendirmeye çalışmışlardır. Çünkü onların zihninde Ay ulaşılmazdı, Ay’a gitmek hayal bile edilemezdi, hayal edilse bile bu ancak romantik bir düş olarak mümkündü. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bu düşüncelerin etkisiyle tabakadan tabakaya geçişin manevi yükselişi ifade ettiği, Dünya’dan ahirete geçişi anlattığı, insanın spermden gençliğe, gençlikten yaşlılığa kadar geçirdiği halleri mecazi bir ifadeyle dile getirdiği düşünüldü. Oysa ayette insanların gelecekte tabakadan tabakaya geçeceği söylenmektedir. Manevi yükseliş veya çocukluktan yaşlılığa geçiş gibi süreçler Kuran’ın inişinden önce de vardı, indiği zaman da vardı, indikten sonra da var olmuştur. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bu yüzden ayet hakkında geçmişte yapılan bu yorumların gerçeği yansıtmadığını düşünüyoruz. Ayetin ifadesinde gelecekte gerçekleşecek bir olaydan bahsedilmektedir ve bu olayın olduğu zamanda insanların neden iman etmediği sorgulanmaktadır. Yani gelecekte bu olay olduğu zaman da iman etmeyen insanlar olacaktır. Ayrıca ayette geçen "tabaka" kelimesi Kuran’ın diğer yerlerinde, örneğin 67-Mülk suresi 3. ayette ve 71-Nuh suresi 15. ayette maddi tabakaları ifade etmekte; fakat manevi bir tabakayı veya halleri ifade etmemektedir. Ayette "binip geçilmesinden" de bahsedilmesi ayetin Ay’a gidilmesine işaret ettiğini desteklemektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>19. ayeti bu şekilde değerlendirdikten sonra 18. ayete baktığımızda Ay’a dikkat çekilmesi, 19. ayette bahsedilen "binerek tabakadan tabakaya geçişin" Dünya’dan Ay’a Uzay aracıyla geçiş olduğu fikrini doğrulamaktadır.(18. ayette Ay’ın dolunay şekline dikkat çekilir. Ay’ın gerçek şekli dolunaydaki halidir. Ay’ın dolunay hali Ay’ın bütününü, Ay’ın diğer halleri ise kendisini değil ancak bir bölümünü ifade eder. Ay’ın özellikle Dolunay haline dikkat çekilmesi bu yüzden olabilir. En doğrusunu Allah bilir.) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Ay’ın Yarılması: </span> </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Yaklaştı saat ve yarıldı Ay. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> 54-Kamer Suresi 1 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kuran’da Ay’a gidilmesi ile ilgili ikinci bir işaret daha vardır. O da yukarıda alıntıladığımız ayettedir. Bu işareti daha iyi anlamak için "yarıldı" diye tercüme ettiğimiz "şakka" kelimesini incelemek yerinde olacaktır. "Şakka" kelimesi Arapça’da "ikiye ayrılma" anlamının yanında "toprağın kazılması, sürülmesi" gibi anlamlara da gelmektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>25- Suyu akıttıkça akıttık.</b><br />
<b>26- Sonra yeri yardıkça yardık. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> 80-Abese Suresi 25-26 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Abese Suresi’nde gördüğümüz gibi suyun toprakta açtığı yollar, toprakta yaptığı değişiklikler de "şakka" kelimesiyle açıklanmıştır. Ay’a gidildiğinde gerçekleşen en önemli olaylardan biri Ay’ın zemininden örneklerin alınıp Dünya’ya getirilmesidir. Ay’a gidilmesini anlatan tüm yazılar, astronotların Ay’ın zemininden örnek parça alıp geri geldiklerini vurgulamaktadır. Bu olayla Ay’ın zemini insanlık tarihinde ilk defa eşelenmiştir; yani "şakka" kelimesiyle Kuran’da vurgulanan olay gerçekleşmiştir. Ayetten anladığımız kadarıyla bu olayın gerçekleşmesi kıyametin yaklaştığının bir habercisidir. Zaten Peygamberimiz son Peygamber olduğu için, O’nun gelişi kıyametin yaklaştığını göstermekteydi, bu olay ise artık kıyametin daha da yaklaştığını haber vermektedir. Fakat kıyametin gerçek vaktinin ne zaman olduğu ve bu yaklaşmanın ne kadarlık bir süreyi kapsadığını sadece Allah bilmektedir. </b></blockquote>
<span style="color: red;"><b>Reddiyem: </b></span><br />
<b><br /></b>
<b>Öncelikle yemin konusuna değineceğim. Mucizecilerin iddiasına göre Ay’a yemin edildikten sonra, “tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz” denmesi Ay’a yolculuğa işaretmiş. Yani Ay’a yemin edilen 18. ayet ile 19. ayet bağlantılıymış. Eski müfessirlerin 18. ayet ile 19. ayeti ayrı düşünmelerine de baya bozulmuşlar anlaşılan. Fakat eski müfessirlerin söyledikleri doğrudur, Kur’an’da Allah’a ettirilen yeminler, mucizecilerin söylediklerinin aksine vurgu değil, birer gaftırlar, bilindiği gibi yemin bir kimsenin bir kimseyi, kendinden yüce bir şeyleri kendine tanık göstererek söylediklerinin doğruluğuna inandırmaya çalışmasıdır, oysa Allah’tan yücesi var mıdır? Allah’ın sözlerine inandırmak için Ay’a veya başka şeylere yemin etmesi ne kadar gülünçtür, Allah’a inanmayan Ay’ın tanıklığına inanır mı hiç?.. Ben burada bu çelişki üzerinde durmayacağım elbette. Demem o ki, Allah(!) iki olay arasında bağlantı kurmak, bir olayı vurgulamak vb. için yemin etmez, muhataplarını söylediklerine inandırabilmek için yemin eder, tıpkı insan gibi! Allah şöyle de diyebilirdi; İncire yemin olsun ki, siz gerçekten tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz. </b><br />
<b><br /></b>
<b>Buradan insanların incire yükselecekleri anlamı çıkmazdı değil mi? Mucizecilere göre çıkıyormuş işte! Kur’an’da Allah olur-olmadık her şeyin üzerine yemin edip, muhataplarını sözlerine inandırmaya çalışır, birkaç örnek:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>• İncire, zeytine => Tin/1</b><br />
<b>• Yayılmış ince deri üzerine => Tur/3</b><br />
<b>• Kaleme ve yazdıklarına => Kalem/1</b><br />
<b>• Herşeyin çiftine de tekine de and olsun => Fecr/3</b><br />
<b>• Mekke’ye => Beled/1</b><br />
<b>• Zilhicce ayının ilk on gecesine => Fecr/2</b><br />
<b>• İkindi vaktine (asra, çağa)=> Asr/1</b><br />
<b>• Kuşluk vaktine => Duha/1</b><br />
<b>• Şafak vaktine => İnşikak/16</b><br />
<b>• Geceye => İnşikak/17</b><br />
<b>• Gündüze => Leyl/2</b><br />
<b>• Batmakta olan yıldıza => Necm/1</b><br />
<b>• Dolunay halindeki aya => İnşikak/18</b><br />
<b>• (Kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara. => Naziat/1</b><br />
<b>• (Müminlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara => Naziat/2</b><br />
<b>• Art arda gönderilenlere, kasırga gibi esenlere, hakkıyla yayanlara, hakkıyla ayıranlara, özür ya da uyarı olmak üzere öğüt bırakanlara => Mürselat/1-7</b><br />
<b>• Kıyamet gününe => Büruc/2 </b></blockquote>
<b>Bazı ayetlerde kendi üstüne bile yemin eder:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kendilerine verdiğimiz rızıktan, onların ne olduğunu bilmeyen putlara pay ayırırlar. Allah’a and olsun ki, uydurup durduğunuz şeylerden elbette sorguya çekileceksiniz. (Nahl Suresi, 56) </b></blockquote>
<b>İncire, zeytine, kendi üzerine bile yemin eden Allah, varmış Ay’a da ant içmiş çok mu? Dolayısıyla 18. ayet ile 19. ayetin Allah’ın “insanları tabakadan tabakaya binip geçeceklerine” inandırmaya çalışmaktan başka hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. Üstelik sadece Ay’a da ant içilmiyor, mucizeciler nedense ayetleri kırpma gereği duymuşlar, tamamı şöyle:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Yemin ederim şafağa, geceye ve içinde topladıklarına, dolunay hâlindeki aya ki, şüphesiz siz hâlden hâle geçeceksiniz. (İnşikak Suresi, 16-19)</b></blockquote>
<b>Gördüğünüz gibi 19. ayetin öncesinde sadece Ay’a değil, şafağa, geceye ve içinde topladıklarına da yemin ediliyor. Gece ortaya çıkan hayvanlara bile yemin ediliyor, gecenin içinde topladıkları, gece ortaya çıkan her şeyi kapsamaktadır. O halde ayet neye işaret etmektedir, bir araca binip şafağa çıkılacağına mı, geceye çıkılacağına mı yoksa gecenin içinde topladıklarına çıkılacağına mı? Açık ki Allah yine muhataplarını sözlerine inandırabilmek için yemin ediyor.</b><br />
<b><br /></b>
<b>İkinci meseleye gelirsek; 19. ayette geçen “leterkebunne” buyruğu “sizler…geçeceksiniz” anlamındadır.<sup>(93)</sup> Mucizeciler ise “binip geçecesksiniz” manası ile “bir taşıta binilip tabakadan tabakaya geçileceği” izlenimi vermeye çalışmaktadırlar. Oysa ayet bir tabakadan bir tabakaya binilmesinden bahsetmektedir, örneğin bir apartmanın en aşağı katında olan biri, bir üst kata çıktığında, o kata binmiş olur. Herhangi bir taşıtla apartmanın bir üst katına çıktığı anlamına gelmez o. Yani ayet binilen bir şeyle tabakadan tabakaya geçileceğini değil, direk olarak bir tabakadan başka bir tabakaya binileceğini söylemektedir. İnsanların bir tabakadan başka bir tabakaya nasıl geçecekleri muamma. Örneğin; dinlere göre insanlar şimdi dünya tabakasındadır, kıyamette cennet ve cehennem tabakalarına bineceklerdir yani geçeceklerdir. Durum bundan ibarettir. Ruhlar için bir taşıta ihtiyaç var mıdır uçmak için? Bütün Kur’an mealleri de bunu anlatmaktadır.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Ayette geçen kelime Diyanet İşleri mealinde de olduğu gibi “hal” anlamına da gelmektedir, örneğin şimdi genç olan birisi yaşlandığında, yaşlılık haline binmiş yani geçmiş olur. Ayet büyük ihtimalle ölüm ve sonrasındaki bütün hallerden bahsetmektedir. Örneğin ölen birisi önce çürür ve hiç eti kalmaz, kemik olur yani başka bir hale geçmiş olur. Kur’an’a göre ölüler etleriyle kemikleriyle öldükten sonra tekrar diriltileceklerdir, bu da başka bir haldir. Sonra göğe alınacaklardır, cennete ve cehenneme, bu da başka bir haldir. Yani halden hale, tabakadan tabakaya geçeceklerdir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Fakat biz yine de mucizecilerin söylediklerinin bu kısmını doğru kabul edelim, peki bu uzay araçlarına binilip tabakadan tabakaya geçileceği anlamına mı gelir? Tabi ki hayır. Ünlü miraç masalını bilirsiniz, o masalda Muhammed önce Burak adlı atla katır arası bir hayvana biner göğe alınacağı yere varır, sonrasında ise Cebrail şefkatli kollarına alıp belli bir noktaya kadar çıkarmış Muhammed’i, o noktada da “refref” isimli bir uçan halı gelmiş Muhammed’i yükseltmeye, Muhammed bu halıya binip Tanrı katına çıkmış. Yani tabakadan tabakaya geçmiş.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Mitolojide binek çoktur, örneğin bir tanesi de Yunan mitolojisinin Pegasus’udur, Pegasus kanatlı, uçabilen bir attır, Bellerophon’a Tanrılar tarafından verilmiştir. O da Tanrıların katına, Olympos Dağı’na uçmaya çalışır fakat Zeus tarafından engellenir. Viking mitolojisinde de var uçan atlar, bu mitolojinin en ünlü Tanrılarından biri olan Odin’in atı sekiz bacaklıydı: </b><br />
<b><br /></b>
<b> …Havada gidebilen sekiz bacaklı bir at olan Sleipnir adlı binek hayvanı da ona eşlik eder….<sup>(94)</sup></b><br />
<b><br /></b>
<b>Eski yunan inanışlarındaki Harpyialar ise şu özelliklere sahipler:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>…İlk başta sarışın ve güzel varlıklar olarak tasvir edilirken, sonraki şairlerce açlıktan yüzleri çökmüş olan, yiyecek çalarak ve pisliklerini bulaştırarak sofraları berbat etmekten hoşlanan çirkin-yarı kuşlar gibi sunuldular…<sup>(95)</sup> </b></blockquote>
<b>Sunduğum kaynakta daha geniş bilgiler var, inanışa göre bu “yarı kuşlar” insan da kaçırıyorlarmış. Belki de Kur’an’da bunların iyileştirilmiş hali olan, yarı insan yarı kuş türü binekler ima edilemekte… En doğrusunu Allah bilir!</b><br />
<b><br /></b>
<b>Tevrat’ın Tanrısı da bulutlara binip uçar, kimi zaman kasırga da binek yapılır seçkin kullara, örneğin bir Tevrat ayeti şunları söyler:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı. (2. Krallar 2:11) </b></blockquote>
<b>Yani İlyas da bir binek(kasırga) ile tabakadan tabakaya geçmiş, bir de “ateşten” atlı arabalar varmış. Hanok ise başından geçenleri şöyle anlatıyor ona atfedilen kitabında:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Bölüm 14:8=</span>Bir imgelem bu şekilde bana göründü. İşte! O imgelem içinde bulutlar beni davet etti ve bir sis beni çağırdı. Rüzgarlar, uçuşuma yardım edip ilerleyişimi hızlandırırken; çalkalanan yıldızlar ve şimşeğin parlamaları beni sevk etti ve ilerleyişimi ivmelendirdi. Beni göğe, yukarıya yükselttiler. <sup>(96)</sup> </b></blockquote>
<b>Melekler, uçan halılar, kanatlı atlar, devasa kuşlar, bulutlar, kasırgalar… Yani gerçekten bir şeylere binip de tabakadan tabakaya geçmekten bahsedilseydi bile, bunun ne ayla ne de uzay mekikleri ile alakası olurdu. Dediğim gibi mitolojide binek çoktur, ayet bunlardan birine binip gök katları arasında dolaşmaktan bahsetmiş olurdu en fazla. Bu arada benim favorim uçan halı…</b><br />
<b><br /></b>
<b>İşte mucizecilerin dedikleri doğru olsaydı bile en fazla bunlardan bahsediliyor olabilirdi, başka bir şeyden değil. Belki de kıyamet günü dirilttiği herkese bir refref verecektir de zombiler onunla yükselecektir öbür dünyaya, ya da kasırgaları binek yapar, kim bilir? Kısacası ayet büyük ihtimalle ölüm sonrası halden hale geçişten bahsetmekte, ölüler önce kemik olacaklar, sonra tekrar et giydirilecek ve sonra da Tanrı’nın huzuruna çıkacaklar, oradan da cennet ya da cehenneme…</b><br />
<b><br /></b>
<b>İkinci iddiaya gelirsek; bu da diğerleri gibi çarpıtma ürünüdür. Kamer Suresi’nin 1. ayetiyle ilgili farklı görüşler vardır ama en çok kabul gören görüşe göre, Ay Muhammed zamanında, Muhammed tarafından ortadan ikiye yarılmıştır, örneğin Elmalılı’nın tefsirine bakalım: </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Saat yaklaştı, müminlere sevabın, kâfirlere cezanın vaad edildiği kıyamet vakti günden güne yaklaşmaktadır. Hazırlanmak gerekir. Ve Ay, yarıldı. Peygamber (s.a.v)'in en parlak mucizelerinden olan ayın yarılması mucizesi meydana geldi. Sahabe, Tâbiîn ve Müteahhirîn (daha sonraki dönemde yaşayanlar)'den bilinen tefsircilerin hepsi, âyetin bu mucizeyi haber verdiğinde ittifak etmişlerdir. Haber meşhurdur, sahabeden bir hayli kimse rivayet etmiştir. Bunlar arasında Hz. Ali, İbnü Mes'ud, İbnü Abbas, Huzeyfe, Enes, Cübeyr b. Mut'im, İbnü Ömer ve daha başkalarını sayabiliriz. Gerçi İbnü Abbas ve Enes gibi bazıları bu olaya bizzat şahid olmamışlardır. Zira İbnü Abbas henüz dünyaya gelmemişti, Enes de Medine'de o sıralarda dört beş yaşlarında bulunuyordu. Fakat âyetin tefsirinde olayı sahih olarak rivayet etmişlerdir. İbnü Mes'ud, Cübeyr b. Mut'îm ise bizzat şahid olarak rivayet edenlerdendir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Buharî İbnü Mes'ud'dan şu rivâyetleri nakleder: </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>1) "Resulullah (s.a.v)'ın devrinde ay iki parçaya ayrıldı. Bir parça dağın üstünde bir parça da dağın ardında idi. Resulullah: "Şahid olun" buyurdu… </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>…Kısacası bu konuda hayli çok hadis mevcuttur. Bütün bunlar âyetin tefsiri hakkında zikredilmiş rivâyetlerdir. Özellikle İbnü Mes'ud ve İbnü Abbas'ın rivâyetlerindeki ifadeler, ayın yarılması mucizesinin mâzide olduğunu göstermektedir…<sup>(97)</sup> </b></blockquote>
<b>Görüldüğü gibi bu ayetin kaynağı da tamamıyla mitolojik, Ay’da yapılan kazılarla ilgisiz. Öncelikle ikinci ayetten Ay’ın yarılması olayının mucize olduğu anlaşılmaktadır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler. (Kamer Suresi, 2) </b></blockquote>
<b>Oysa Ay’a ayak basmak mucizevi olmayıp tamamen insan iradesinin ürünüdür. Bunda insanları dine çekecek hiçbir delil bulunmamaktadır. Dinsizler bunun süregelen bir sihir olduğunu da söylemezler, aksine mucizecilerin din kardeşleri bu olayı kabullenememişlerdir, mucizecilerin de dini akılcı göstermek çabasıyla verdikleri örneği gördük. O halde durum tam tersine dönmüş olmuyor mu? Kur’an’a göre bu olayı normalde dinsizlerin yalanlayıp “bu süregelen bir sihirdir” demeleri gerekiyorken, bunu dinsizler(en azından gayrimüslimler) başarıyor ve imanlılar diyor “bu süregelen bir sihirdir” diye. Üstelik bu ayetin İslam Öncesi şiirlerden Kur’an’a sokulduğunu söyleyenler de var, bunlardan birini Turan Dursun aktarır: </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kimi araştırmacılar , Ay'ın bölündüğünü anlatan Kur'an ayetinin İslam öncesi Arap şairlerinden birinin,''söylevi''yle de ünlü Kus İbn Saide'nin dizelerinde yer aldığını yazmaktalar.Şiirde birkaç kez geçen bir dizenin anlamı şöyledir:''Kıyamet yaklaştı ve ay bölündü!'' Kur'an'dakiyle bu dizedeki sözler de aynı.Yalnızca bir sözcük dışında:Kur'an'daki ''ikterebet'' sözcüğü yerine,Kuss İbn Saide'nin dizesinde ''denet'' sözcüğü görülür.Ama iki sözcüğün anlamı da bir:İkisi de ''yaklaştı'' anlamında.Ne denli ilginç değil mi? Ama pek de şaşırtıcı gelmemeli.Çünkü Kur'an'da başka yerlerden aktarılmış olan yalnızca bu değil.<sup>(98)</sup> </b></blockquote>
<b>İslam öncesi şiirlerde görülmesi normaldir, zira bunun Araplarda “her şeyin açıklığa kavuşması” anlamında bir deyim olduğu da söylenir:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Ve ay yarıldı" buyruğunun, iş açıklık kazandı ve ortaya çıktı, anlamına geldiği de söylenmiştir, Araplar açık ve seçik olan hususlara ayı misal verirler. Şair şöyle demiştir: </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Ey anamın oğulları! Bineklerinizin göğsünü doğrultunuz, çünkü ben sizden başka bir kabileye daha çok meylediyorum. Çünkü artık ihtiyaçlar baş göstermiş gece ise aylıdır. Katedilecek mesafeler için binekler ve yükler bağlanmış bulunuyor." </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ayın yarılmasının karanlık esnasında doğması ile karanlığın yarılması, ortadan kalkması anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da sabaha "felak" denmesine benzer. Çünkü bu durumda karanlık, üzerinden açılıp dağılmaktadır. Nitekim sabahın infilakı (ayrılması) inşikakı (yarılıp, ayrılması) diye de ifade edilir. en-Nabiğa'mn şu beyitinde olduğu gibi: </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Onlar bir uğultu ile birlikte geri dönüp gittiklerinde Sabahın yarılması sırasında bir davetçi çağırdı bizi."<sup>(99)</sup></b></blockquote>
<b>Bu yorumu tefsirinin devamında Elmalılı da aktarır fakat Kurtubi gibi o da bunu kabul etmez, Ay’ın Muhammed devrinde yarıldığı görüşündedirler. Hatta Elmalılı bu görüşün bozuk görüşlerden olduğunu söylemektedir. Fakat orası önemli değildir, önemli olan Araplarda Ay ile ilgili böyle deyimlerin bulunması, o zaman İslam Öncesi şiirlerde de geçmesi kadar normal bir şey olamaz. Peki o halde bu mucize İslam Öncesi Arapların, daha doğrusu Arapça’nın mucizesi olmuş olmuyor mu?</b><br />
<b><br /></b>
<b>Kısacası ayet –sahih hadislerle desteklendiği üzere- Muhammed zamanında gerçekleştiğine inanılan bir mucizeden bahsetmektedir. Mucizeciler ise diğer tüm görüşleri eleyip, iddialarının temellerini her zaman olduğu gibi çarpıtmalar üzerine kurmaktadırlar…</b><br />
<b><br /></b>
<span style="color: red;"><b>Sonuç: </b></span><br />
<b><br /></b>
<b>• İddia tamamıyla çarpıtma üzerine kurulmuştur, ayetlerin mucizevi hiçbir yanı bulunmamaktadır. </b><br />
<b><br /></b>
<br />
<div>
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<b><br /></b>
<b><sup>93</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, İnşikak Suresi, 19. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>94</sup>NTV Yayınları, Mitoloji, s.230.</b><br />
<b><sup>95</sup>NTV Yayınları, Mitoloji, s.175.</b><br />
<b><sup>96</sup>Oğuz Eser, İdris Peygamberin İki Kitabı, s.60.</b><br />
<b><sup>97</sup>Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili, Kamer Suresi, 1. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><sup>98</sup>Turan Dursun, Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III.</b><br />
<b><sup>99</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, Kamer Suresi, 1. Ayetin Tefsiri. </b><br />
<b><br /></b>
</div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-59503082123882482822015-08-29T09:54:00.003-07:002015-08-29T12:06:39.604-07:00Farkına Varmasak da Dünya Dönüyor<span style="color: red;"><b>Mucize İddiaları:</b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Dağları görürsün de onları durgun sanırsın, oysa onlar bulutların hareketi gibi hareket etmektedirler. Bu her şeyi sapasağlam, mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır. Gerçekten O yaptıklarınızdan haberdardır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: right;">
<b>27-Neml Suresi 88 </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Yeryüzünün en sabit görünümlü, şekli dağlardır. Dağların ulaşılmazlığı fikri, bazı ilkel zihniyetlerin çok tanrılı inançlarda, dağların tepelerinde tanrılar olduğunu düşünmelerine bile sebep olmuştur. Dağların ulaşılmazlığı kadar yerinden oynamaz sabit görüntüsü de insanlar için bir aldatmacadır. Ayet bu algı yanılmasını ortaya koymakta ve dağların bulutlar gibi hareket ettiğini söylemektedir. En sabit görüntüyü veren dağlar bile hareket ediyorsa, onlarla beraber tüm yerküremiz hareket ediyor demektir. Ayet insanların algı yanılgılarından kaynaklanan sabit Dünya fikrini böylece yıkmakta ve en sabit görüntülü dağların hareketini bulutlara benzeterek, o dönemin insanları için inanılmaz olan bir bilgiye işaret etmektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Peygamberimiz döneminde yaşayan insanlar için inanılmaz olan bu işaret, ilk yüzyıllarda ayetin kıyamete işaret ettiği söylenerek anlaşılmadı. Hiç Arapça bilmeyen biri bile yorumun yanlış olduğunu ve Kuran ile çeliştiğini rahatça bilir. Kuran’da anlatılan kıyamet günü meydana gelecek olaylar farkına varılmayacak olaylar değildir, tam tersine her şeyin yıkılıp mahvolduğu, görenlerin dehşete kapıldığı olaylardır. Kuran’da kıyameti tarif eden tüm ayetlerden bu anlaşılabilir. Oysa incelediğimiz ayette, insanların dağları hareketsiz sandığı, fakat bunun bir yanılsama olduğu söylenmektedir. Ayette anlatılan dağların hareketinden, kıyamet günü dağların hareket edeceği hiçbir şekilde anlaşılmamaktadır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Dağların Hareketi: </span> </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kuran’da Dünya’nın hareket ettiğine işaret eden tek ayet bu bölümde incelediğimiz ayet değildir.10.bölümde incelediğimiz 21-Enbiya Suresi-33. ayeti de Güneş ve Ay gibi Dünya’nın da hareket ettiğine işaret etmektedir. Bu bölümde incelediğimiz ayetin başka bir işareti de olması mümkündür. Yerkabuğumuz kendisinden daha yoğun olan Manto tabakasının üzerinde yüzer gibi hareket etmektedir. Bu yüzden tüm kıtalar başta bir aradayken yüze yüze birbirlerinden ayrılmıştır. İlk olarak Alman bilim adamı Alfred Wegener’in 1915 yılında yayınlanan makalesiyle ortaya koyduğu bu oluşum, başta itirazlara uğradıysa da zamanla Şzikçilerin yaptığı araştırmalar Wegener’in haklılığını ortaya koydu. Yerkabuğunu oluşturan okyanus ve katı parçalar (bunlara levha denmektedir), bir gölün üzerine serpilmiş sallar gibi birbirine çarpmakta, birbirlerinin altına girmekte, birbirlerine sürtünmektedir. Bunların hareket hızları yıllık 3 cm ile 15 cm arasındadır. Böylece sabit, sarsılmaz gördüğümüz dağlar Dünya ile beraber Uzay’da hareket ettikleri gibi, bağlı oldukları kıta parçasıyla da hareket halindedir. Kim bilir belki sarsılmaz, oynamaz, sabit sandığımız dağların başka hareketlerini de keşfederiz! </b></blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mucizeler.com/2011/08/farkina-varmasak-da-dunya-donuyor/"><b>http://www.mucizeler.com/2011/08/farkina-varmasak-da-dunya-donuyor/</b></a></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><span style="color: red;">Reddiyem:</span> </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Bu ayetlerle dünyanın dönüşü arasında kurulan zoraki ilişkiyi açıklamaya gerek yok sanırım. O yüzden levha tektoniği kısmına gelelim.</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Mucizecilerin bu iddiası en başta Kur’an’a terstir, açık ki ayet kıyametten bahsetmekte. Ayetin öncesine(87. ayet) ve sonrasına(89.ayet) bakarsak daha iyi anlayacağız: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Sûr'a üfürüleceği ve Allah'ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O'na gelirler. (87. Ayet) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Her kim iyi amel getirirse, ona ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler. (89. Ayet) </b></blockquote>
<div style="text-align: left;">
<b>Mucizecilerin iddiasını doğru kabul edersek; bu ayetin kıyameti anlatan ayetler arasında bulunmasını nasıl açıklayacağız? Allah aynı surenin 82. ayetinden itibaren kıyameti anlatırken araya kıyametle ilgisiz bir ayet sıkıştırıyor ve kıyameti anlatmaya devam ediyor, böyle bir şey düşünülebilir mi? Böyle bir şey Kur’an’daki ayet sıralarının düzensiz olduğu manasına gelir ki, bunu söylemek küfürdür, Tanrı’ya yakışmaz ayetlerin böyle bozukça sıralanması. İşte mucizecilerin gözleri böyle kararmıştır, iddialarını desteklemek uğruna Kur’an’a çelişkiler sokmaktan bile geri durmazlar. </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Başka bir çelişki de şu tür ayetler nedeniyle ortaya çıkmaktadır: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya <u>sabit dağlar yerleştirdi</u>. Yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yarattı. (Nahl Suresi, 15) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Yeri de yaydık, ona <u>sabit dağlar yerleştirdik</u> ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik. (Hicr Suresi, 19) </b></blockquote>
<div style="text-align: left;">
<b>Eğer Kur’an, mucizecilerin dedikleri gibi, kıyametten evvel dağların hareketli olduğunu söylüyorsa Neml 88’de; o halde dağların sabit olduğunu söylediği bu ayetlerle açık şekilde çelişmiş olur. Dağlar sabit midir hareketli mi? “Kazık Şeklindeki Dağlar” başlıklı reddiyemde bu ayetlere değinmiştim, bu ayetlerden direk dünyanın “sabit” olduğu görüşünün benimsendiği anlaşılıyor. </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Erdoğan Aydın bu iddia hakkında şunları yazıyor: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Görüldüğü gibi ilgili bölümden ayrı değerlendirildiğinde 88. ayetin dili; içinde yer aldığı 82-90 numaralı ayetlerle çelişkili olarak, kıyamet öncesi zamana aitmiş gibi anlaşılmaktadır. Bölüm boyunca kıyamet gününden söz edildiği çok açıkken, 88. ayet bölümden kopartıldığında, sanki günümüzden söz ediliyor yanılgısına yol açmaktadır. Burada, Kur’an’da pek çok yerde de rastladığımız, dili kullanmadaki zafiyet ya da çeviri öznelliğinin yarattığı bir ifade bozukluğu söz konusudur…<sup>(88)</sup> </b></blockquote>
<div style="text-align: left;">
<b> Sonra Tekvir Suresi’nden şu ayetlerini gösteriyor: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Güneş, dürüldüğü zaman, yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, <u>dağlar, yürütüldüğü zaman</u>, gebe develer salıverildiği zaman, yaban hayatı yaşayan (irili ufaklı) tüm canlılar toplandığı zaman, denizler kaynatıldığı zaman, ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman, diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, amel defterleri açıldığı zaman, gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman, cehennem alevlendirildiği zaman, cennet yaklaştırıldığı zaman, herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir. (Tekvir Suresi, 1-14) </b></blockquote>
<div style="text-align: left;">
<b>Ve şu ayetleri de not ediyor: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Gök açılır ve kapı kapı olur, <u>dağlar yürütülür</u>, serap hâline gelir. (Nebe Suresi, 19, 20) </b></blockquote>
<b>Görüldüğü üzere bu ayetlerden de dağların kıyamet gününde yürütleceği açıkça anlaşılmaktadır. Bir de tefsirlere bakmakta yarar görüyorum, gelin beraber bakalım: </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>"Sen dağları görür ve onları yerinde duruyor sanırsın. Halbuki onlar bulutların gitmesi gibi giderler" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki; Sen dağları dimdik ayakta görürsün, gerçekte ise onlar kesintisiz, aralıksız olarak yürümektedir. el-Kutebî dedi ki; Çünkü dağlar bir araya getirilecek ve yürütülecektir. İnsan gözüyle ayakta duruyor gibi görünecek, gerçekte ise onlar yürümektedirler. Büyük olan her şey ve büyük kalabalıkları göz tamamiyle ihata etmekten uzaktır. Buna sebeb ise bunların çoklukları ve enleri ile boyu arasındaki mesafelerin büyüklüğüdür. Bu görenin bir yanılmasıdır. O, onları duruyor gibi görecektir, gerçekte ise onlar yürümektedirler. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<u><b>Şair Nâbiğa bir orduyu nitelendirirken şöyle demektedir: </b></u></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<u><b>"Büyük dağı andıran çok yüksek bir dağda sanırsın onları -Binekleri hızlıca yol aldığı halde- bir takım ihtiyaçları için durmuşlar (gibi görürsün)." </b></u></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>el-Kuşeyrî dedi ki: Bu kıyamet gününde olacaktır. Yani dağlar çoklukları dolayısıyla duruyorlar gibi gelecektir. Bu da insan gözüne böyle görünecektir. Gerçekte ise onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. <u>Nitekim üstüste yığılmış olan bulut da gerçekte yürürken duruyor zannedilir</u>. Yani bu dağlar geriye onlardan hiçbir şey kalmayıncaya kadar bulutlar gibi yürüyüp gidecektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Dağlar da yürütülüp bir serap olacak" (en-Nebe', 78/20)… </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>… Beşinci hal: Rüzgarlar dağları yeryüzünün yukarısına çıkartacaklar ve adeta toz zerreleri gibi; havada bir ışık gibi görüneceklerdir. Uzaktan onlara bakan bir kimse ise kesiflikleri dolayısıyla cansız ceset gibi görecektir, hakikatte ise bunlar yürümektedirler, ancak onların yürümeleri dümdüz edilmiş ve darmadağın olmuşcasına rüzgarlar peşinden olacaktır.<sup>(89)</sup></b></blockquote>
<b>Kurtubi’nin verdiği şiir örneğinde de gördüğünüz gibi bu tür tasvirler Araplarca zaten kullanılıyormuş. Çok kalabalık kitleler hareket ettiklerinde göz, büyüklüklerinden dolayı bu kitleleri tamamıyla ihata edemediği için bunlar hareket etmezmiş gibi görünürmüş. Kıyamet günü dağlar da hep birlikte hareket ettirilmeyecekler mi? Büyük kitleler halinde? Koskoca dağlar hep birlikte hareket edecekler, tabi ki hareketsiz gibi görünürler. Bulutlar da hareket etmelerine rağmen gerçekten de hareket etmiyor gibi görünürler. </b><br />
<b><br />
</b> <b>Tüm bunlar birleştirildiğinde Kur’an’ın yazarlarının böyle tasvirlere yer vermelerinden daha doğal ne olabilir ki? Demek ki böyle gözlemsel nedenlerden dolayı da bu tür ifadeler kullanılabiliyormuş, değil mi? Örneğin Güneş ve diğer gök cisimleri de hareket etmezmiş gibi görünür lakin diğer bir reddiyede detaylıca açıkladığım gibi hareket ettiği bilinirdi, dünyanın çevresinde dönüyor sanılırdı. Sırf Güneş’ten, buluttan yola çıkılarak bile Neml 88’deki gibi ifadeler kullanılabilir. Kurtubi ayeti gayet güzel açıklamıştır, aksi bizzat Kur’an’ın kendi ifadeleri doğrultusunda mümkün değildir, ayrıntılarıyla gördüğümüz üzere ancak ve ancak çelişkiler doğurur. </b><br />
<b><br />
</b> <b>Üstelik levha tektoniğine göre dağlar değil kıtalar hareket ederler. Dağlar da kıtalar üzerinde olduğundan dolayısıyla onlar da hareket eder. Ama Kur'an'a göre kıtalardan bağımsız, dağlar hareket ettirilecek. Yani kıtalar sabit, dağlar hareketli. Bu durumda bırakın mucizeyi, ayet levha tektoniği ile de çelişkilidir. Buna ise mucizeciler "ama sonuçta dağlar da hareket ediyorlar" şeklinde cevap veriyorlar. </b><br />
<b><br />
</b> <b>Ama şöyle bir cümle kursak mesela; "ağaçları durgun sanırsın ama onlar yürür". Mitolojide böyle çok hikaye vardır mesela. Şimdi mucizecilerin dedikleri; bu cümlede ağaçların yürümesi olayını levha tektoniğine benzetmeye çalışmaktan farksız. Yani kurdukları alaka bu denli saçma. Halbuki ayette sadece "dağların hareket edeceğinden", bizim cümlemizde ise sadece "ağaçların hareket edeceğinden" bahseder. Yani Kur'an çelişiktir bu konuda, dağlar hareket etmez, kıtalar hareket eder. Ağaçlar, dağlar vb. de kıtaların üzerinde sürüklenir.</b><br />
<b><br />
</b> <b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<b><br />
<sup>88</sup>Erdoğan Aydın, İslamiyet ve Bilim, cilt 2, s. 169</b><br />
<b><sup>89</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, Neml Suresi, 88. Ayetin Tefsiri.</b><br />
<b><br /></b><b><br />
</b> Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-73181589908544133542015-08-27T19:12:00.001-07:002015-08-27T19:12:24.687-07:00Yeryüzünün Tabakaları<span style="color: red;"><b>Mucize İddiası:</b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Allah yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yaratandır. Emir bunların arasında sürekli iner ki Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ve Allah’ın bilgisiyle her şeyi kuşattığını bilesiniz.</b><br />
<div style="text-align: right;">
<b>65-Talak Suresi 12 </b></div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kuran’da yedi göğün olduğunu söyleyen ayetlerden biri olan Talak suresinin 12. ayetinde, yeryüzümüzde, gökler kadar yaratılışın olduğu geçmektedir. Daha önceki konuda yedi göğü tarif eden diğer ayetlerden bu yedi göğün birbiri ile uyumlu tabakalar şeklinde, her tabakanın ayrı bir görevi yerine getirecek şekilde yaratıldıklarını öğrendik. Talak suresinin 12. ayeti yedi gök ile yerküremiz arasında benzerlik kurunca; o zaman yerküremizde de tabakalar şeklinde uyumlu, her tabakanın kendi görevini yerine getirdiği bir yapı beklememiz mümkündür. Nitekim yerküremiz hakkında son asırlarda yapılan çalışmalar Kuran’ın bu ayetinin de mucizeviliğini onaylamaktadır. Yerküremiz de aynı gökyüzü gibi ayrı tabakalardan oluşur ve bu tabakaların bu şekilde yaratılması sayesinde Dünya’mızda hayat mümkün olmaktadır. Aynı Atmosfer tabakalarında olduğu gibi. Peygamberimiz’in yaşadığı Arap toplumunda yeryüzü, bir toprak parçası görünümünün dışında bilinmeyen bir sırdı. O dönemdeki bilgilerle yeryüzünün birbirinden farklı tabakaları nın olduğunun düşünülmesi, bu farklı tabakaların farklı görevlerinin olduğunun söylenmesi imkansızdır. Bu yüzden Kuran’ın göğün tabakalar halinde olduğunu söylemesi ve gökteki bu tabakalar ile yeryüzü arasında analoji (benzerlik) kurması önemli bir mucizedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Yeryüzünün en dışında Dünya’mızın %70’inden fazlasını oluşturan Litosfer’in Su(1) tabakası bulunmaktadır. Bu tabakanın altında Litosfer’in Kara (2) tabakası gelmektedir ve bu tabakalar diğer tabakalara göre çok incedir. Bu tabakaların altında Üst Manto (3) bölümü vardır. Onun altında ise plastik özellikleri gösteren Astenosfer (4) vardır. Bu tabakanın altında Alt Manto (5) vardır. Bu tabakanın birleşiminde silikon, magnezyum, oksijen gibi maddeler vardır, ayrıca demir, kalsiyum, alimünyum da içerdiği söylenmektedir. Bu tabakanın altında Dış Çekirdek(6) bulunur ve yerkürenin hacminin %30’una yakınını oluşturur. Buradaki sıvı Dünya’mızın dönüşüyle beraber oluşturduğu dinamo ile yerküremizin çevresindeki koruyucu manyetik alanı meydana getirmektedir. Dünya’mızın merkezinde ise hacim olarak en ince tabakalardan biri olan İç Çekirdek (7) bulunmaktadır. Görüldüğü gibi Dünya’mız hem ham maddeleri, hem görevleri farklı farklı olan tabakalardan oluşmaktadır. Bu tabakaların sayısı 7’ye eşitlenip de ayetle mutabık olduğu gibi (birbiriyle uyumlu olduğu gibi), iki tabaka tek tabaka şeklinde incelenmek suretiyle 7 rakamı değişirse o zaman da yine 7 rakamının Arapça’da çoğul ifade eden yapısıyla uygunluk göstermektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Allah’ın yaratışındaki harikaları incelersek Talak suresinde ele aldığımız ayetin sonunda dendiği gibi "...Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ve Allah’ın bilgisiyle her şeyi kuşattığını" kavrayabiliriz. </b></blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mucizeler.com/2011/03/yeryuzunun-tabakalari/"><b>http://www.mucizeler.com/2011/03/yeryuzunun-tabakalari/ </b></a></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: red;"><b>Reddiyem:</b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>İddianın bilimselliğini test edelim, ayet bilimsel mi yoksa mitolojik mi? Elbette mitolojiktir, yeryüzünün katmanlarıyla herhangi bir alakası yok. Cennet-Cehennem inancının öncelleri “yeraltı (ölüler) diyarları”dır. Eskiler öldükten sonra yerin altındaki dünyaya gidildiğine inanırlardı. Bu yeraltı diyarlarını katmanlara ayırmışlardı, neden mi? Örneğin bir kötü, bir iyi insanın öldüğünü düşünelim, bu iki ölü aynı katlarda ve aynı şartlarda mı konaklayacaklardı? Elbette bu düşünülemez, iyilerin yeraltı diyarında rahat edecekleri, kötülerin ise azap çekecekleri inancı vardı. Bu nedenle yeraltı katmanlara ayrıldı, kötülerin azap katlarına, iyilerin ise huzur bulacakları katlara gideceklerine dair inançlar oluşturdular. Yeraltı Tanrı ve Tanrıçalarının da ayrı katlarda konakladıklarına inandılar. Çünkü bunlar ayrı derecelerdedirler, hiç iyiyle kötü bir olur mu yahut Tanrılar ile ölümlüler? İşte, dinlerdeki yeraltı katları bunlardan ibarettir, bilimsellikle ilgisi yoktur. </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Örneğin Mezopotamya mitolojisine göre çok oğlu olanlar da yeraltı dünyasında rahat ederlerdi. Yeri katmanlara ayırmış bazı toplumlara bakalım şimdi; “Gökyüzünün Tabakları” başlıklı reddiyede, Turan Dursun’dan alıntıladığım Hint İnançlarını buraya da alıntılıyorum: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Biruni (973-1051?),eski Hint inançlarından,bu arada Brahmanlardan söz ederken,Brahmanizm dinine bağlı olanların,kutsal kitaplarına göre nasıl bir evren görüşünde olduklarını da anlatıyor.Aktarılan bilgi şöyle: </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>''Yedi kat gök ve yedi kat yer, sudaki Brahmandan meydana geldi.Yerin en aşağı tabakasının altında,bin başlı yılan bulunduğu gibi,yerin tam tepesinde,Kuzey Kutup Yıldızı'nın altında,''Meru Dağı'' bulunur.Yerin üzerinde 7 kat gök vardır ki,Güneş,Ay,yıldızlar ve gezegenler,bunun içindedir.En kutsal ırmak Ganj ırmağıdır, cennetten gelir. Güneş,Ay ve yıldızların Rabbleri(efendileri) vardır.<sup>(79)</sup></b></blockquote>
<b>Sadece Hintliler değil, örneğin Aztekler de yeri katmanlara ayırmışlardır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Tlaloc Aztek öbür dünyasının beş katından biri olan Tlalocan’a hükmeder…<sup>(80)</sup> </b></blockquote>
<b>Mayalar ise yeri dokuz kata ayırmışlardır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Maya geleneğine göre dünyanın ortasında yeri gökyüzünün ön üç katına ve ölüler diyarının dokuz katına bağlayan muhteşem bir ağaç yer alır…<sup>(81)</sup> </b></blockquote>
<b> Yunan mitolojisine göre de yer yedi kattır ve en alt katmanı ölülerin azap çektikleri Tartaros'tur:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ölüler diyarı Antikçağ Yunanlarınca evrenin alttaki yarısı olarak algılanırdı. Orada hüküm süren Tanrının adıyla Hades olarak da anılırdı. İnanışa göre, Hades’in krallığı birkaç bölüme ayrılmıştı; en aşağıdaki Tartaros’ta lanetli ruhlar korkunç azaplar çekerdi…<sup>(82)</sup> </b></blockquote>
<b>İngilizce'deki "işkence etmek" manasına gelen "torture" kelimesi de Tartaros'tan gelmektedir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Viking mitolojisinde de Maya inanışlarındaki gibi bir dünya ağacı vardır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Viking evreni hepsine kök salan Yggdrasil adlı dünya ağacının birbirine bağladığı dokuz dünyadan oluşur. Bir alıç olarak tasvir edilen bu ağacın adı çoğu kaynakta Odin’e göndermeyle “korkunç küheylan” olarak çevrilir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bazı yorumlarda dokuz adet dünyanın da büyük ağacın kökleri altında kaldığı belirtilse de, tanrıların üst dallarda bulunan Asgard’da yaşadığı ve köklerin en altında Hel’in ölüler diyarının yer aldığı genelde kabul görür. İkisinin arasında ise Vanir dünyası Vanaheimr, Buz devlerinin dünyası Jotunheim, ateş devlerinin dünyası Muspelheim, kötü cinlerin dünyası Svartalfheim, iyi cinlerin dünyası Alfheim; cücelerin dünyası Nidavellir ve insanların dünyası Midgard vardır. Midgard bir okyanusla ve tanrıların insanları devlerden korumak amacıyla yaptığı bir duvarla çevrilidir. <sup>(83)</sup> </b></blockquote>
<b>Son olarak hem mitolojiden verdiğim farklı katman sayılarının da bilime uygun olduğunu, yedi rakamının bir bağlayıcılığı olmadığını görmek ve mucizecilerin bilimsel çarpıtmaları için Mucize Yalanları sitesine gidiniz:</b><br />
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mucizeyalanlari.com/yedi-kat-yer-ve-yerkurenin-katmanlari/"><b>http://www.mucizeyalanlari.com/yedi-kat-yer-ve-yerkurenin-katmanlari/</b></a></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: red;"><b>Sonuç:</b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>• Dinlerde yerin katmanlara ayrılmasının bilimle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır, tamamı mitolojik inanışlardır. Kur’an’dan daha eski kaynaklarda da yer katmanlara ayrıldığı için zaten Kur’an’ın mucizesi olamaz. </b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b></div>
<b><br /></b>
<b><sup>79</sup>Turan Dursun, Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III,s.112.</b><br />
<b><sup>80</sup>NTV Yayınları, Mitoloji, s.393.</b><br />
<b><sup>81</sup>NTV Yayınları, Mitoloji, s.395.</b><br />
<b><sup>82</sup>NTV Yayınları, Mitoloji, s.157.</b><br />
<b><sup>83</sup>NTV Yayınları, Mitoloji, s.240.</b><br />
<b><br /></b>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-1150805630751980612015-08-27T12:12:00.001-07:002015-09-04T21:35:36.956-07:00Bulutlar Nasıl Yağmur Yağdırmaktadır? <span style="color: red;">Mucize İddiası:</span><br />
<blockquote class="tr_bq">
Görmüyor musun ki; Allah bulutları sürer, sonra onları birleştirir, sonra onları birbirlerinin üstüne yığar ve sen de yağmurun bunların arasından çıktığını görürsün. Gökyüzündeki dağlardan dolu yağdırır, onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de onu çevirir. Şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecek.<br />
<div style="text-align: right;">
24-Nur Suresi 43 </div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Su, yaşam demektir. Yaşamın en temel ihtiyacı olan suyun çok büyük bölümü Dünya’mızın içinde sürekli olarak yer ve hal değiştirmektedir. Kesintisiz olarak yinelenen bu değişim sistemine çevrim denir. Havada her zaman su vardır. Fakat suyun aldığı bu hal, denizlerdekinden, ırmaklardakinden farklıdır. Havadaki buhar şeklindeki suyun bulutları oluşturması, bu bulutları n yağmur oluşu ve yeryüzüne yağışı, Allah’ın yeryüzünde yarattığı harika çevrim sisteminin sonucudur. Allah, bu sistemi anlatırken günümüzde ancak uydularla, hava radarlarıyla saptanan gerçeklere 1400 yıl önceden dikkat çekmiştir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Alıntıladığımız ayetin yağmurun oluşumunu mükemmel bir şekilde tarif ettiğini Rehaili, "This is the Truth" (Gerçek Budur) kitabında şu şekilde açıklamaktadır : "Bilim adamları bulut tipleri üzerinde çalışmışlar ve yağmur bulutlarının belirli sistemler ve aşamalar çerçevesinde oluştuklarını saptamışlardır. Meteorologlar cumulonimbus yağmur bulutlarını incelemişler ve onlardan yağmur, dolu ve şimşeğin oluşumu üzerinde çalışmışlardır. Onlar, bulutların yağmura dönüştüğü süreçteki basamakları 24-Nur Suresi-43. ayete uygun olarak tarif etmişlerdir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
1- Bulutlar rüzgarın itişiyle sürülür: Cumulonimbus bulutları rüzgarın ufak bulut parçalarını bir bölgeye sürmesiyle toplanır.(Rüzgarların bulutun oluşumunda ve yağmura giden süreçte başlangıç olduğu 30-Rum Suresi-46.ayette de anlatılmaktadır. Bir önceki bölümde rüzgarların bulutların oluşumundaki etkisini gördük.) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
2- Birleşme: Sonra bu küçük bulutlar daha büyük bir bulutu oluşturmak üzere birleşirler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
3- Yığılma: Küçük bulutların birleşmesiyle, büyük bulutun içinde yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun iç kısmındaki yukarı çekiş kuvveti, kenarlardakinden daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun hacminin dikey olarak büyümesine neden olurlar, böylelikle bulutlar üst üste yığın oluştururlar. Bu dikey büyüme, bulutun hacminin, Atmosfer’in daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olmaktadır, böylece su damlacıkları ve dolu taneleri oluşmaktadır. Bu su damlacıkları ve dolu taneleri, yukarı çekiş gücünün onları kaldıramayacağı kadar ağırlaştıkları zaman bulutlardan yağışlar çıkar. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Meteorologlar bulutların oluşumu, yapısı ve fonksiyonları hakkındaki bilgileri ancak son yıllarda uydular, uçaklar, bilgisayarlar, balonlar kullanarak elde etmişlerdir. Bu yüzden Kuran’ı n yağmur oluşumunda bulutların üst üste yığınlar oluşturması gibi kritik noktalara dikkat çekmesi çok önemlidir. Çünkü Rehaili’nin kitabından alıntıladığımız bilgiler, ancak bulutların üstüne çıkıp uydu gibi aletlerin kullanılmasıyla elde edilen bilgilerdir. Yeryüzünde yaşayan insanların, bulutların yığın oluşturmaları sürecinde bulutların arasında oluşan çekim kuvvetini ve bu kuvvetin sonucunda yukarı doğru genişleyen buluttan yağışın çıktığını yeryüzü seviyesinden anlamaları imkansızdır. Bu anlatımlardan sonra merak ediyoruz acaba kaç kişi "Muhammed’in uydusu vardı, aynı zamanda meteorologdu, bu bilgileri öyle elde edip de bu izahları yaptı" diyecek? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Alıntıladığımız ayette bulutların dağlara benzediği ve dolunun bundan çıktığı söyleniyor. Gerçekten de 4-5 mil yüksekliğindeki cumulonimbus yağmur bulutları dağ şeklinde bir yapı göstermektedir. Bu da Kuran’ın benzetmeleri nasıl yerli yerinde yaptığının bir göstergesidir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
…İncelediğimiz ayette yanlışlığı anlaşılmış olan bu bilgilerin hiçbirine yer verilmeden şimşekten bahsedilmekle birlikte şimşek; yağmur ve dolunun yağışı ile beraber anlatılıp, şimşeğin bu yağışlarla ilişkisi anlaşılır…</blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mucizeler.com/2011/03/bulutlar-nasil-yagmur-yagdirmaktadir/">http://www.mucizeler.com/2011/03/bulutlar-nasil-yagmur-yagdirmaktadir/</a></div>
<br />
<span style="color: red;">Reddiyem:</span><br />
<br />
Bulutların ve yağmurun oluşumu çok eskilerce bile bilinir, Kur’an’dan binlerce yıl önceki metinlerde yağmurun, bulutların oluşumuna dair, tamamen gözleme dayalı fakat günümüz bilimiyle uygun ifadeler görürüz. Örneğin bunun ne kadar basit bir gözlem olduğunu daha iyi anlamamız için şöyle bir deney yapalım:<br />
<br />
Malzemeler: Bir tencere, su ve ateş.<br />
Deneyin hazırlanışı: Suyu tencerenin içine boşaltın ve kapağını kapatıp ocağın üzerine koyun. Deneyin yapılışı: Ocağı ateşleyin.<br />
<br />
Biraz bekledikten sonra suyun buharlaştığını göreceğiz, bu ilk bakışta dumanı anımsatabilir ama dumandan tamamen farklıdır, bunu kapağı kaldırıp da kapağın alt yüzeyine bakınca anlayacaksınız. Kapağı kaldırıp alt yüzeyine baktığınız zaman sularla kaplı olduğunu göreceksiniz. Peki; tenceredeki su kapağın yüzeyine nasıl ulaşabilmiştir? Cevabı basit; buhar dumandan tamamen farklıdır, suyun gaz halidir, su ısıtıldığında gaz haline geçer(buharlaşır) ve yukarı doğru uçmaya başlar. İşte! Yağmur ve bulutların nasıl oluştuklarını bulduk! İnsanlar ateşi bulduklarından beri suyu kaynatırlar, tabi yağmur deneyi için değil, türlü işleri için, makarna yapmak veya çay yapmak gibi. Haliyle suyun buharlaştığını gözlemlerler, suyu kaynattıkları kabın kapağına bakınca kapağın alt yüzeyinin suyla kaplı olduğunu görürler, suyun kapağın yüzeyine nasıl ulaşmış olabileceğini düşünürler ve doğal olarak suyun katı, sıvı ve gaz halinde olduğu ve bunların farklı sıcaklıklarda birbirlerine dönüştükleri sonucuna varacaklardır, aksi mümkün mü? En ilkel insanlar için bile mümkün değil, zira daha önce de dediğim gibi görünen köy kılavuz istemez! Bunlar ve daha sayılabilecek pek çok gözlemsel olay sayesinde rahatlıkla keşfedilmiştir bu bilgi.<br />
<br />
Suyun bu özelliklerini keşfetmek bu kadar basitken, bulutlar da buharlar gibi dumanı anımsatırken, bembeyazken, yağmurun bulutlardan indiği de açıkken, eskilerin; “bulutlar da aynı buharlar gibi bembeyaz ve buharlar gibi suya dönüşüp yeryüzüne düşüyorlar, demek ki bunlar denizler gibi su kütlelerinden yükselen buharlar” dememeleri için bir sebep göremiyorum ben. Bu kadar basit gözlemleri bile mucize diye yutturmaya çalışmak, şaşılacak şey doğrusu.<br />
<br />
Gelin mucize iddiasında yağmurun oluşumu için sayılan aşamaları, Kur’an’dan daha eski kaynaklarda bulabilecek miyiz bir bakalım: ,<br />
<br />
1.Bulutların rüzgar ile itilip bir araya toplanmaları:<br />
<br />
Bulutların hareket ettikleri, hatta rüzgar tarafından sürüklendikleri –mucizecilere garip gelebilir! ama- çıplak gözlerle anlaşılabilecek çok basit gözlemlerdir. Örneğin İncil’de şöyle bir ayet vardır:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Sevgi şölenlerinizde sizinle birlikte pervasızca yiyip içen bu kişiler birer kara lekedir. Yalnız kendilerini besleyen çobanlardır. Rüzgarın sürüklediği yağmursuz bulutlara, iki kez ölmüş, kökünden sökülmüş, sonbaharın meyvesiz ağaçlarına benzerler. (Yahuda’nın Mektubu, 1:12)</blockquote>
“Rüzgarın sürüklediği yağmursuz bulutlar” ifadesi açıkça bizlere bulutların rüzgarla sürüklendiklerinden bahsetmektedir. Ufak bulutların bir noktada birleşip büyüdüklerini ise Tevrat’ın şu ayetlerinden anlıyoruz:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Yedinci kez gidip bakan uşak, "Denizden avuç kadar küçük bir bulut çıkıyor" dedi. İlyas şöyle dedi: "Git, Ahav'a, 'Yağmura yakalanmadan arabanı al ve geri dön de." Tam o sırada gökyüzü bulutlarla karardı, rüzgar çıktı, şiddetli bir yağmur başladı. Ahav hemen arabasına binip Yizreel'e gitti. (1. Krallar, 18:44-45) </blockquote>
Buradan bulutların denizden, su kütlelerinden yükseldiğinin bilindiği anlaşılıyor, avuç kadar küçük bir buluttan bahsedildiğine göre, bu küçük bulutların birleşip büyük bulutları oluşturdukları düşüncesi de hâkim, zira gökyüzünde genelde avuç kadar bulutlar olmaz, çok daha büyüktürler. Nitekim sonraki ayette gökyüzünün bulutlarla karardığı(kaplandığı) söyleniyor. Bulutların yeryüzünden yükseldiği şu ayetlerde de söylenir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Yeryüzünün dört bucağından bulutlar yükseltir, Yağmur için şimşek çaktırır, Ambarlarından rüzgar estirir. (Tevrat: Mezmurlar, 135:7) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
İsrail ileri gelenlerinden yetmiş kişiyle Şafan oğlu Yaazanya orada, putların önünde duruyordu. Her birinin elinde bir buhurdan vardı; buhurun kokusu bulut gibi yükseliyordu. (Tevrat: Hezekiel, 8: 11) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
İsa halka şunları da söyledi: "Batıda bir bulutun yükseldiğini görünce siz hemen, 'Sağanak geliyor' diyorsunuz, ve öyle oluyor. (İncil: Luka, 12: 54) </blockquote>
Bu ayetlerden açıkça anlaşılıyor bulutların yeryüzünden yükseldiği.<br />
<br />
2.Birleşme:<br />
<br />
Aslında birinci aşamayla aynı burada sadece bulutların üst üste yığıldığını açıkça dile getiren, Muhammed’den 30 sene önce yaşamış, İslam öncesi şairlerden biri olan İmru’l Kays’ın bir şiirini vereceğim: <br />
<blockquote class="tr_bq">
"Ey Hari(se), sen bir şimşek görürsen, ben sana onun parıltısını göstereyim, Üst üste yığılmış parlak bulut arasında iki elin parıldaması gibi."<sup>(66)</sup></blockquote>
“Üst üste yığılmış parlak bulut” ifadesi Kur’an’ın ifadelerine ne kadar da benziyor değil mi? Kur’an mı mucizevi yoksa bu şiirler mi?<br />
<br />
3. aşamaya girmeye gerek yok, birleşen bulutların daha büyük yığınlar oluşturduklarından bahsediliyor. Bu İncil, Tevrat ayetlerinde ve İmru’l Kays’ın şiirinde, Kur’an’da bildirildiği söylenen üç aşamayı da buluyoruz. Madem bu Tanrı vahyi olmadan bilinemeyecek bir şey, bunlar nasıl bilmişlerdir? Hangi dine inanmalıyız bu halde? Görünüşe göre bu çok karışık bir durum. Yine de bu "üst üste yığılma" olayının İslam öncesi Araplarca bilindiğini Kur'an'dan bir ayetle kanıtlayalım;<br />
<blockquote class="tr_bq">
Gökten düşmekte olan parçalar görseler, “Bunlar, <u>üst üste yığılmış bulutlardır</u>” derler.(Tur Suresi, 44)</blockquote>
Gördüğünüz gibi her şey açık, Araplar bu "üst üste yığılma" olayını bilmeseler ve dile getirmeseler "bunlar, <u>üst üste yığılmış bulutlardır</u>" diye laf edemezler. Bir kez daha görüyoruz ki Kur'an'da kendi döneminde bilinmeyen tek bir ifade dahi yoktur.<br />
<br />
Ben her ihtimale karşı –kim bilir belki yağmurun bulutlardan çıktığı da bilinemezdi derleryağmurun bulutlardan çıktığını söyleyen birkaç Tevrat ayeti de vermek istiyorum:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Seir'den çıktığında, ya RAB, Edom kırlarından geçtiğinde, Yer sarsıldı, göklerden yağmur boşandı, Evet, bulutlar yağmur yağdırdı. (Hakimler, 5: 4) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bulutlar suyunu boşalttı, Gökler gürledi, Her yanda okların uçuştu. (Mezmurlar, 77: 17)</blockquote>
Muhammed’in uydusu falan yoktu, bulutların arasındaki çekim gücünden filan da bahsetmedi, ne gördüyse onu söyledi.<br />
<br />
Bulutların dağlara benzetilmesini bile nerelere bağlamışlar, insaf yahu! Bu olsa olsa en fazla teşbih olabilir ki değildir. Bu mesele için Kurtubi'nin tefsirini alıntılamak istiyorum, mucizecilerin verdikleri ayetin tefsiri;<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Ve gökten içinde dolu bulunan bazı dağlardan (dolu) indirir." Denildiğine göre yüce Allah, semada dolu dağları yaratmıştır. O bunlardan doluları yağdırır, İfadede hazfedilmiş kelimeler vardır, yani, O dolu dağlarından dolu indirir. Buna göre burada "dolu" anlamındaki meful hazfedilmiştir. el-Ferrâ da buna yakın bir açıklama yapmıştır. Çünkü ona göre ifadenin takdiri "dolu dağlarından" şeklindedir. Ona göre dağlar ile dolu aynı şeylerdir. Âyet-i kerîmedeki "dolu" anlamındaki kelime de cer mahallindedir, Onun bu açıklamasına göre anlam: Orada dolu dağlarından indirir" burada "dağlar" anlamındaki kelime tenvinli olmalıdır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Şöyle de açıklanmıştır: Allah, semâda içlerinde dolu bulunan dağlar yaratmıştır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Ve O, içinde dolu bulunan semadaki dağlardan (dolu) indirir. Buna göre buradaki: "...dan" sıladır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bir başka görüşe göre anlam şudur: O, semâdan dağlar kadar yahut dağlar gibi doluları yere indirir. O takdirde birinci: "...dan" gaye içindir. Çünkü başlangıç yeri semadan indirmektir. İkincisi ise teb'îz içindir, çünkü dağların bir kısmı doludur. Üçüncüsü ise cinsin beyanı içindir, zira o dağların türü doludan olmaktır. el-Ahfeş dedi ki: Burada: "min; ...dan" edatı "dağlarda" lafzında, "dolu" kelimesinden önce de, yani her iki yerde de fazladan gelmiştir. "Dağlar" ve "dolu" nasb mahallindedir. Yani O, semadan dağlar gibi olan dolu indirir, anlamındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.</blockquote>
Görüldüğü gibi ayet teşbih filan yapmıyor, ayetin yazarları direk olarak doluların gökteki dolu dağlarından geldiğini sanıyorlarmış. İlginç ki, Kur'an yazarları o zamanın bilgilerinden bile bihabermiş anlaşılan. Buradaki çelişki bırakın değindiğimiz mucize iddiasını yıkmayı, Kur'an'ın tamamının Allah'tan olmadığını kanıtlar nitelikte. Ama yine de devam edelim çürütmelere.<br />
<br />
Şimşeğe gelirsek; ayetten en fazla şimşeğin bulutlarda oluştuğu sonucu çıkarılabilir. Şimşeğin yağmurla, doluyla ilişkisi elbette kurulacaktır, zira şimşek olayı yağışlı havalarda meydana gelir, insanlık tarihi boyunca da ilişkisi kurulmuştur. Tüm bunlar en ilkel insanların bile –ister istemez- gözlemleyecekleri hava olaylarıdır. Örneğin İslam öncesi Arap şairlerinden Kuss b. Saide’nin bir şiiri şöyledir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Aşırı tutkusuyla gönül andı onu.<br />
Arasında gündüz olan geceleri yad etti.<br />
<u>Bulutlardan boşalan sağanak yağmur,<br />
Damlaları arasında ateş vardı. </u><br />
<u>Ateş ışığı gözleri kamaştırıyordu.<br />
Şimşek parıltısı, gözler önünde uçuyordu.</u><br />
Sağlam köşklerde hayırlar vardı.<br />
Diğerleri ise, ıssız ve bomboştu.<br />
Yeri durduran, yüce dağlardır.<br />
Denizlerin suları ise engindir.<br />
Yıldızlar, gece karanlığında parlar,<br />
Bunların döndüğünü her gün görürüz. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sonra güneşi, gecenin ayı kışkırtır.<br />
Hepsi birbirini hızla takib eder.<br />
Büyük, küçük karışık olan her şey,<br />
Gün gelir toprağa girer, mezar olur.<br />
Şaşmayan kalblerin tahminleri bile,<br />
Bir çok şeyi kavrayamaz, aciz kalır.<br />
Doğruyu görüp ibret alan kimseler için,<br />
Benim bu söylediklerim,<br />
Allah'a giden yolu gösterir." <sup>(68)</sup></blockquote>
Görüldüğü gibi bu şiirde de şimşeğin yağmur damlalarıyla ilişkisi kurulmuş. Ama kimse de çıkıp Kuss b. Saide’ye peygamber demiyor. Bu şiirde, mucizecilerin Kur’an’dan önce söylenmediğini iddia ettikleri ifadeler de geçer, yeri geldiği zaman değineceğim. Son bir şey daha söylemek istiyorum, Tevrat’ın mucizevîliğine bir kez daha tanık olun:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Evet, Tanrı öyle büyüktür ki, O'nu anlayamayız, varlığının süresi hesaplanamaz. “Su damlalarını yukarı çeker, buharından yağmur damlatır. (Eyüp, 36:26-27)</blockquote>
Görüldüğü gibi çok açık bir şekilde yağmurun nasıl oluştuğu anlatılmış. Gerek “su damlalarının yukarı çekilmesi” yani buharlaşıp bulutları oluşturmasından bahsetmesi olsun, gerekse “yukarı çekilen buharlardan yağmur damlaması”ndan bahsedilmesi olsun, açık ve net şekilde anlatmış olayı. Bulutların su buharları olduğunu da söylemiş oluyor çünkü ayet “buharından yağmur damlatır” diyor. Sadece bu da değil, karın da aynı şekilde oluştuğunu söylüyor şu Tevrat ayeti:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<u>Gökten inen yağmur ve kar, </u><br />
Toprağı sulamadan, yeri yeşertmeden,<br />
Ekinciye tohum, yiyene ekmek vermeden<br />
<u>Nasıl göğe dönmezse…</u> (Yeşaya, 55:10) </blockquote>
Gökten inen yağmur ve karın, yeri suladıktan sonra tekrar göğe döndüğünü söylüyor, gerçekten de yağmur da kar da yeri suladıktan sonra buharlaşıp göğe geri döner, bu döngü sürekli tekrarlanır. Bırakın yağmuru karın oluşumu bile açıklanmış. Eğer mucizecilerin davalarına biraz olsun saygıları var ise bu mucizeler karşısında Museviliği benimserler!<br />
<br />
<span style="color: red;">Sonuç: </span><br />
<br />
• Ayetler tamamen gözleme dayalı olarak insanların zaten bildikleri şeyleri tekrarlıyor.<br />
<br />
• Kur’an’dan çok daha eski metinlerde yağmurun oluşumu tamamen günümüz bilimsel verilerine uygun bir şekilde anlatılmakta, hatta Tevrat ve İncil dışında Hindu metinlerinde de bahsedilmektedir, antik Çinliler de yağmurun nasıl oluştuğunu bilirlerdi. Yukarıda da anlattığım gibi bu çok basit bilgilerdendir, günümüz teknolojisi olmadan bilinemeyecek, mucizevi hiçbir yanı yoktur. <br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------<br />
<br />
<sup>66</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, Zuhruf Suresi, 77. ayetin tefsiri.<br />
<sup>68</sup>İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi, 2. Cilt, 7. Bölüm.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-44472999024911073432015-08-25T11:48:00.001-07:002015-08-25T11:48:48.898-07:00Vuruşlu Yıldız(Pulsar)<b><span style="color: red;">Mucize İddiası: </span></b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>1- Ve Evren’e ve Vuruşlu’ya(Tarık’a)</b><br />
<b>2- Vuruşlu (Tarık) nedir kavrayabilir misin?</b><br />
<b>3- O delici yıldızdır.</b><br />
<div style="text-align: right;">
<b>86-Tarık Suresi 1-3 </b></div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kuran’ın 86. suresinin adı Tarık’tır. Tarık "tark" kökünden türeyen bir kelimedir. Kelimenin aslı "vurmak, çarpmak" anlamlarına gelir. "Yol" anlamına da gelen "Tarık", yolcular ayaklarını vurup yol aldığı için bu kökten türemiştir. Kuran çevirilerinin birçoğunda "Tarık" kelimesi özel isim gibi yazılıp, anlamı çeviride verilmemiş, fakat açıklamalarda anlam açıklanmıştır. Oysa kelimenin en temel anlamı olan "Vuruş" diye ayet çevrilirse, kozmolojik fizik ile ilgilenenler Kuran’ın bir mucizesine daha tanıklık edebilirler. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>1967 yılında İngiltere Cambridge Üniversitesi’nde Jocelly Bell düzenli ve ısrarlı bir radyo sinyali yakalar. Radyo sinyalinden kalbin vuruşları gibi düzenli vuruşlar gelmektedir. O zamanda Uzay’da böyle düzenli vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu. Bu yüzden bu sinyallerin, başka gezegenlerdeki akıllı yaratıklar tarafından gönderildiğine kanaat getirilir. Büyük bir heyecanla davetiyeler bastırılır, basın kuruluşlarına haber verilir ve LGM adı verilen görkemli bir seminer düzenlenir. LGM (Little Green Men) "Küçük Yeşil Adamlar" demektir ve Evren’de akıllı yaratıklarla irtibat kurulduğunu simgelemektedir. Çok kısa bir süre sonra söz konusu sinyallerin kaynağının nötron yıldızlarının çok büyük bir hızda dönmeleri olduğu anlaşılır. Böylece nötron yıldızlarına bir ad daha takılacaktır: "Pulsarlar". Jocelly’in buluşu uzaylılarla irtibatı sağlayamamıştır ama Pulsarların keşfini sağlamıştır. İngilizce’de "pulsate", nabız gibi vuruşları ifade eden bir kelimedir. "Pulsation" da "vuruş, titreşim" demektir. Bundan da nötron yıldızlarına takılan "Pulsar" isminin Kuran’da geçen "Tarık" yani "Vuruş" ismiyle uyumlu olduğu anlaşılmaktadır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Tarık suresinin ikinci ayetinde "Vuruşlu yıldızın(Tarık’ın)" insan zihni tarafından kavranmasının zor olduğu vurgulanmaktadır. 2. ayette geçen "Ve Ma Edrake" ifadesinde geçen "edrake" kelimesi Türkçe’mize "idrak etmek" olarak Arapça’dan girmiştir ve "kavramayı, anlamayı" ifade etmektedir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Pulsar’ı incelediğimizde ayetin bu mucizevi yönüne de tanık olmaktayız. Pulsar’ın içinden alacağımız bir kaşık madde bir milyar ton gelmektedir. Pulsar’dan alacağımız çok ufak bir maddeyi eğer yeryüzüne bıraksak Dünyamızın öbür ucuna kadar bir delik açıp çıkardı. Oysa Dünya’da herhangi bir maddenin bir kaşığı birkaç gramı geçmez. Sırf bunu düşünmek bile Pulsar’ın kavranması ne kadar güç bir yıldız olduğunu ortaya koyar. Güneş’in bir kaç misli büyük yıldızlar sıkışarak Pulsar’ı oluşturur. Oysa bir Pulsar’ın çapı 15-20 km’dir. Dünyamızı aynı şekilde sıkıştırsak Dünyamız 100 metre çapında bir küre olurdu. Dünyamız 24 saatte kendi etrafındaki dönüşünü tamamlar, oysa Pulsar bir saniyede defalarca kendi etrafında döner. Pulsar’ın hem dönüşündeki hızı, hem tüm bu bilgiler Tarık suresinin 2. ayetinde "Vuruşlu yıldızın (Tarık’ın, Pulsar’ın)" kavranmasının ne kadar zor olduğunun belirtilmesinin ne kadar mucizevi olduğunu göstermektedir.</b><br />
<b><br />
</b> <b>Ayette geçen yıldızın Saturn, Venüs gibi yıldızlar olabileceğine dair eskiden tahminler yapılmıştır. İlk Boşnakça Kuran tercümesini yapan Mustafa Mlivo bu tahminlerin hatalı olduğunu Tarık’ın Pulsar olduğunu söyleyerek özetle şöyle demektedir: 86 Tarık suresi 1-3 ayetlerde şunlardan bahsedilir:</b><br />
<b><br />
</b> <b>“1-Vuruş yapmak</b><br />
<b>2- Bir yıldız olmak</b><br />
<b>3- Delmek </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Uzaydaki hiçbir gök cismi bu kriterleri karşılamaz (Pulsar dışında) çünkü; </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>- Hiçbir gök cismi vuruşlar şeklinde tarif edilemez</b><br />
<b>- Ayette bahsedilen yıldızdır.(Satürn, Venüs gibi gök cisimleri gezegenlerdir.)</b><br />
<b>- Pulsar güçlü radyasyon ve radyo dalgaları yaymaktadır. 3. ayette geçen "sakıb" kelimesine "karanlığı delmek, yanıp tutuşmak, nufüz etmek" anlamları verilmektedir.” </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Görüldüğü gibi ancak 1970 yılına gelindiğinde yeni keşfedilen bir yıldızdan Kuran 1400 yıl önce bahsetmektedir. Vuruşları olan bir yıldızın ne anlama geldiğini binlerce yıldır kimse tahmin edemediğinden "Tarık" kelimesi özel isim gibi Arapça’sının aynısıyla çevrilmeden çevirilere yazılmış, ancak dipnotlarda, sözlüklerde ve tefsirlerde anlamı açıklanmıştır. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gökyüzünde çok ince hesaplarla, çok muhteşem olaylar oluşmaktadır. Hiç kimsenin kafadan iki cümle atıp da gökyüzünde oluşan olaylar hakkında isabetli bir tahmin yapabilmesi, dediğine uyacak bir cismin gökyüzünde tesadüfen bulunması beklenemez. Kuran’ın her cümlesinde, her kelimesinde nasıl inceliklerin olduğu, Kuran’ın her sorusunda, her vurgusunda ("Vuruşlu nedir, kavrayabilir misin?" örneğinde olduğu gibi) nasıl derin anlamların saklı olduğu Kuran ne kadar çok araştırılırsa o kadar iyi anlaşılmaktadır. </b></blockquote>
<b><br />
</b> <br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.mucizeler.com/2011/03/vuruslu-yildiz/"><b>http://www.mucizeler.com/2011/03/vuruslu-yildiz/</b></a></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><span style="color: red;">Reddiyem:</span></b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Tarık hiç de iddiacıların dedikleri gibi gizemli bir kelime, nesne değildir, gece veya gündüz çıkıp yürek hoplatan her şeye denilir, ayrıca “tüm yıldızlar”ı kapsayan genel bir sıfattır. Mucize Yalanları Sitesi’ndeki tefsirleri alıntılıyorum: </b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>TÂRIK, aslında “tark” kökünden ism-i fâildir. Tark, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmaktır. Bu asıl mânâsından genişletilerek bunun gerektirdiği birçok mânâda kullanılmıştır. “Çekiç” ve “çomak” mânâsına gelen “mıtraka” bu köktendir. Yol mânâsına gelen “tarîk” da bundan türetilmiştir. Zira yolcular ona ayak vururlar. Buna göre “târîk”, esasen “tokmak vurur gibi şiddetle vuran” demek olduğu halde sonra ayak vurmak, yol tepmek mânâsıyla lügat örfünde yola giden yolcuya isim olmuş ve bu mânâda yaygın şekilde kullanılarak hakikat olmuştur. Sonra “gece gelen” mânâsında özelleşmiştir ki geceleyin gelip kapı çalan veya gönül hoplatan ziyaretçi mânâsını ifade eder. Mastarı “tark” ve “turuk”tur. Sonra bu mânâdan genişletilerek her ne olursa olsun geceleyin ortaya çıkıp göze, gönüle çarpan her şeye, hatta hayalî görüntülere dahi târık denilmiştir. Nitekim Şair: “O hayal gördü ve hiçbir tarafa meyletmedi. Oysa kervanlarımızı hızlandırma açısından gece kadar etkili bir şey yoktur.” demiştir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>Bizim zihne çarpmak tabirimiz de bu türdendir. Bir de Târık, özellikle sabaha karşı doğan sabah yıldızına da denir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>(…) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>İlk akla gelen Sabah yıldızı olmakla beraber Târık manevi şeyler için de kullanılabildiğine ve “yıldızla da yol bulurlar”(Nahl, 16/16) mânâsınca yıldızda bir hidayet ve yol gösterme mânâsı olduğuna göre “Necm-i Sâkıb”tan maksadın geceleyin gökte doğan herhangi bir parlak yıldızın göze çarpması halinde ışığın şuurumuzda parlayışı gibi manevi semadan nefislerimize gelip vicdanımıza işleyen ve zihnimize nakşedilerek bizi içimizdeki ve dışımızdaki karanlıklardan çıkaran iman ve kesin inanç nurlarıyla manevi kalbe doluşları ve ilâhî irşatları kapsaması daha uygundur. Yani, göğe ve sizi karanlıklardan aydınlatmak için yıldız gibi şuurunuza çarpan ve maddenizi delip gönüllerinize işleyen hak nuruna yemin olsun. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
<b>(<i>Elmalılı Hamdi Yazır</i>, Hak Dini Kuran Dili, Tarık/1-3)</b></blockquote>
<b>Diğer bir tefsir:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gece çıkıp görünen” şeklinde çevirdiğimiz “tarık”, sözlükte “gece gelen, şiddetle vuran, çarpan” anlamlarına gelir. Yıldızlar gece görünüp gündüz kaybolduğu için onlara da “tarık” denmiştir. Müfessirler buradaki “târık”ın özel bir yıldız mı yoksa genel anlamda yıldız mı olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerse de ışınları gecenin karanlığını delip yeryüzüne ulaştığı için 3. âyette “delen yıldız” anlamında “en-necmü’s-sâkıb” tamlamasıyla tarif edilmiştir. Bu tariften “târık”ın genel anlamda yıldız olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyetlerde söze göğe ve yıldıza yemin edilerek başlanmasının sebebi, 4. âyette belirtilen asıl konunun, yani insanın dünyadaki hayatının daima bir denetleyicinin, koruyucunun kontrolünde olduğu gerçeğinin önemine dikkat çekmektir. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>(Kur’an Yolu – Türkçe Meâl ve Tefsir, Heyet: Prof.Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı, Prof. Dr. İ. KaŞ Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Ankara/2007, Tarık/1-4) <sup>(30)</sup> </b></blockquote>
<b>Dileyen Taberi ve Kurtubi’nin tefsirlerine de bakabilir, bu kelimeyi onlar da benzer şekilde tefsir etmişlerdir.</b><br />
<b><br />
</b> <b>Görüldüğü gibi “tarık” gece ortaya çıkan veya sabah da olsa birdenbire göz önüne gelip insanı heyecanlandıran, korkutan her şeyi niteleyen genel bir sıfatmış (insan, hayvan, hayali görüntüler, yıldızlar vb.). Durum böyle olunca da Kur’an, bu nitelikleri taşıyan herhangi bir şeye tarık diyebilir, bundan Pulsarlar çıkarılamaz. Genel kabule göre sabah yıldızıymış, yani Venüs. Her yıldıza Tarık denilebilirken, Tarık tüm yıldızları kapsayan genel bir sıfatken, bunu 1400 yıl önce bilinemeyecek Pulsarlara yormak saçma ötesi saçmadır.</b><br />
<b><br />
</b> <b>Sure’nin ikinci ayeti için de pek çok şey sıralanmış. Hâlbuki ben o sorunun basitçe, birinci ayetteki “tarık”ın ne olduğunun açıklanmasına giriş sorusu olduğunu anlıyorum, tarıkın ne olduğunun kavranmasının zor olduğunu değil.</b><br />
<b><br />
</b> <b>Tefsirlerde de gördüğümüz gibi “tarık”ın anlamları, etimolojisi gayet iyi bilinmekte, gizemli bir kelime değil. Pek çok anlama geldiği için Allah(!), bu kelimenin o anlamlarından hangisini kastettiğini açıklıyor muhatabına. Soruyu sorduktan sonra da “o delen yıldızdır” diyerek tarıktan maksadının yıldızlar olduğunu açıklıyor. Pulsarlarla en ufak bir bağlantısı yok.</b><br />
<b><br />
</b> <b>Dolayısıyla “tarık”ın meallere, özel bir isim gibi çevrilmeden yazılması mecburidir, zira pek çok anlamından hangisinin en uygunu olabileceği sorun oluşturmaktadır ve bütün anlamlarını meallere yazamazlar ancak tefsirlerde tüm anlamları açıklanabilir. Bu mucizevî olmasının aksine çelişkilidir. Tanrı’dan indiği söylenen bir kitapta bu kadar tartışmalı kelimelerin olması, hangi anlamın daha uygun olabileceğine dair inanırlarını tartışmalara sokması, bir çelişki değil de nedir? Mucizecilerin tüm bunlara rağmen, iddialarında direnmelerinden bir kez daha görüyoruz ki, gerçeğe hiç sadakatleri yok!</b><br />
<b><br />
</b> <b>Anlayacağınız o ki, kelimenin anlamı bilinmiyor değil, yukarıda açıkladığım gibi çok da iyi biliniyor. Sadece kelimeye Kur’an’da hangi anlamın verileceği tartışmalı ve kelimelerin anlamları arasında Pulsar kesinlikle yok. Yıldız olduğu zaten Kur’an’da açıklanmış ama sabah gelen mi yoksa gece gelen mi olduğu bilinmiyor, üçüncü ayet “cinlerdir” diye de açıklayabilirdi Tarık kelimesini zira anlamları arasında “hayali” varlıklar da var ama Kur’an yazarları bu kelimeyle yıldızları kastettiğini açıklamış. Tarık kelimesinin özel isim gibi değil de anlamlarının yazıldığı şöyle mealler de var; </b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Andolsun göğe ve geceleyin gelene. (Abdulbaki Gölpınarlı meali) </b></blockquote>
<b>Abdulbaki Gölpınarlı’ya göre bu “delen” yıldızdan maksat gece ortaya çıkan yıldızlarmış. Ki delen dediğine göre bence de öyledir, zira ışığıyla karanlığı deliyor. Diyanet Vakfı mealinde ise, parantez içinde açıklanmış:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gökyüzüne ve târıka (sabah yıldızına) yemin ederim. </b></blockquote>
<b>Diyanet Vakfı’na göre ise bu yıldız sabah yıldızıymış. Görüldüğü gibi kelimenin anlamları – Pulsarların keşfinden önce de,1400 yıl önce de- çok iyi bilinmesine karşın hangi anlamın daha uygun olduğu konusunda fikir birliği yok. </b><br />
<b><br />
</b> <b>Üstelik bazı gecelerde bazı yıldızların ışıkları titreşir gibi görünür, bir gece yıldızlara bakarak rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz bunu. Sırf bundan dolayı bile kullanılabilir Tarık kelimesi.</b><br />
<b><br />
</b> <b><span style="color: red;">Sonuç:</span></b><br />
<b><br />
</b> <b>• Tarık kelimesi başta tüm yıldızları sonra birden bire görünüp, insanı heyecanlandıran, korkutan, yüreğini hoplatan her şeyi kapsayan genel bir sıfattır, buna hayali varlıklar bile dâhil. Ayette herhangi bir yıldız için kullanılmıştır, Pulsarlarla en ufak bir ilgisi yoktur. </b><br />
<b><br />
</b> <b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<b><br />
</b> <b><sup>30</sup>Mucize Yalanları Sitesi, “Vuruşlu Yıldızlar: Pulsarlar” başlıklı reddiye.</b><br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b><br />
</b> Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-1488095575520863402015-08-24T14:05:00.002-07:002015-09-05T08:18:14.660-07:00Evrenin Gaz Aşaması<div class="tr_bq">
<span style="color: red;">Mucize İddiası: </span></div>
<blockquote>
Bir de duman (gaz) halinde bulunan Evren’e (Göğe) yöneldi, ona ve yeryüzüne "isteyerek veya istemeyerek gelin." dedik. ikisi de "isteyerek geldik" dediler. </blockquote>
<blockquote style="text-align: right;">
41-Fussilet Suresi 11 </blockquote>
<blockquote>
Kuran’ın bu mucizevî ifadesine geçmeden önce ayetin tercümesiyle ile ilgili bir iki noktayı belirtelim. Metnin başında "bir de" diye tercüme ettiğimiz kelime Arapça "sümme" kelimesidir. Bu kelimenin "bir de", "öte yandan" gibi anlamları olduğu gibi "daha sonra", "sonradan" anlamları da vardır. Ayetin akışı açısından "bir de", "öte yandan" anlamının daha uygun olduğunu düşünüp ayeti böyle çevirdik. Ayette duman, gaz diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı ise "duhan"dır. Duhan genel olarak gaz halinde bir madde ile havada az çok sabit bir biçimde duran küçük taneciklerden oluşur. Ayetten, Evren’in gaz halinde bir aşamadan geçtiği ve Allah’ın iradesi sonucu bu aşamadan sonra Evren’in ve yeryüzünün bugünkü şeklini alacak şekilde ayrı bir aşamaya geçirildikleri anlaşılıyor. </blockquote>
<blockquote>
Büyük Patlama’dan (Big Bang) sonra Dünya’mızın, Güneş’in, yıldızların hemen oluşmadığını biliyoruz. Evren hiçbir yıldız oluşmadan önce bir gaz bulutu şeklindeydi. Bu gaz bulutunun ana maddesi Hidrojen’di. Hidrojen’den sonra ise en çok var olan madde Helyum’du. Bu gaz bulutunda daha sonra oluşan sıkışmalar ve yoğunlaşmalar yıldızların, gezegenlerin oluşumunu sağladı. Bugünkü Dünya’mız, Güneş’imiz, gece görebildiğimiz yıldızlar hep bu gaz bulutunun bir alt kümesiydi. Bugün bunları keşfedebilmemiz bilim tarihinde, arka arkaya yapılan birçok buluşun, gözlemin, laboratuvar çalışmasının sonucudur. Bir yandan sözlerle taciz edilen, bir yandan kılıçlarla öldürülmeye çalışılan, aynı zamanda Allah’a ortak koşulmadan iman edilmesi gerektiğini anlatan Muhammed Peygamber’in ne çağının tüm insanlarının bilgisinin toplamı, ne de şahsi gözlemleri Evren’in daha önceden gaz halinde olduğunu söylemeye yeterdi. Zaten Muhammed Peygamber’in iddiası da kendisinden konuşmadığı, Evren’in yaratıcısının sözlerini ilettiğidir. </blockquote>
<blockquote>
Bunlar sonra vahyettiğimiz duyu organlarıyla algılanamayanın haberlerindendir. Bunları sen de, toplumun da daha önce bilmiyordunuz. şu halde sabırlı ol. Şüphesiz sonuç sakınanlarındır. </blockquote>
<blockquote style="text-align: right;">
11-Hud Suresi 49</blockquote>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #0000ee;"><u><a href="http://www.mucizeler.com/2011/03/evrenin-gaz-asamasi/">http://www.mucizeler.com/2011/03/evrenin-gaz-asamasi/</a></u></span></div>
<div style="text-align: left;">
<br />
<span style="color: red;">Reddiyem:</span><br />
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
“Sümme” kelimesini öyle çevirmelerinin bir nedeni vardır, gerçi örtmeye çalıştıkları çelişkiler kelimeyi böyle çevirince de örtülmüyor ama yine de kısaca değinmek isterim: </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
İddialarını dayandırdıkları ayetin gerisine ve ilerisine baktığımızda Allah’ın göğü yerden sonra düzenlediğini görüyoruz. Bu bilimle çelişkili olduğu gibi Kur’an’ın kendisiyle de çelişiktir, zira Fussilet ayetlerinin aksine önce göğün sonra yerin düzenlendiğini söyleyen ayetler var. Zaten bunları bir önceki reddiyemde vermiştim,şimdi bir kez daha hatırlatıp geçiyorum: </div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir. (Naziat Suresi,27-30)</blockquote>
Görüldüğü gibi burada önce gök sonra yer düzenleniyor. İşte mucizeciler bu ve diğer –tüm gökcisimlerinin dünyadan sonra yaratılması gibi- çelişkileri örtmek maksadıyla “sümme” kelimesini önce-sonra gibi “sıra” belirtecek anlamlardan uzaklaştırmaya çalışmışlar anlaşılan. Göklerle yerin öncelik sırası olmaksızın düzenlendiği, yani “yer düzenlendi, gök de düzenlendi ama ayette hangisinin önce-sonra düzenlendiğinin söylenmediği” izlenimi verilmeye çalışılmış gibi görünüyor. Ama ayetlerin anlatış biçiminden bunların yaratılış- düzenleniş sıraları zaten anlaşılıyor.<br />
<br />
Kur’an yerin ve göğün en başta birlikte yaratıldıklarını, sonradan sırayla düzenlendiklerini –ki ikisi aynı anda düzenlense de fark etmez- söyler. Gök, düzenlenmeden önce ve hatta yedi katmana ayrıldıktan sonra bile, bir süre yer ile bitişik olarak bulunmakta. Dolayısıyla Kur’an’dan –mucizecilerin tüm çarpıtmalarına rağmen- çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, yer gök ile birlikte mevcut idi. “Sümme” kelimesini mucizecilerin çevirdikleri şekilde kabul etsek bile, örneğin gök yerden önce yaratılmış olsa bile Güneş’in yer mevcut iken var olmadığı, yerden sonra yaratıldığı açık seçik ortada. Halbuki Güneş dünyadan çok önce oluşmuştur. Yani göğü kurtarsalar Güneş’i kurtaramıyorlar. Her taraf çelişki, Allah çelişki vermek konusunda çok cömert! Bunları “Big Bang Mucizesi” başlığı altında detaylıca görmüştük, dünya ve gök mevcut iken Allah en son Güneş’i ve diğerlerini yaratıyordu.<br />
<br />
Bunun dışında yerin gök ile birlikte mevcut olduğu zaten mucizecilerin, üzerine iddialarını bina ettikleri ayetin kendisinden anlaşılıyor, ne diyor ayet: <br />
<blockquote class="tr_bq">
Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. </blockquote>
Gök hâla duman halindeyken, daha düzenlenip katmanlara bile ayrılmamışken, Allah “göğe ve yere” isteyerek veya istemeyerek gelin diyor. Yani ikisi de mevcut, Allah ikisini de çağırıyor, ikisine birden hitap ediyor. Sonra yer ile gök birlikte gidiyor ve “isteyerek geldik” diyorlar. Yani Dünya ve Gök var iken Güneş, Ay ve diğer hiçbir gökcismi ortalıkta yok. Sonradan yaratılıyorlar.<br />
<br />
Bu ayette bir de çelişki göze çarpmakta. Bundan sonraki ayette şunlar yazılı: <br />
<blockquote class="tr_bq">
Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.</blockquote>
Yer ve gök geldikten sonra Allah “onları, ikisini birden, yeri ve göğü” yedi gök olarak düzenliyor. Bu durumda Dünya’nın da gök katmanlarından biri olduğu sonucu çıkıyor ki, çok vahim. Bu ayetlere göre Dünya diye bir gezegenin olmaması gerekirdi, Allah Dünya’yı göğe çeviriyor, Dünya bildiğiniz gök, gök katmanlarından biri. Anlayacağınız, mucize iddiacılarının aksine, bu ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, yer ve gök başlangıçta ayrı iken, sonradan homojen bir şekilde birbirine katılıyorlar, homojenleştiriliyorlar. İddiacıların söylediklerinin tam tersi. <br />
<br />
“Duhan” kelimesi ise bildiğimiz “duman”dan başka manaya gelmemektedir. Örneğin Duhan Suresi’nin 10. ayetinde bu kelime şöyle kullanılır:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Göğün açık bir duman getireceği günü bekle. </blockquote>
Gördüğünüz gibi Duhan kelimesi burada da bildiğimiz duman manasında. Üstelik Duhan Suresi’nin anlamı da “Duman” Suresi’dir, “Gaz” Suresi filan değil.<br />
<br />
Bu ayet zaten bir önceki reddiyede de –kendinden önceki ve sonraki ayetlerle- genişçe incelediğimiz gibi bilimle tamamen çelişki içerisinde olduğundan, evrenin gaz aşamasından bahsediyor olamaz. Ayetleri tekrar hatırlarsak:<br />
<blockquote class="tr_bq">
De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir. (Fussilet Suresi 9-12) </blockquote>
Bu ayetlere göre yer gökten önce yaratılıyor, düzenlenip şimdiki şekline sokuluyor. Yer yani dünya mevcut iken “duman halindeki” gök yer ile birlikte mevcut.Sonradan gök katmanlara ayrılıyor,bugünkü şekline sokuluyor ve Naziat Suresi’nin 28. ayetinde ve diğerlerinde belirtildiği gibi yukarı kaldırılmak suretiyle,yerden ayrılıyor.Ardından Güneş ve diğer gök cisimleri yaratılıyor.<br />
<br />
Hâlbuki yer(dünya) gök ve Güneş’ten –ve pek çok gökcisminden- milyarlarca yıl sonra oluşmuştur, bugünkü bilimsel veriler bunu ortaya koymakta. Dünya’nın en önce yaratılıp, düzenlenip diğer gökcisimlerinin ve tabi göğün sonra oluştuğuna dair düşünce bilimsel olarak tamamen yanlıştır.<br />
<br />
Dolayısıyla mucizecilerin iddialarını dayandırdıkları bu ayetin bilimsel platformda hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır. Üstelik tefsirlerden de mucizecilerin iddialarının gerçekleri yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve bir kısım sahabiler özetle şunları söylemiş, kâinatın yaratılması safhalarını şöyle zikretmişlerdir: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Allah'ın arşı suyun üzerinde bulunmakta idi. Suyu yaratmadan önce, yaratıldığı beyan edilenlerden başka bir şey yaratmamıştı. Yaratıkları var etmeyi dileyince sudan duman (buhar) çıkarttı. Buhar suyun üzerine yükseldi. Allah ona "Yükselen" anlamına gelen "Sema" ismini verdi. Sonra suyu kuruttu. Onu bir tek kütle haline getirdi. Sonra onu parçaladı. Onu, pazar ve pazartesi günlerinde yedi yer haline getirdi. Yeryüzü sarsıldı. Bunun üzerine dağları var ederek sarsıntıyı durdurdu. Yeryüzünün dağlarını ve orada yaşayacak olanların rızıklarını, Salı ve Çarşamba olmak üzere iki günde yarattı. Böylece yeryüzünün yaratılması dört günde tamamlanmış oldu. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Bu duman, suyun buharlaşmasından meydana gelmişti. Allah onu bir tek sema yapmıştı. Sonra onu yayarak Perşembe ve Cuma günlerinde yedi gök haline getirdi…<sup>(21)</sup> </blockquote>
Tefsirlerde görülüyor ki, bahsi geçen duman Allah’ın hiçbir şeyi yaratmadan önce var olan bu sudan yükselmiş(ki bu da Sümer kaynaklıdır).O suyun buharıymış, ne gazla ne de evrenin başka bir aşamasıyla ilgisi yokmuş.<br />
<br />
Böylelikle bu dumanın ne olduğu, nereden geldiği de daha iyi anlaşılmış oldu. Allah’ın hiçbir şeyi yaratmadan önce arşının üzerinde bulunduğu ve kökenini Sümer’den alan başlangıç denizinin buharlarıymış meğer bu duman,Allah bu buharları dönüştürerek şimdiki göğe çevirmiş.Hiçbir şeyi yaratmadan önce su kütlesinin olması, Allah’ın arşının o su kütlesi üzerinde uçuyor olması,bizzat Kur’an kaynaklıdır,uydurma değildir.İlgili ayet şu: <br />
<blockquote class="tr_bq">
O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): «Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz» desen, kâfir olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir» derler. (Hud Suresi,7)</blockquote>
Kaynağın Tevrat olması bir yana –ki köken Sümer’dir - bu tamamen bilimle çelişiktir. Zira ayete göre daha gökler ve yer yani evren yaratılmadan önce su varmış.Daha evren yaratılmadığına göre oksijen ve hidrojen de yok demektir,o halde hidrojen ve oksijenin birleşiminden olan su,nasıl olur da var olabilir?<br />
<br />
Nereden tutarsanız tutun elde kalıyor. Son olarak da mucize iddiasının sonunda verilen şu ayete değinmek istiyorum: <br />
<blockquote class="tr_bq">
Bunlar sonra vahyettiğimiz duyu organlarıyla algılanamayanın haberlerindendir. Bunları sen de, toplumun da daha önce bilmiyordunuz. şu halde sabırlı ol. Şüphesiz sonuç sakınanlarındır.<br />
<div style="text-align: right;">
11-Hud Suresi 49</div>
</blockquote>
Ayetin öncesine baktığımızda, eski toplumlardan haber verildiğini görüyoruz, Nuh hikayesi anlatılıyor.Ve muhatabına “biz sana bu eski hikayeleri anlatmadan önce sen bunları bilmiyordun,bunlar gayb haberlerindendir” deniliyor. Bu hikayelerin Tevrat kaynaklı olduklarını bir kenara bırakırsak –ki kökeni Sümer’dir-,mucizeciler ayetin eskilerden haber vermesini bir kenara atarak,ayette sanki o zamanın teknolojisiyle bilinemeyecek şeylerin haber verildiği ve “bunlar şu anki teknolojiyle sizin bilemediğiniz gayb bilgileridir,bunları size biz bildiriyoruz” denildiği izlenimi verilmektedir.Bu düpedüz gerçeklerin ırzına geçmek değil midir? <br />
<br />
<span style="color: red;">Sonuç: </span><br />
<br />
• Ayetler bütünlük içinde incelendiğinde bırakın mucizeyi aksine tam anlamıyla bir bilimsel facia çıkıyor karşımıza.<br />
<br />
• Tefsirlerden de durumun hiç de mucizecilerin iddia ettikleri gibi olmadığı anlaşılıyor.<br />
<br />
• Ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın ilgili ayetler bilime yamanamıyor. Dolayısıyla bunun da bir mucize olmadığı çok açıktır.<br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------<br />
<sup><br /></sup>
<sup>21</sup>Taberi,Camiül Atyan Fi Tefsiril Kur'an,Bakara Suresi,29.ayetin tefsiri.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-17800174352913160152012-06-23T09:10:00.000-07:002015-01-04T16:09:32.326-08:00İslam'da Fahişelik<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b> Mut'a Nikahı(Parayla Zina=Fahişelik)</b></span></div>
<b><br /></b>
<b>Mut'a nikahıyla ilgili bir olay;</b><br />
<b><br /></b>
<b>İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte gazveye çıkmıştık. Beraberimizde kadın yoktu. "Husyelerimizi aldırmayalım mı?" diye sorduk. Bizi bundan yasakladı, sonra da muvakkat istifade hususunda bize ruhsat tanıdı. Herhangi birimiz, bir elbise mukabilinde kadınla, bir müddet için nikah yapıyorduk."</b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #660000;"><b>(Buhari, Tefsir, Maide 9, Nikah 6, 8; Müslim, Nikah 38, (1404).</b></span></div>
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Muta Nikahı:İlk Olarak Mumin’ün 6. Ayetle Yasaklanmış</b></span></div>
<b><br /></b>
<b>İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "İslam'ın evvelinde mut'a vardı. Kişi, hakkında bilgisi olmayan (tanımadığı) bir beldeye gelince, oradan yerli bir kadınla, orada kalacağını tahmin ettiği müddet miktarınca nikah yapardı. Kadın, böylece onun eşyasını muhafaza eder, gerekli işlerini görürdü. Bu hal: "Onlar namuslarını korurlar. Ancak "hanımlarına" ve "cariyelerine" karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar" (Mü'minûn 6) mealindeki ayet nazil oluncaya kadar devam etti. (Bu ayet gelince mut'a haram ilan edildi.)</b><br />
<b><br /></b>
<b>İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "Bu ikisi dışındaki bütün fercler (cinsi tatmin yolları) haramdır."</b><br />
<b> <span style="color: #660000;">(Tirmizi, Nikah 28, (1122).</span></b><br />
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">İkinci Olarak Evtas Yılından Sonra Yasaklanmış</span></b></div>
<b><br /></b>
<b>Seleme İbnu'l-Ekva radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Evtas gazvesi yılında mut'aya ruhsat verdi, sonra da onu yasakladı."</b><br />
<b> <span style="color: #660000;">(Buhari, Nikah 31 (ta'lik olarak); Müslim, Nikah 18, (1405).</span></b><br />
<b></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">Üçüncü Olarak İse Hayber Gazvesi Günü Yasaklanmış</span></b></div>
<b><br /></b>
<b>Muhammed İbnu'l-Hanefiyye anlatıyor: "Hz. Ali, İbnu Abbas radıyallahu anhüm'e dedi ki:</b><br />
<br />
<b>"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hayber gazvesi günü, kadınlarla mut'ayı, ehli eşek etlerinin yenmesini haram kıldı."</b><br />
<b><br /></b>
<span style="color: #660000;"><b>(Buhari, Megazi 38, Nikah 31, Zebaih 28, Hiyel 3; Müslim, Nikah 29, (1407); Muvatta, Nikah 41, (2, 542); Tirmizi, Nikah 28, (1121); Nesai, Nikah 71, (6, 125, 126).</b></span><br />
<b><br /></b>
<b><span style="color: red;">Muta:</span> Erkek, rızası olan bir kadınla belirli bir ücret karşılığında anlaşarak, belirli bir süreliğine evlenir. Muta nikahı, Sünnilikte ve Anadolu Aleviliğinde uygulanmaz.</b><br />
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Sünnilikte Mut’a Nikahına Bakış</b></span></div>
<b><br /></b>
<b>Sünni inanışına göre peygamber bu nikahı kesin olarak yasaklamıştır ve Ashab'dan, tabiinden ve müçtehitlerden, bu tür nikahı kabul eden kimse yoktur.</b><br />
<b>Bir rivayete göre Ali bin Ebu Talib, İbn-i Abbas'a şöyle demiştir: "Rasullullah muta nikahından ve ehil eşeklerin etlerini yemekten Hayber'in fetih günü bizleri men etti."</b><br />
<b><br /></b>
<b>Sünni inanışına göre Muhammed, Evtas yılında (Mekke'nin fethi) muta nikahına üç defa ruhsat vermiş, sonra yasaklamıştı.Rivayete göre İslam peygamberi şöyle demiştir: "Ey insanlar, ben muta nikahı ile kadınlardan faydalanmanız için izin vermiştim. Şüphe yok ki Allah, kıyamete kadar bunu muhakkak haram kılmıştır. Kimin yanında bunlardan bir kadın varsa hemen onu serbest bıraksın, onlara verdiği şeylerden hiçbir şeyi geri almasın."</b><br />
<b><br /></b>
<b>Peygamber döneminde "faydalanmak" sözcüğünün evlenmek anlamında kullanıldığı belirtilir.Şîa'ya göre, Kuran'ın Nisâ sûresinin 24. âyetinde geçen ve Türkçe'ye "faydalanmak" olarak çevrilmiş استمتعتم kelimesinin kökü متع'den gelmektedir.</b><br />
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">Şiilik ve Alevilikte Mut’a Nikahı</span></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<b>Şiiler ve Rafiziler muta nikahını uygularlar.Anadolu Aleviliğinde ve Şia'nın önemli kollarından biri olan Zeydiyye mezhebinde muta nikahının batıl olduğuna inanılır.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Şiiler muta nikahı konusunda Nisa suresinin 24.ayetini delil olarak sunarlar. Bu ayet şöyledir: " </b><br />
<b>(Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istemeniz size helal kılındı. Onlardan (nikahlanıp) faydalanmanıza karşılık sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir…</b><br />
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCt'a_nikah%C4%B1%C2%A0"><b>http://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCt'a_nikah%C4%B1 </b></a></div>
<b><br /></b>
<b>Şia’nın görüşü kesinlikle doğru olandır.Sunnilerin referansında da Mut’a’yı yasaklayıcı bir hüküm yoktur.</b><br />
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Mutanın Yasaklanması Tarihleri Arasındaki Çelişkiler</b></span></div>
<b><br /></b>
<b>Yukarıdaki hadislerde de görebileceğimiz üzere Mut’a nikahının tarihleri çelişkilidir.3 tarih saynışlar:</b><br />
<b><br /></b>
<b>1.Mümin’ün 6. ayet geldiği zaman,</b><br />
<b>2.Evtas yılından sonra,</b><br />
<b>3.Hayber gazvesi günü.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Elimizde 3 ayrı tarih var.Şmdi Müslümanlar bunların hepsi aynı tarih diyebilirler ama kesinlikle farklı tarihlerdir.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Müminün suresi Mekked’de inmesine rağmen,Hayber Gazvesi(savaşı) hicretin 7. yılında,Evtas olayı ise hicretin 8. yılında olmuştur.Mekke’nin Fethi’nden sonra.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Mekke 630 yılında fethedilmiştir,hicret ise 622 yılında gerçekleşmiştir.İki zaman arasında dağlar kadar fark var.Şimdi bu tarihlere aklı başında kimse aynı diyemez,buna göre Mut’a ne zaman yasaklanmıştır?</b><br />
<b><br /></b>
<b>Bu anlatımlar çelişkili,aralarında dağlar kadar fark var dolayısıyla kesin bir şey söylemek mümkün değildir.O halde Şia’nın görüşü doğrudur.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Zaten boşanma konusunda herhangi bir zaman söz konusu değildir,istenildiği zaman boşanılabilir,evli kalınması zorunlu olan herhangi bir süre yoktur.</b><br />
<b><br /></b>
<b>Ben buna parayla zina diyorum öyle de zaten.Sözde zina yasak ama görüldüğü gibi meşrulaştırmak için binbir türlü yol var.İslam’da beş dakikada nikahlanabilirsin,cinsel ihtiyacını giderdikten sonra da üç kez ‘’boşol’’ dersen boşanmış olursun.İşte Muta nikahı budur.Para karşılığı zinadan yani fahişelikten hiçbir farkı yoktur.Nikahlan 2 gece ihtiyaç gör sonra boşa.Yasak filan olmadığınıda gösterdik.</b><br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-49950966102991564812012-06-23T08:41:00.003-07:002012-06-23T09:12:36.267-07:00Muhammed'e Zina Etmek Serbestti<b>İslam kurallarına göre evleneceğiniz kadına ''mehir'' denilen para vb. ödemek zorundasınız.Bunun miktarı konusunda mezhepler arasında farklı görüşler vardır,detaylara şuradan bakabilirsiniz ben mehiri ayrıntılı incelemeyeceğim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehir"><b>http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehir</b></a><br />
<b><br /></b><br />
<b>Mehir zorunluluktu hala da öyledir ama bu zorunluluk sonradan Muhammed'e mahsus olmak üzere kısmen de olsa kaldırılmıştı.Bir ayetle birlikte kendini ''hibe'' yani hediye eden kadınlarla Muhammed mehir vermeyerek cinsel ilişki kurabilecekti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bir kadın kendini sadece Muhammed'e hediye edebiliyordu,dediğim gibi diğer müminler içi böyle birşey sözkonusu değildi.Ayet şu;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Ahzab:50=</span>Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. <u>Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık)</u>. Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gördüğünüz gibi Muhammed mehir vermeden de evlenebiliyordu.Bu ayet tek başına Kur'an'ın insan eli tarafından yazıldığını açıkça ortaya seriyor fakat bir ayrıntı daha var,o daha vahim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ahzab Suresi hicretin 5. yılında inmiştir;</b><br />
<b><br /></b><br />
<a href="http://www.mumsema.com/surelerin-nuzul-inis-sebebi/72904-ahzap-ahzab-suresi-nuzul-sebebi.html"><b>http://www.mumsema.com/surelerin-nuzul-inis-sebebi/72904-ahzap-ahzab-suresi-nuzul-sebebi.html</b></a><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu ayet sadece,Muhammed'in kadınlarla mehirsiz evlenebilmesini değil,zina edebilmesini de meşrulaştırmış.Şöyle ki;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Mut'a nikahını bilirsiniz,bilmeyenler şu yazımdan öğrenebilirler;</b><br />
<b><br /></b><br />
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/06/nikahparayla-zinafahiselik-muta.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/06/nikahparayla-zinafahiselik-muta.html</a>
<br />
<b><br /></b><br />
<b>Kısacası fahişeliktir.Kadına para verip ilişkiye girer,ikinci gün tanımazsınız.Yazımda da belirttiğim gibi bu nikah türü en son hicretin 8. yılında yasaklanmış,yani Ahzab Suresi ile Muhammed'e mehrin kısmen kaldırıldığı zamanlarda bu nikah türü hala serbstti,uzunca bir süre de serbest kaldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tüm bunları şu nedenden anlattım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Muhammed için mehir kaldırıldığına göre,Muhammed'in Mut'a nikahı için para vermesine de gerek kalmıyor.Yani bir kadın kendini Muhammed'e hediye ederse kadınla anlaştığı ilişki türüne göre(Mut'a veya normal nikah) Muhammed onunla ömür boyu evli de kalabilir,cinsel ilişkiye girdikten 10 dakika sonra ayrıla da bilir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonuç olarak Muhammed parasız olarak Mut'a nikahı kıyabiliyordu,ki bu bildiğiniz zinadır.Kadınla şartsuz şurtsuz direk cinsel ilişkiye giriyor,ne mehir var ne de nikah,kadının biri ''kendimi Peygambere hediye ediyorum'' desin yeter.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Zinadan hiçbir farkı yok,sizce tüm bunların Tanrı'yla ilgisi olabilir mi?Tanrı bu kadar tutarsız olabilir mi?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><br /></b>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-53491545342955954722012-05-25T17:49:00.000-07:002012-05-27T06:49:27.661-07:00İslamÜstündüR.com'a Cevaplar<b>İslamüstündür sitesi benim yazılarımdan bazılarına cevap niteliğinde bir yazı yazmış,şu linkte;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://www.islamustundur.com/dinsiz_deiste-cevaplar.htm">http://www.islamustundur.com/dinsiz_deiste-cevaplar.htm</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu yazım da benim onlara cevabımdır.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Gaybı Kimler Bilir?</b></span></div>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b>CEVAP: Vahiy: Gizli konuşma, işaret etme, emretme, ilham etme, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi gönderme, acele etme, seslenme. .. gibi anlamları vardır. Ayrıca "Terin anlamı olarak" Yüce Allah'ın vasıtasız olarak veya değişik vasıtalarla emirlerini peygamberlerine bildirmesine de vahiy denir. Hz Meryem'e vahiy etmesi demek ilham etmesi anlamında kullanılmış bir kelimedir. Yoksa Allah arıya da vahiy etmiştir: "Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin..." (Nahl Suresi, 68-69 ) Buradaki vahiy ise emretme-görevlendirme anlamındadır.Kuran tüm peygamberlerin erkek olduğunu bildirir, terim anlamı olarak bildiğimiz vahiy ( Allah'ın emir yasaklarını bildirmesi ) anlamında kullanılır. Ama ( erkek olan ) peygamberler dışındakiler için kullanılan vahiy kelimesi ise yukarıdaki kelime anlamlarında uygun olanı ile açıklanmalıdır. Kelime oyunu veya direk cehalet örneği ile Kuran'da hata aramak sadece çamur atanın elini kirletir, çünkü Kuran güneş gibidir, çamur atmakla kirlenmez, atanın eli - Yüzü, ruhu- kirlenir. Anti parantez Peygamber erkeklerden seçilmiştir çünkü iftira, hakaret, savaş, öldürülme... gibi kesin muhatap olunacak bu zor görev kadınlara yüklenilmemiştir. Hele ki hamilelik veya özel haller gibi ayrıcalıkları da hesaba katarsak bu Allah'ın kadınlar hakkındaki pozitif ayırımcılığı olmuş olur.BAşka şekilde düşünmek sadece önyargılı olmak ve dar düşünceye sahip olmakla açıklanabilir. Ama manevi olarak önder bir çok kadın da vardır tabii ki : rabiatül adeviyye ...gibi. Bu dinsiz deist (!) ya cahil: Bilmiyor, bilmediği konuda sallıyor, ya da biliyor saklıyor; Önyargılı ve düşman.</b></span></blockquote>
<b>Duruma göre anlam vermeyi yine bu cevapta da görüyoruz.Neymiş ilhammış,ilham ile peygambere verilen vahiy türü farklıymış.Ayetler ne diyor?Örneğin şu ayet;</b><br />
<span style="color: red;"><b><br /></b></span><br />
<b><span style="color: red;">Enbiya=7: </span>Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Peki bu ayetlerdeki vahiy kelimesi sizin yukarıda saydığınız bütün anlamları içermiyor mu?Yani bütün anlamlarıyla peygamberlere özgü olduğu anlaşılmıyor mu bu vahyin?İlhamıyla,işaretiyle,şusuyla-busuyla?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Eğer içermiyor derseniz neye göre içermiyor?Buna nasıl karar veriyorsunuz?Vahiy türlerinden ilhamın herkese açık,diğerlerinin sadece peygamberlere özgü olduğu Kur'an'ın neresinden anlaşılıyor?Belki hadislerden anlaşılıyordur onu bilemem ama Kur'an'dan istiyorum özellikle size bu söylediklerinizi düşündüren cümle veya sözcükleri.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kısacası ''vahiy'' dedi mi bitmiştir,yok şu anlamı şunlara özgü,yok şu anlamı bunlara özgü diye birşey nasıl düşünülebilir?Vahiy dediği zaman zaten bütün anlamlar bu kelimenin içerisine girmiyor mu?Dediğiniz gibi olsa Allah kesinlikle belirtildi değil mi şu anlamı şunlara özgüdür,bu anlamı bunlara özgüdür diye?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kaldı ki Meryem'in ve İbrahim'in karısı Sara'nın veya Lut'un karısının durumları farklı.İlham filan değil direk vahiy melekleriyle konuşuyorlar.Ayet verelim hemen;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Meryem:16-18=</span>(Ey Muhammed!) Kitapta (Kur’an’da) Meryem’i de an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail’i* göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. Meryem, “Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Ali-İmran=45:</span>Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun ilhamı mı kalmış?Direk melekleri görüp konuşuyor.Diğer ayetlere bakalım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<br />
<b><span style="color: red;">Hud:69-73=</span>Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<br />
<div style="display: inline !important;">
<b>Ve ayakta duran hanımı, bunun üzerine gülümsedi. O zaman onu, İshak ile ve İshak'ın arkasından Yâkub ile müjdeledik.Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.</b></div>
<br />
<br />
<b><br /></b><br />
<b>Gördüğünüz gibi Sara da görüp konuşmuş meleklerle.Yani ilham deyince bu çelişki ortadan kalkmıyor.Kaldı ki vahiy kısmı önemli değil,<u>gayb</u> kısmı daha önemli,ne diyor Allah;</b><br />
<b><span style="color: red;"><br /></span></b><br />
<b><span style="color: red;">Cinn=26-27:</span>O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar.</b><br />
<br />
<b><br /></b><br />
<b>Ne diyeceksiniz?''Gayb şu şu manalara gelir,şu anlamları peygamberlere özgüdür,şu anlamları herkese açıktır'' mı?Açık açık melekler gaybı bildirmiyor mu yukarıdaki ayetlerde,kadınlara?Nedense burayı es geçmişsiniz,neyse alıştık artık,diğerlerine geçelim.</b><br />
<br />
<div style="display: inline !important;">
<b><br /></b></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>İslam Gerçekten Semavi Bir Din mi?</b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<b>İkinci cevap buna gelmiş.Bakalım ne denmiş;</b></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>CEVAP: H. Esved asla şefaat etmeyecektir. Hadiste açıkça şefaat edecek diye belirtilen tek hadis ise şefaatin nasıl olacağını hemen bir cümle sonra açıklamaktadır: " Şehadet edecektir." Zaten diğer hadislerde şefaatten değil, şahit olmaktan bahseder ki bu da bizim görüşümüzü ve ayetlerin anlamını kuvvetlendirir. Hadis ilmi ile biraz uğraşanlar bazı hadis metinlerine zamanla hadisi rivayet eden kişilerin yorumlarının karıştığını bilir. Ama benzer konudaki diğer hadis rivayetleri ile kıyaslayınca hadisin asıl anlamı- amacının ortaya çıkarılması hiçte güç olmamaktadır. Bu hadis ilminde sıkça rastlanan bir durumdur. Yukarıdaki hadislerde bu konuda klasik örnek teşkil etnektedirler. Kısaca H. esved şahit olacak ama şefaat etmeyecektir. Müfteri yazar daha sonra H. esved'e istilam edilmesi yani selam verilmesi ile ilgili hadisleri sıralıyor ki bu tamamen konudan uzaklaşmadır, cevap bile vermiyoruz: Tüm hacı adayları her dönüşte H. esved'e selam verir. Daha sonra yazar Kabe'ye secde etmemizi diline dolayıp Kabe'ye taptığımızı iddia etmektedir ki cevabı sitemizde vardır. En son olarak müşriklerin kabe'yi tavaf etmelerinden hareketler Müslümanların tavafı arasında bağ kurmaya çalışan dinsize şunu hatırlatalım: Kabe Hz İbrahim'in yaptığı bir binadır, İslam kaynaklı tüm dinlerde kutsal olduğu bildirilir ve İslam öncesi kabe'nin kutsallığından haberdar olan ama İslami olarak ona saygının nasıl gösterileceğini bilmeyen müşrikler kendilerince kabe'de dini ritüeller yapmışlar hatta çevreden pek çok insan da kabe'ye ibadet amacı ile gelmeye devam etmişlerdir. Ama islam Muhammed aracılığı ile Kuran vasıtası ile yeninden öz - asıl hali ile gelince kabe hem putlardan temizlenmiş hem asli özelliklerine kavuşmuştur.</b></blockquote>
<b>Demek şahitlik de şefaate giriyor ha,bunu öğrendiğim iyi oldu ama siz yine de ''bir cümle sonra...'' dediğiniz cümlenin benim gösterdiğim hadis ile beraber numarasını verebilir misiniz?Ben hadisi şu linkten almıştım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://m.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1682">http://m.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1682</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ünlü bir İslami site ve sanırım onlar da sizinle aynı görüşteler,yani bu şahitlik olayı da şefaate dahil.Yalnız bu cevap hiç olmamış,adeta ekmeğime yağ sürmüşsünüz.Şöyle ki;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İslam öncesi Araplar uzak Rab inancına sahiptiler,bu Rab yani Baş Tanrı göğün en üst katında,arşında otururdu,tıpkı Kur'an'ın Allah'ı gibi.Bu Tanrı'nın yeryüzünde olan biteni göremeyeceği inancı hakimdi,yani onların Rabbi,İslam'ın Rabbi gibi heryerde ve insana şah damarından daha yakın değildi.Bu nedenledir ki Kur'an'da şu tip ayetler vardır;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Ahkaf=28:</span>Allah’ı bırakıp ona <u>yakınlık sağlamaları için</u> edindikleri ilahlar kendilerine yardım etseydi ya!? Aksine onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kayboldular. Bu onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Putların ya da putların temsil ettikleri Cinlerin(Tanrı(ça)lar) bir kamera gibi onları izlediklerine,kıyamet gününde haklarında şahitlik edeceklerine inanırlardı.Onlara göre putlar insanların yaptıklarını Allah'a ulaştıran aracılardı,Allah'tan da seçilmiş kişilere vahiy getirirlerdi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kara Taş'ın şahitlik edeceğini söylediğiniz de şirkin kralını işlemiş oldunuz.Allah şah damarından daha yakın değil mi insanlara,her yerde değil mi?Neden İslam Öncesi Arapların Rabbi gibi şahitlik etmesi için taşlar koyuyor yeryüzüne?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu en kral putperestliklerdendir,İslam aynen bunu devam ettirmiştir,kendiniz itiraf ettiniz.Allah demekki insanların ne yaptıklarından,ne konuştuklarından haberdar olamıyor ki Kabe'ye Kara Taş'ı yerleştirmiş,omzumuza da iki melek!</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Cevap vermemeniz umrumda değil ne yazık ki,bir taşa selam vermek ha!</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kabe bir güneş tapınağıdır,Sabi tapınağı,Müşrikler de kutsal saymıştır,teknik olarak Müşrikler de Sabidir,neyse bu önemli değil,putperest ibadeti olduğu açıktır,tavaf bugün bile putperestler tarafından uygulanır,özel anlamları vardır Müsşriklerde bu ritüellerin.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Ay Tanrısı'nın Başka Bir İsmi: SİN</b></span></div>
<blockquote class="tr_bq">
<blockquote class="tr_bq">
<b>CEVAP: Bir çok kabile içinden ve farklı isimlerden birini bulup sonra da kuranda bırakın cümleyi bir harf (Sin) harfinden hareketle nerelere ulaşıyor müfteri. Bu ne hayal bu ne hata arada güdüsü...!? Sormak lazım mesela şura suresi 2. ayette geçen Sin'e bakalım : " Ayn-sîn-kaf" ne demek acaba. Sondan başlayalım Kaf: kaf dağı, sin: zaten ay tanrısı, ayn: arapça göz demek, topla hepsini: Kaf dağındaki ay tanrısını gözle! Sizce daha mantıklı sallamadık mı... :))</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Hoca karadenizli arkadaşına sormuş , çocuğunun adı ne, Oğuz demiş karadenizli. Kızmış hoca kuranda geçen bir isim neden koymadın, E ama koydum ya demiş laz oğlu, nerde geçiyor demiş hoca, karadenizli cevap vermiş, kuranda geçeiyor ya:" Oğuzu billahimineşşeytanirracim." Al işte. aynısı bu deist yazar !</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> Benzer garip mantığı İslam'da ağaç kültü başlığı ile de işletir dinsiz deistimiz: "Animizm doğada insan ruhuna az ya da çok benzer Ruhlar bulunduğunu kabul eden dindir. İnanışa göre Ruh sadece insanda yoktur canlı cansız herşeyin ruhu vardır. İslam'da da bu kült olduğuna göre İslam'a Animizm de yamanmış demektir. "</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b> Bu mantıkla bakarsak yazarında -Mesela- Hıristiyanların bir çok bilimsel buluşlarını reddetmesi, inkar etmesi gerekir. Öyle ya, ortak nokta varsa onlardansındır...Di mi? Unutmayalım ki doğru her zaman doğrudur. Yalancı 2+2=4 dese, itiraz mı edicez.</b></blockquote>
</blockquote>
<b>Kurtubi Sin'in bir kabilede ''insan'' anlamına geldiğini söyler mesela.''Ey'' diyerek bir harfe seslenilir mi hiç?Mantığınız alıyor mu bunu?O ''Sin'' özel anlamı olan bir ''Sin'' ki artık Ay Tanrısı ismi olduğunu düşünmüyorum,Kurtubi'nin açıklamasından sonra.''Ey Sin(İnsan)'' diyerek Muhammed'e sesleniyor büyük ihtimalle.Tıpkı ''Ta-Ha'' gibi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Aslına bakarsanız Allah'ın Ay Tanrısı olduğunu da düşünmüyorum artık,Güneş Tanrısı olması daha muhtemel,bu konudaki tüm düşüncelerimi buraya dökecek değilim,araştırmalarım tamamlandığında yazımı okursunuz.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Karadenizli size daha fazla uyuyor gibi geldi yahu bana,hakkaten iyi sallıyorsunuz.Neyse diğerine geçelim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">İslam'da Ağaç Kültü ve Kökeni </span> </b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="text-align: left;"><b>CEVAP: Olmuyor çünkü hiç bir İslam alimi bu ayeti böyle anlamadı. Anlamak için garip bir mantık-sızlık- hastalığına tutulmak lazım belki de. Mesela ; Radyolarda parti liderlerini dinleriz. Acaba o parti lideri radyonun içinde mi gizlendi, Radyodaki ses: "Ben falan parti lideri filanım." dese parti lideri= radyo mu dicez- O mantık bu sonuca ulaşıyor da - Olayın dini referans boyutu ise çok kısaca şudur: Allah vahyini 3 şekilde iletir: Direk vasıtasız, vasıta ile ve melek ( Cebrail ) vasıtası ile.Vasıtalardan - Aracılardan - bir taneciği de o ağaç idi. Olay bu kadar basit işte!</b></span></blockquote>
<div style="text-align: left;">
</div>
<b>Ee madem vasıtayla vahiy iletiyor,ağaç vasıta oluyor da insan vasıta olamaz mı?Hristiyanlar ''Tanrı İsa'da bedenlendi'' deyince neden kızıyorsunuz o halde?Ağaç vasıta oluyorda ağaçtan üstün olan insan vasıta olamaz mı?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Elinizden gelse Hristiyanları bir kaşık suda boğarsınız ama sapkın gördüğünüz inançları kendiniz benimsediğinizde bunu kolayca itiraf edersiniz,bu da güzel. </b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b> <span style="color: red;">Ad Kavmini Başkasından Öğreniyor</span></b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b>İDDİA- CEVAP: Yazar, Hz Resul'ün Ad kavminden bir sahabinin bahsetmesi üzerine, konu hakkındaki bilgisini öğrenmek için " Ad elçisi nedir?"dedikten sonra onun anlattıklarını dinleyip, kuran'dan aynı konu hakkındaki ayetleri sıralamasından hareketle bu ayetleri - hem de herkesin ortasında, herkes o sahabinin sözlerini duymuş, yazar kadar huylanacak biri çıkma ihtimalini düşünmeden peygamberimiz - haşa- ayeti uyduruverir.Yahu bu ayet önceden inmiştir, orada bir daha okunmuştur, ilk kez vahyolunsa idi belki iddia-iftiranın bir temeli olabilirdi. Zariyat suresi mekke'de inmiştir ama yazarın aktardığı olay- Kendisi de itiraf etmektedir - Medine'de geçmektedir. YUH yani !</b></span></blockquote>
<b>Asıl size yuh,bilgisini öğrenmek içinmiş,bilmiyor diyemiyorsun değil mi?Hadi senin dediğin gibi bir ihtimal var diyeyim,peki sen bana ''senin dediğin ihtimal de var'' diyebilecek kadar objektif misin?Değilsin tabi,bence bilmiyordu ve sordu,cevabı öğrendikten sonra da Kur'an'a koydu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Herkes Sahabinin sözlerini duysa nolur?Zaten herkes biliyor bu Ad elçisini ve başına gelenleri,bunlar İslam Öncesi Arapların sıklıkla anlattıkları masallardır.Musa'nın,İsa'nın hikayelerini de herkes biliyordu mesela ama Muhammed ''bana inenler değişmemiş halleri'' diyerek millete yutturmayı başardı değil mi?Gördüğün gibi bunu yutturmayı da başarmış.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Peki kimdir bu Ad elçisi?Sanırım hadisin tamamını şimdi buraya almama gerek yok.Ad elçisi İslam Öncesi Arapların masallarında,sıkı durun,Lokman'dır,Kur'an'daki Lokman.Dolayısıyla senin ''<span style="font-family: 'Trebuchet MS';">konu hakkındaki bilgisini öğrenmek için'' ve sonra da </span> ''<span style="font-family: 'Trebuchet MS';">ilk kez vahyolunsa idi belki iddia-iftiranın bir temeli olabilirdi'' demen cahilliğinden ötürüdür.Şunu bil ki biz kimseye iftira atmayız,bizi dindaşlarınla karıştırıyorsun.Neyse şu linke tıklayın da görün bakalım ''Ad elçisi'' kimmiş;</span></b><br />
<b><br /></b><br />
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/03/lokman-ve-ogutleri.html"><b>http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/03/lokman-ve-ogutleri.html</b></a><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yani ne Muhammed bu masalı biliyordu ne de bu masal Muhammed'den önce bilinmiyordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Rumlar Galip mi Oldu,Yenildi mi? </b></span></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>CEVAP: Offf of. Olay ne? Önce Rumlar mağlup olur. Ama Allah Rum suresinin ilk ayetlerini gönderir. Rumlar yenilmiş olsa da ileride yenecek anlamında ayet iner. Ebu Bekir bir müşrik ile de iddialaşır ve sonra ayetin önceden haber verdiği durum aynen gerçekleşir, Rumlar İran'lıları yener. Hadisi rivayet eden Ebu Sa'id sadece olayı anlatırken tarihi sıralamayı karıştırır - Veya daha büyük ihtimal hadisi rivayet edenler hadisi aktarırken tarihi olayların sırasını karıştırırlar, ki bu hadis rivayetinde çok sık karşılaşılan bir durumdur - Ama yazar bu Kuran mucizesinden de İslam'a saldırmak için bir kulp bulmayı başarır ya, helal olsun. YUH! Anti parantez belirtelim Muhammed Rumlar galip oldu demiyor, hadisi rivayet eden ravinin haberi bu. Neyse...! Neresi doğru ki yazarın görüşleri, bunu da düzeltelim !</b></blockquote>
<b>Benim ne suçum var yahu,tarihi karıştıran raviye kızmıyorsun da bana mı sitemin?Sonuçta çelişkili,var mı ötesi,kendin diyorsun karıştırmış diye?Muhammed demiş ya da dememiş önemli değil,önemli olan hadisin çelişkili olması ve sahih hadisler içerisinde yer alması.Demekki hadis alimleri bu sözün Muhammed'e ait olduğunu düşünüyorlardı ya da bu hadisteki çelişkiyi gideren yani hadisi tamamlayan bir hadis daha vardı ama elimize ulaşmadı. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Herneyse geçelim bunu,buna mucize demişsin ki bu iddia için ayrı bir yazı yazmayı düşünüyorum zaten,şimdi geçelim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Ama Yabancı Kelimeler Var Kur'an'da </b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #274e13; font-family: 'Trebuchet MS';"><b>KURAN ONA DA CEVAP VERIYOR: MUTESABIH AYETTE VAR</b></span></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="font-family: 'Trebuchet MS'; text-align: left;">CEVAP: Âl-i İmran 7. ayette Allah açıkça bazı ayetlerin müteşabih - Araştırma ile ancak anlaşılabilecek - ayetlerin Kuran'da olduğunu ifade eder. Bu ayette belirtildiği gibi muhkem yani okuyunca anlaşılabilecek - Ki Kuran'ın büyük çoğunluğu böyledir - ayetlerden oluşurken yine Kuran bazı ayetlerin araştırılması gerektiğini ifade eder. Zümer 28. ayet Kuran'ın çoğunluğu olan muhkem ayetleri ifade eder, müteşabihler ise zaanla sırlarını ortaya çıkarır. Bu da Kuran'ın bir başka mucizevi yönüdür.</span><span style="font-family: 'Trebuchet MS';"> </span> </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b>Kuran'daki yabancı kelimeler konusuna gelince: Kuran apaçık Arapça bir kitaptır. Yani Arap dilini bilen herkes Kuran’da söylenenleri anlar. Kuran’da Arap diline daha önceden başka dillerden geçmiş kelimeler olabilir ama bunlar da zaten Arapça’dır. Arap dilinde olan kelimelerdir. Burada dil bilimi düşünülmeden, sadece bir iddiada bulunmak için ortaya atılmış bir suçlama vardır. Bu özellik sadece Arap dilinde değil her dilde vardır. Her dile başka dillerden kelimeler geçer ve bu dile yerleşir. Aynı şey Türkçe’de de geçerlidir. Örneğin “ Kemal, final imtihanında kopya çektiği için fakülte konseyi kararıyla üniversiteden uzaklaştırıldı”. Bu cümle Türkçe bir cümledir. Her okuyan bu cümleyi anlar fakat bu cümledeki kelimelerin tamamına yakını başka dillerden Türkçe’ye geçmiş kelimelerdir. Kelimelerin başka dillerden geçmiş olması bu cümlenin Türkçe olmadığı anlamına gelmez. Aksine bu cümle içindeki kelimelerin hemen hemen hepsi yabancı dillerden geçmiş kelimeler olsa da, herkesin anlayabileceği açık bir Türkçe’dir. Kuran’da bu şekilde anlaşılır bir Arapça ile yazılmış bir kitaptır. Ayetlerde de Kuran’ın bu yönü açıkça vurgulanmaktadır.</b></span></blockquote>
<div style="text-align: justify;">
<b>Gel de yuh çekme yahu.Müteşabıhla yabancı kelimeler ne alaka?Bir de araştırma ile anlaşılabilecek ayetler demiş müteşabıh ayetlere,çarpılacak arkadaş.Çünkü Kur'an'a göre müteşabıh ayetlerin yorumunu sadece Allah bilebilir;</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><span style="color: red;">Ali İmran:7=</span>Sana Kitap’ı indiren O’dur. Onda Kitap’ın temeli olan kesin anlamlı ayetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. <u>Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir.</u> İlimde derinleşmiş olanlar: "Ona inandık, hepsi Rabbimiz’in katındandır" derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür;</b></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="color: red;">
<b><br /></b></div>
<b>Yani eğer yabancı kelimeler müteşabıh ayetler içine giriyorsa(ki bunu da İslam tarihinde ilk kez bu arkadaş söylüyor büyük ihtimalle) şimdi bizim o kelimelerin anlamlarını bilmiyor olmamız gerekirdi ama biliyoruz.Demekki neymiş müteşabıh değilmiş.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Müteşabıh,yabancı kelimeleri de içine alıyorsa bile Kur'an Allah'ın dediği gibi ''pürüzsüz Arapça'' değil,zaten çelişkili olan kısım bu.Kur'an'ın müteşabıh olması da ayrıca bir çelişkidir zaten de şimdi girmeyelim hiç.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Cevabın ikinci paragrafına gelirsek,bu da çok sık tekrarlanan,aslı astarı olmayan bir cevaptır.Evet diller birbirlerine kelime vb. verirler,bu doğrudur ama Kur'an'daki durum öyle değil.Eğer denildiği gibi öyle olsaydı o kelimelere de Arapça denirdi ama madem öyle Suyuti gibi büyük İslam alimleri neden o kelimeleri ''yabancı kelimeler'' kategorisinde dahil edip bir de hepsinin aslında hangi dile ait olduğunu yazsınlar?Bunun mantığı nedir?Madem Arapçalaşmış o kelimeler de neden böyle bir zahmete girmiş İslam alimleri?Bu bir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İkincisi Kur'an'ın Arap diline etki ettiği bir gerçektir,bayaa değişikliklere neden olmuştur Arap dilinde.Dilbilgisel olarak bile bugünkü Arap diliyle tonla uyuşmazlığı vardır,tabi bunlar dilbilgisi hatalarıdır.Örneğin şu araştırmama bir bak derim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: black;"><b><a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2010/11/kurandaki-yabanc-kelimeler_29.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2010/11/kurandaki-yabanc-kelimeler_29.html</a>
</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Linkte verdiğim kaynağa da bak bakalım neler yazıyor?Durum böyleyken Kur'an'ın pürüzsüz Arapça olduğu düşünülebilir mi?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ayrıca bir de Garib kelimeler vardır Kur'an'da,bunlardan Ömer'in bile anlamını bilmediği kelimeler vardı,bunun için de bakınız şu araştırmama;</b><br />
<div style="color: red;">
<b><br /></b></div>
<div style="color: red;">
<b><a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/04/kurann-kaynagislam-oncesi-siirler.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2012/04/kurann-kaynagislam-oncesi-siirler.html</a>
</b></div>
<div style="color: red;">
<b><br /></b></div>
<div style="color: red; text-align: center;">
<b>Diğerleri</b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b></b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b>İDDİA- CEVAP: Yazar Kuran'ın bazı konularda helal veya haram hükmü gelmeden önce peygamberimizin bazı uygulamaları ile konu hakkında ayet inip kesin hüküm verilince aradaki farklılıktan hareketler İslam'da hata arama gayretine girişmiştir. Mesela hicretin 6. yılında içki haram kılınınca peygamberimizin daha önce içki içenlere sadece kızıp yanlarından ayrıldığını belirtmektedir. Halbuki içki kademe kademe yasaklanmış, mesela bir ayetle sadece namaz dışında içki içilebileceği ifade edilmiş, böylece günde beş kere içkiden uzak olma alışkanlığı topluma kazandırılmış, zamanla kademe kademe ayetlerle içki - Toplum psikolojisi hazır olunca- tamamen yasaklanmıştır. Yani doğal bir süreçten bile negatif sonuç arama gayreti ortaya çıkmaktadır.</b></span></blockquote>
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b>
</b></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b> "Dinsiz deist" ayrıca recm konusunda hareketle İslam'a saldırmak istemektedir ki yine aynı metodu kullanmaktadır. Kuran zina edene " Teşhir ve dayak " cezasını verir. Recm Yahudilik dininde olan bir ceza şeklidir, Tevrat'ta geçer. Kendisini de ele aldığı hadislerde de açıkça yazıldığı gibi Yahudiler zina ediyor, peygamberimize geliyorlar, cezasını soruyorlar, Tevrat'tan - Suçlular Yahudi oldukları için - suçun cezasını bildiriyor, ve kendi dinlerine göre cezalarının hükümlerini uygulattırıyor. Bu hüküm şekli yani her ferdin tâbi olduğu hukuk sistemine göre cezalandırılması görüşü hala İslamî sistemin bir parçası olarak savunduğumuz bir konudur ama dinsiz deist'imiz buradan da hareketle hata arama gayretini ihmal etmemiştir.</b></span></blockquote>
<span style="font-family: 'Trebuchet MS';"><b>
<blockquote class="tr_bq">
Kuran'ın toplanması ve peygamberimizin ümmi olup olmama meselesi sitemizde cevaplanmıştır.</blockquote>
</b></span></blockquote>
<b>Kademe kademe olamayacağının cevabını zaten ben yazımda vermişim,keşke iyi okusalardı,tekrar okuyun bakalım,anlamazsanız açıklarız;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2011/01/icki-ne-zaman-yasakland.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2011/01/icki-ne-zaman-yasakland.html</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Vay be Yahudiler ne zamandan beri Muhammed'e danışmaya başladılar?Gerçekten komiksiniz.Hadi Yahudilerle olan muhabbeti geçtim,keçinin yediği recm ayetini napacaksınız?Ömer'in sözlerini filan?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'ın toplanmasıyla ilgili yazınızı okumayacam,muhtemelen her zamanki asılsız sözlerdir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yazımı sonlandırıyorum,gözümden kaçan cevaplarınız var ise bildirin onları da cevaplıyım.</b><br />
<div style="color: red;">
<b><br /></b></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-53925632051249657082012-05-24T18:57:00.001-07:002012-05-24T19:06:54.654-07:00Hindu Metinlerinde Gerçekten Mucizeler Var mı?<b>Birkaç okuyucum haklı olarak ''Purana ve Vedaların Mucizeleri'' isimli kategori altında yayınladığım ayetlerin doğru olup olmadığını sordu.Neredeyse hiçbirini kontrol edemediğimi itiraf etmeliyim(çoğunun ayet numaraları bile verilmemiş alıntıladığım sitede).Kontrol edemeyince ben de kendim mucize aramaya koyuldum.Onlardan örnekler sunayım,gerçekten de bu metinler birçok araştırmacının dikkatini çekmiştir,dikkat çekici bilgiler barındırır;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="font-family: arial, verdana, tahoma, sans-serif;"><span style="line-height: 19px;"><span style="color: red;">Rig Veda:7.32.22:</span>Like kine unmilked we call aloud, Hero, to thee, and sing thy praise,</span></span><span style="font-family: arial, verdana, tahoma, sans-serif; line-height: 19px;">Looker on heavenly light, Lord of this moving world, Lord, Indra, of what </span><span style="font-family: arial, verdana, tahoma, sans-serif; line-height: 19px;">moveth not. </span> </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b style="font-family: arial, verdana, tahoma, sans-serif; line-height: 19px;">Süt vermeyen inekler gibi yüksek sesle sesleniriz sana Kahraman! ve seni öven şarkılar söyleriz,görkemli göksel ışık,<u>hareket eden bu dünyanın</u> Efendisi ve hareket etmeyen herşeyin efendisi,İndra!</b></blockquote>
<h2 style="font-family: 'Trebuchet MS'; margin: 0px 0px 5px;">
<span style="font-size: small;">Dünyanın hareket ettiği açıkça söylenmiş.Devam edelim;</span></h2>
<div>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Rig Veda 10.25.6=</span>Our herds thou guardest, Soma, and the moving world spread far and wide. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Soma!Sen topluluğumuzu ve uzak mesafelere <u>hareket eden dünyayı</u> koru. </b></blockquote>
<b>Yine dünyanın hareketi.Bir diğeri;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Rig Veda:</span>Who scatter clouds about the sky, away over the billowy sea: O Agni, with those Maruts come.</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bulutları dalgalı denizden uzaklara dağıtan; Ey Agni,Marutlar ile gel.</b></blockquote>
<b>Müslümanlar bulutların hareketinin bilinmesine bile mucize diyor,dolayısıyla bunu mucize olarak sunmama şaşmayın,mucizevi hiçbirşeyi yok,rahatça gözlemleniyor.</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Rig Veda:</span>Where now is Surya, where is one to tell us to what celestial sphere his ray hath wandered? </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Güneş şimdi nerede,nerede bize göksel kürenin ışınlarını gönderdiği yeri söyleyecek olan?</b></blockquote>
<b>Görüldüğü gibi Güneş'in küre oluşundan bahsedilmiş,halbuki Güneş tepsi gibi görünür,bunun keşfedilebilmesi imkansızken o zamanlar,nasıl bilmişler?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu arada numaralarını vermediklerim sizi huylandırmasın,ayetleri aldığım kaynakları vereceğim siz de arama bölümüne yazarak rahatça kontrol edebileceksiniz.Devam edelim;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Rig Veda:</span>THREE spheres of light, O Varuna, three heavens, three firmaments ye comprehend, O Mitra... </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Sen 3 ışık küresi,Varuna,3 cennet,3 göğü algılarsın,Ey Mitra... </b></blockquote>
<b> Hindularda da gök katlıdır,7 katlıdır hem de,gördüğünüz gibi burada 3 katından bahsedilmiş,3 gök denilerek.</b><br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Rig Veda 10.22.14=</span>That Earth, through power of knowing things that may be known, handless and footless yet might thrive, Thou slewest, turning to the right, gu;na for every living man. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bu dünya bilinen şeylerin gücü sayesinde bilinebilir,elsiz ve ayaksızdır ama gelişebilir,Sen döndürürsün,sağa döndürensin,ve yaşayan bütün insanlık için buna(döndürmeye) devam edeceksin.</b></blockquote>
<div>
<b>Yine açıkça dünyanın döndüğünden bahsediliyor,dönüş yönü yanlış verilmiş ama sorun değil,önemli olan dünyanın dönmesinden bahsetmesidir.Bir diğer;</b></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Vishnu Purana:2:8=</span>There is in truth neither rising nor setting of the sun, for he is always; and these terms merely imply his presence and his disappearance."</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-family: arial, verdana, tahoma, sans-serif;"><span style="line-height: 19px;"><b>Güneş gerçekte ne batar ne de doğar,bu her zaman böyledir; ve bu terimler(doğmak-batmak) sadece onun görünmesini(sabah) ve kaybolmasını(akşam) ima eder.</b></span></span></blockquote>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.sacred-texts.com/hin/vp/vp066.htm">Buradan Kontrol Edin</a>
</b></div>
<b><br /></b><br />
<b>Çok şaşırtıcı değil mi?Şaşırmaya devam;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Brahmanda Purana:8:8=</span>The magnitude and the movement of the planets dependiing on the sun are mentioned. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Gezegenlerin büyüklüğü ve hareketlerinin Güneş'e bağlı olduğundan bahsedildi. </b></blockquote>
<div>
<b>Aynen öyle,Güneş'e bağlıdır.İnsanın BrahmaAkber diyesi geliyor değil mi?Devam edelim;</b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Brahmanda Purana:12=</span>Presided over by Dhruva,the sun takes up water and showers it. </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Dhurva'nın yönetimindeki Güneş,suyu yukarı çeker ve ona döker(yağdırır).</b></blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Brahmanda Purana:37=</span>The sun releases heat energy during the summer.He scatters rain during the rainy season and snow(during winter). </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Güneş yaz boyunca ısı enerjisini gönderir.O yağmur ve kar(kış) sezonu boyunca yağmur dağıtı</b></blockquote>
<br />
<b> Gerçekten de öyle değil mi?Güneş suları buhar edip yukarı çeker ve bu sayede yağmur ve kar yağar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Benim tespit ettiklerim bunlar.Mucizeleri madde madde yazarsak;</b><br />
<br />
<ul>
<li><b>Dünyanın dönüşü,</b></li>
<li><b>Güneş'in küre oluşu,</b></li>
<li><b>Göğün katmanlarından bahsedilmesi,</b></li>
<li><b>Güneş'in gerçekte doğmadığı ve batmadığı bilgisinin verilmesi;</b></li>
<li><b>Güneş'in çekim gücü sayesinde sistemindeki gezegenlere etki ettiği bilgisi ve</b></li>
<li><b>Yağmur ve karın Güneş sayesinde yağdığı bilgisinin verilmesi.</b></li>
</ul>
<br />
<b>Veda ayetlerini şu linkten indirebileceğiniz Vedalardan kontrol edebilirsiniz;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://www.2indya.com/2009/01/22/download-links-for-rigveda-samadeva-yajurveda-atharvaveda/">http://www.2indya.com/2009/01/22/download-links-for-rigveda-samadeva-yajurveda-atharvaveda/</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Purana ayetlerini ise şu linkten;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://ia600301.us.archive.org/28/items/BrahmandaPurana/BrahmandaPuI.pdf">http://ia600301.us.archive.org/28/items/BrahmandaPurana/BrahmandaPuI.pdf</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Daha sonra daha fazla mucize arayacam ama bu kadarı bile yeter sanırım.Özellikle evrenin genişlemesinin geçip geçmediğini soranlar olmuştu ki,kesinlikle geçiyor.Aslına bakarsanız evrenin genişlemesi İncil ve Tevrat'ta bile geçiyor ama bunlar hakkında daha sonra daha kapsamlı yazılar yazmayı düşünüyorum,şimdilik şu yazımla yetinin;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://65.18.198.4/forumlar/showthread.php?t=27807">http://65.18.198.4/forumlar/showthread.php?t=27807</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ayrıca şimdi sizleri başka yollardan şaşırtmaya devam edeceğim,bloğumda yayınladığım bir mucize;</b><br />
<blockquote>
<b><span style="color: red;">Markandeya Purana 54.12=</span>Earth is flattened at the poles. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Dünya kutuplarda düzdür.</b></blockquote>
<b>Bu ayetin kontrolünü şu kitaptan yapabildim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<a href="http://books.google.com.tr/books?id=LWZ0PmhGf9gC&pg=PA5&lpg=PA5&dq=Markandeya+Purana++54.12&source=bl&ots=HihD8PEjLJ&sig=hm_DowMepQIbRTm_039X_ceuZtw&hl=tr&sa=X&ei=HWCgT6mSK-nh4QTlp-W2Aw&sqi=2&ved=0CCgQ6AEwAQ#v=onepage&q=Markandeya%20Purana%20%2054.12&f=false"><b>Kitabın Linki</b></a><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bir başka dikkat çekici bilgi Markedanya
Purana’nın 54:12. ayetinde şöyle verilir;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><o:p> </o:p>Dünya kutuplarda düzdür(basıktır)
ve ekvatorda şişkindir,kusursuz bir küre değildir. </b></blockquote>
<b>Bu kitabın linkte verilen kısımlarının hepsini çevirmeyi düşünüyorum,şimdilik şu kadarını çevirdim;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b> Puranalarda aynı zamanda oldukça gelişmiş fikirlerin
izlerine de rastlanır.Örneğin su döngüsü Ramayana’nın Aditya Hridayam’ında tam
da günümüz verileriyle uygun bir şekilde grafiksel olarak açıklanmıştır.Mahabharata da birçok modern
gerçekten bahseder.Örneğin 3.42.24. ayette yıldızların aslında çok büyük
olduklarından ve mesafelerinin uzaklığı sebebiyle küçük göründüklerinden
bahsedilir.İlginç bir şekilde Mahabharata küçük şeyleri büyük gösteren büyüteç
gibi bir aletten de bahseder.Belki de M.Ö 1400 yılında Güney Amerika’da bulunan
konkav lens tipi nesneleri göz önünde tutarak anmıştır.</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ayrıca Vishnu Purana
oldukça doğru bir şekilde gelgitleri açıklamıştır: ‘‘Büyün okyanuslarda
suyun miktarı her zaman aynı kalır,artmaz veya azalmaz;ama tıpkı bir kazandaki
su gibi,ısıya maruz kalması durumunda genişler,aynı şekilde okyanus suları da
Ay’ın yükselmesiyle birlikte kabarır.</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Birbaşka dikkat çekici bilgi Markedanya
Purana’nın 54:12. ayetinde şöyle verilir;<br /><o:p> </o:p>Dünya kutuplarda düzdür(basıktır)
ve ekvatorda şişkindir,kusursuz bir küre değildir.</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Vishnu Purana çok açık bir şekilde
Aitareya Brahmana’dan yaptığı bir alıntıda dünyanın antipotlarından ve dünyanın
dönüşünden bahseder.Ek olarak Hindu metinleri Ay’ın evreleri ve alacakaranlığın
nedeni ile gökyüzünün aslında mavi olmayıp güneş ışınlarının dağılımından
dolayı mavi gözüktünü de söyler(Markedanya Purana 78.8 ya da 103.9. ayetlere
bakabilirsiniz).</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Basitçe söyleyecek olursak sıklıkla Güneş’in Güneş
sisteminin merkezinde olduğundan bahsedilir(Markedanya Purana 106.41).</b></blockquote>
<b>Bu kısacık çeviri bile Hindu metinlerinin bilgelik dolu olduğunu anlatmaya yeter sanırım.Ayrıca Dick Teresi ''Kayıp Keşifler:Modern Bilimin Antik Kökenleri'' isimli kitabında şunları yazar;</b><br />
<br />
<blockquote>
<b>Isaac Newton'dan yirmi dört yüzyıl önce Hintli Rig-Veda evreni bir arada tutan şeyin çekim kuvveti olduğunu yazmıştır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Sanskritçe konuşan Ari Irkı,Yunanlılar dünyanın düz olduğuna inandıkları bir dönemde yeryüzünün bir küre şeklinde olduğu düşüncesini benimsemişlerdi. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>M.S beşinci yüzyıl Hintlileri bir şekilde dünyanın yaşının 4.3 miyar yıl olduğunu hesaplamışlardı.<br />Teleskopsuz olsa bile ,Kopernik'ten uzun zaman önce antik Hintliler dünyanın Güneşin etrafında döndüğünü ve Kepler'den bin yıl önce gezgenlerin yörüngelerinin elips şeklinde olduğunu biliyorlardı. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Bir antik dönem Sanskritçe mısrası çok sayıda Güneş düşüncesinden bahsetmektedir:<br /><u>''Sarva Dishanaam Suryaham Suryaha,Surya''</u> bu mısra kabaca tercüme edildiğinde <u>''Tüm yönlerde Güneşler vardır,gece gökyüzü onlarla doludur''</u>. anlamına gelmektedir.Bu erken dönem gökyüzü izleyicilerinin görülebilir yıldızların Güneş türüne benzer olduğunu anlamış olabileceklerini ortaya koymaktadır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Erken dönem Hint metinleri arasında,ilahi şiirsel bir biçimde yazılmış olan,astronomi ve matematik üzerine tezler içeren siddhantas bulunmaktadır.O,hem bir bellek oluşturma amacıyla,hem de sanat ve bilim olgusu olarak yazılmıştır.18 erken dönem siddhanta'nın 5 tanesi Surya-Siddhanta adıyla anılmakta ve Hint astronomisi üzerine erken dönem metin niteliği taşımaktadır.Onlar M.Ö 400 dolaylarında yazılmıştır.Surya-Siddhanta antik dönem Mezopotamya trigonometrisinin temel bir sorunu olan gezegenlerin yörünge eksenlerinin bulunması için bir yöntem içermektedir.Surya-Siddhanta'da gezegenlerin hareketlerine ilişkin olarak gezegenlerin birbirini çekmeleri ve itmelerinden bahsedilmektedir.Bu çekim kuvvetine ilişkin erken dönem bir düşüncedir.Çekim kuvveti sözcüğünün Sanskritçe karşılığı ''gurutvakarshan''dır.Akarshan çekilmiş olmak anlamına gelmektedir.Erken dönemlerden itibaren,dilin kendisi bu kuvvetin karakterinin çekim olduğunu yansıtmıştır.</b> </blockquote>
<blockquote>
<b>Bazı bilim adamları Kopernik,Galileo ve Newton'dan bin yıl önce güneş-merkezlilik ve yerçekimi kavramlarının bu erken dönem metinlerinde yer aldığını tartışmaktadır.Surya-Siddhanta 'da Vedalar Güneşin tüm dünyaların babası olduğuna inanmaktadır;o varlık nedeni olarak görülmektedir. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>M.S 425 dolaylarında Paitamahasiddhanta dünyasal ve göksel kürelerin ve gezegen hareketlerinin geometrik modellerinin ifade edildiği bir metin olmuştur.Metin temel düz-dünya modelini alır ve onu küresel evrene dönüştürür.Burada sabit bir hız yerine herbir gezegenin birbiriyle etkileşim halinde olduğu bir durumdan bahsedilmektedir. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Kerala şehrinde doğmuş olan genç Hintli gökbilimci Aryabhata 499 yılında ''Aryabhatiya'' adlı Matematik ve Astronomi üzerine yazdığı tezi ortaya koymuştu.Aryabhatiya Hint matematiğinin o döneme kadar olan gelişiminin bir özetiydi.Ayrıca,astronomi,küresel trigonometri,aritmetik,cebir,düzlem trigonometrisini de içeriyordu.Aryabhata'nın temel amaçlarından birisi Hint astronomisinin karmaşık hesaplamalı matematiğini basitleştirmekti.O,bunun için pratik bir amaca sahip olmuştu: Ay ve Güneş tutulmalarının öngörülmesini daha kolay kılmak ve göksel yapıların hareketlerinin daha kolay anlaşılabileceği bir Hint takvimi oluşturmak. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Bu süreç içinde Aryabhatiya uzaydaki gezegenlerin konumlarının yeni bir savını ortaya koymuştur.O,göksel yapıların görünür dönüşlerinin yeryüzünün eksen dönüşüne göre olan durumunu içermektedir.Aryabhata pek çok alanda devrimsel bir düşünür olarak gezegenlerin yörüngelerinin, güneş ile gezegen arasındaki değişen uzaklıklarını vermiştir.Onların yörüngeleri temel olarak dünya-güneş yörüngesini uzaklık terimleriyle belirmektedir. O ay ve gezegenlerinin yörüngelerinin elips şeklinde olduğunu kavramıştır.Aryabhata ay tutulmasının nedeninin dünyanın gölgesi olduğunu yazmıştır.O döneme kadar bunun nedeninin Rahu adlı bir şeytan olduğuna yaygın olarak inanılırdı.Onun yılın uzunluğu için bulduğu değer 365 gün,6 saat,12 dakika ve 30 saniyedir.Bu gerçek değerin çok üzerinde olan bir tahmindir;gerçek değer 365 gün ve 6 saatten biraz azdır.Başka bir gökbilimci olan Bhaskara,yüzyıl sonra Aryabhatiya üzerine yazdığı yorumda şöyle demiştir: </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Aryabhata, matematik,kinetik ve küre bilimi sonsuz bilgisinin denizinin en derin noktalarına inerek onu kıyıya çıkarmayı başarmış bir ustadır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Aryabhatiya 13. yüzyılda Latince'ye çevrilmiştir.Bu çeviri boyunca Avrupalı matematikçiler üçgenlerin alanlarını ve kürelerin hacimlerini hesaplamanın yöntemlerini öğrenmişlerdir.Ay ve güneş tutulmalarının nedeni hakkındaki açıklamalar ve ay ışığının kaynağı Avrupa'da çok fazla heyecan yaratmamıştır.Çünkü bu dönemde onlar Kopernik ve Galileo'nun araştırmalarından bunları öğrenmiş bulunuyorlardı.Ancak Aryabhata'nın Avrupalı bilim adamlarından bin yıl önce yaşamış olduğu ve bu düşünceleri o zaman kavramış olması onun başarısını ortaya koymaktadır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>628 yılında,antik Hint gökbilimcilerinin en başarılılarından biri olan Brahmagupta,Brahmasphutasiddhanta(Evrenin Açılımı) yapıtında kendi gökbilimsel sistemini ortaya koymuştur.Brahmagupta antik Hindistan'ın matematik merkezi olan Ujjain'deki astronomi gözlemevinin başı olmuştur.Burada güçlü bir matematiksel astronomi oluşturmak amacıyla Varahaminhira gibi büyük matematikçiler çalışmıştır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Brahmasphutasiddhanta 25 bölüm içermektedir.Bunların ilk on tanesi gezegenlerin yörüngeleri,ay tutulmaları,güneş tutulmaları,doğuşlar ve batışlar,ayın evreleri,ayın gölgesi,gezegenlerin birbiriyle olan konumları ve sabit yıldızlar ele alınmıştır.Diğer 15 bölüm ikinci bir çalışmayı biçimlendiriyor gözükmektedir.Burada matematiğin astronomi üzerine uygulanmasının yöntemleri anlatılmaktadır.Brahmasphutasiddhanta'nın büyük bir bölümü 770'lerin başlarında Arapça'ya çevrilmiştir ve gökbilimci Yakup İbn Tarık tarafından çeşitli çalışmaların temeli olmuştur.1126'da o Latince'ye tercüme edilmiştir.Bu çalışma Batı astronomisinin Hint-Arap aşamasının temelini oluşturmaktadır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Higgs alanı yüzyıllarca önce antik Hindistan'da gösterilmiştir.Bu,maddesel dünya içinde nesnelere ağırlık veren bir yanılsama örtüsü olarak tanımlanabilecek ''maya'' adı verilen bir yapıdır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Hem antik Hintliler hem de ön-Sokratik Yunanlılar mantık aracılığıyla farklı mantıksal yollar izleyerek atomlar üzerine kendi inanışlarına ulaşmışlardı.Demokritos basit olarak maddenin bölünemeyen parçacıkları olarak atomların var olması gerektiğini öne sürmüştü.Büyülü bir bıçak ile bir peynir parçasının git gide daha küçük parçalara ayrıldığını düşünün.Onu sonsuza kadar kesebilir misiniz?O, hayır sonucuna ulaşmıştır.Nihai olarak,siz atoma ulaşırsınız.Ancak bu yalnızca bir varsayım,iyi bir tahmindir.Neden sonsuza dek kesemeyelim ki?Hintliler aynı sonuca farklı rota izleyerek ulaşmışlardır.Bir dağ ile bir köstebek yuvasını ele alın demişlerdir.Hangisi daha çok parçacığa sahiptir?Açık bir şekilde, dağ.Bu onu sonsuza dek parçalayamayacağımızı gösterir.Çünkü sonlu, bölünemeyen bir parçacık vardır.Eğer parçacıklar bölünemeyecek kadar küçük ise, dağ ve köstebek yuvası eşit parçacık sayısına sahip olacaklar, ve onlar herhangi gerçek anlamlarını kaybedeceklerdir.Yine bir varsayıma ulaşılmıştır fakat bu kez Demokritos'un tahmininden daha sıkı bir düşünce yapısı vardır.Ve Hintliler, Demokritos'tan farklı olarak sonlu oluşumların gelişmemiş,ilkel bir anlayışını ortaya koymuşlardır. </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Aristo'dan yaklaşık bin yıl önce,Vedik Ariler dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü iddia etmişlerdi.Arunachalan tarafından tercüme edilen bir Rig-Veda yazısında; ''Güneş,güneş sisteminin merkezinde bulunmaktadır'' ifadesi yer almaktadır.Bir öğrenci ''Dünyayı havada tutan varlığın doğası nedir?'' diye sormuştur.Öğretmen yanıt verir, ''Risha Vatsa'ya göre, Dünya'yı uzayda tutan şey Güneş'tir''.Bu ifadeler çekim kuvvetinin modern düşüncelerinin ipuçlarını taşımaktadır . </b></blockquote>
<blockquote>
<b>Ortaçağ'daki jeoloji tarihi kısa bir tarihtir.İki akademisyen öne çıkmaktadır:Varahaminhira ve Vagbhatta.Varahaminhira (M.S 499-587) Kapitthaka (bugünkü Kapitha)'da doğmuştur.Burası orta Hindistan'da büyük bir kültür merkezidir.Varahaminhira'nın 106 bölümlük Brhatsamhita (Büyük Özet) kitabı coğrafya,meteoroloji,botanik,tarım,takvim ve mücevher bilimi konularını kapsamaktadır.O, başka şeylerin yanı sıra depremlerin yerleri konusunda teoriler oluşturmuştur.Depremlerin oluşumunda Ay'ın bir faktör olduğu iddiasında bulunmuştur.O, dünyanın yuvarlak olduğunu öne sürmüştür ve değerli taşların zaman içinde kayalrın başkalaşımı ile meydana geldiğini savunmuştur.Daha sonraları, Vagbhatta (M.S 1300) değerli taşlar,metaller ve alaşımları kapsayan mineral sınıflandırmasının bir sistemini geliştirmiştir.</b></blockquote>
<b> Gördüğünüz gibi Hint bilgeliği dehşet verici.Ayrıca bu alıntılar(Teresi'den ve Linkini verdiğim kitaptan olan alıntılar) benim ''Purana ve Vedaların Mucizeleri'' isimli kategorimde yayınladığım ayetleri aldığım kaynağa güvenebileceğimizi gösteriyor zira birkaç şeyi bu alıntılardan kontrol edebiliyoruz.Maddeleyelim;</b><br />
<br />
<ul>
<li><b>Dünyanın kutuplardan düz olduğunu söyleyen Markedanya Purana ayeti,</b></li>
<li><b>Su döngüsü,</b></li>
<li><b>Dünyanın küremsi olması ve dönmesi,</b></li>
<li><b>Gökyüzünün gerçekte mavi olmayıp,Güneş ışınlarından dolayı mavi gözükmesi,</b></li>
<li><b>Güneş'in çekim gücü ve sistemin merkezi olduğu,</b></li>
<li><b>''Tüm yönlerde Güneşler vardır,gece gökyüzü onlarla doludur'' ayeti birebir diğer mucizeleri aldığım kaynakta yazdığı gibi...</b></li>
</ul>
<br />
<b>Ve daha buraya almamış olabileceğim birçok şey.Bunların dışında Kutsal Metinler dışı Antik metinlerde de çok şaşırtıcı bilgiler var,Dick Teresi'den yaptığım alıntıda görebilirsiniz bunu.Dick Teresi'den alıntıladıklarımla ilgili daha geniş yazımı şu linkten okuyabilirsiniz,sadece Hint değil başka toplumların bilgeliğine de değiniliyor;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2011/04/modern-bilimin-antik-kokenleri.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2011/04/modern-bilimin-antik-kokenleri.html</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Dick Teresi Aryabhata isimli birinin Aryabhatiya isimli eserinden bahsetmiş mesela,o kitaba şuradan ulaşabilirsiniz;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><a href="http://archive.org/stream/The_Aryabhatiya_of_Aryabhata_Clark_1930#page/n0/mode/2up">http://archive.org/stream/The_Aryabhatiya_of_Aryabhata_Clark_1930#page/n0/mode/2up</a>
</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Dünyanın yuvarlak oluşundan,küre oluşundan,ay ve güneş tutulmalarından vs. daha birçok şeyden doğru olarak bahsediyor,hem de İslam'dan 300 yıl önce.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu bilgilerin çeyreğinin çeyreği bile Kur'an'da yoktur,Kur'an bırakın Hindu Metinlerini,Tevrat ve İncil'i bile geçemez.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu yazımı burada sonlandırıyorum,umarım soran arkadaşlar için tatmin edici olmuştur bu yazım.Dediğim gibi daha sonra mucize aramaya devam edeceğim,kimbilir daha ne mucizeler vardır,umarım biraz olsun mantık katarsınız işin içine okurken...</b><br />
<br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
</div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-32256327958399471352012-05-24T17:24:00.000-07:002012-05-24T17:24:53.395-07:00İbrahim'e Müjdelenen Çocuk Hangisi?<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Kur'an'a göre İbrahim ve Sara çok yaşlı olmalarına,hatta Sara yaşlılığının yanında bir de kısır olmasına rağmen çocukla müjdelenirler.Fakat bir ayette müjdelenen çocuklardan biri Yakup iken,bir ayette İsmail'dir;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">Hud:69-73=</span>Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Ve ayakta duran hanımı, bunun üzerine gülümsedi. O zaman onu, İshak ile ve İshak'ın arkasından Yâkub ile müjdeledik.Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Bu ayetlere göre İshak ile birlikte müjdelenen Yakup'tur.Şimdi bir de şuna bakalım;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">İbrahim:39=</span>“Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Bu ayette ise İbrahim ve karısı yaşlı iken İshak'ın yanında İsmail ile müjdelendikleri söylenir.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Bu Tevrat ve İslam geleneğiyle de çelişmektedir.Zira bunlara göre İsmail İbrahim'in karısı Sara'nın değil,cariyesi Hacer'in oğludur.Yakup ise İbrahim'in oğlu değil İbrahim'in İshak'dan olma torunudur.Hatta İslam inancına göre Sara Hacer'i kıskanıp Hacer ile oğlu İsmail'i Mekke'ye sürgün ettirir,İbrahim eliyle.Hatta Zemzem'in de onlar için çıktığını söylerler.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Şu ayetleri de ekleyelim;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">19:49-</span>İbrahim, kavminden ve onların Allah'tan başka ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, biz ona İshak'ı ve Yakub'u ihsan ettik.Ve hepsini de peygamber yaptık.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">21:72-</span>Ona (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan ettik ve herbirini salih kimseler kıldık.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">29:27-</span>O'na İshak ve Yakub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Onu dünyada mükafatlandırdık. Şüphesiz o, ahirette de salihler (zümresin)dendir.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Evet İbrahim'e yaşlılığında İshak ile birlikte armağan edilen çocuğun adı ne?Yakup mu İsmail mi?</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><span style="color: red;"><b>Yapılan Savunmalara Cevap</b></span></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><span style="color: red;"><b><br /></b></span></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b></b></span></div>
<br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Bu çelişkiye yapılan savunmaları biliyorsunuz,kimi İshak ile Yakup aynı diyor kimi de Yakup İshak'ın oğlu diyor,ayetten bu sonuç çıkıyor diyor.Tabi bunlar akla,mantığa,herşeye aykırı.Bunun böyle olmadığını bir de şu yönden kanıtlıyım;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Ayette kullanılan kelime;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">vehebnâ=</span>hibe etmek</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Yakup için de aynısı kullanılıyor,Allah Yakup'u İbrahim'e hibe etti.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Hibe etmek ise bir şeyi bir kimseye onun olması için vermek demektir,yani birisi bir kitabı bana hibe ederse o kitap benimdir.Aynı şekilde şu ayetlere de bakalım;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">Ahzab:50=</span>Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e <u>bağışlayan</u>... </b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Burada da aynı kelime;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">vehebet:</span>hibe etmek </b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>kullanılmıştır.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Kendisini Muhammed'e hibe eden kadın Muhammed'indir.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Yani Yakup İbrahim'in torunu değil oğludur,çünkü İbrahim'e hibe edilmiştir,İbrahim'indir.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Yakup'un İbrahim'e hibe edildiğini söyleyen ayetler;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">19:49-</span>İbrahim, kavminden ve onların Allah'tan başka ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, biz ona İshak'ı ve Yakub'u ihsan ettik. Ve hepsini de peygamber yaptık.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">21:72-</span>Ona (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan ettik ve herbirini salih kimseler kıldık.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">29:27-</span>O'na İshak ve Yakub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Onu dünyada mükafatlandırdık. Şüphesiz o, ahirette de salihler (zümresin)dendir.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Ayrıca şu ayetten de İshak'ın oğlu olduğu sonucu çıkmıyor;</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: red;">Bakara:133=</span>"Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?”dediği, onların da, “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadetedeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?"</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Atalar olarak İbrahim,İshak ve İsmail geçiyor dolayısıyla bu ayete göre İsmail'in de oğlu olabilir?İbrahim'in de oğlu olabilir?Neye göre bu ayetten Yakup'un İshak'ın oğlu olduğu sonucuna varıyorsunuz?</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b>Kısacası bu net bir çelişkidir.</b></span><br />
<span style="font-family: verdana, geneva, lucida, 'lucida grande', arial, helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<br />
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-33093318024431433412012-05-24T17:00:00.000-07:002012-05-24T17:02:21.507-07:00Kur'an'a Göre Cariyelere Tecavüz Serbesttir!<b>Hadislerde cariyelere tecavüz etmenin serbest olduğundan bahsetmiştim,tabi ki reformcu Müslümanlar hadisleri kabul etmezler,ben de Kur'an'dan ayetler vermek istedim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Mearic:29=</span>Onlar, mahrem yerlerini koruyan kimselerdir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Mearic:30=</span>Ancak eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Müminlerden bahsediliyor burada,onlar mahrem yerlerini eşleri ve <u>cariyeleri</u> dışında herkesten korurlar diyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Cariyeler eşlerden ayrı sayılıyorlar,yani eşlere dahil değiller.Cariyelerle evlenmeden ilişkiye girebilecekleri açıkça belirtiliyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Şimdi çıkıp derler ki ''orada tecavüz edebilecekleri yazmıyor evlenmeden ilişkiye girebilecekleri yazıyor''.Tabi ki böyle bir savunmanın oldukça zorlama olduğu aşikar.Özellikle şu tür ayetler varken;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Ahzab:50=</span>Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana <u>ganimet olarak verdiği cariyeleri</u>, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve Peygamber nikahlanmayı dilediği takdirde müminlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere kendisinin mehrini Peygambere hibe eden mümin kadını almanı helal kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için; müminlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Örneğin bu ayette insana,düşünün insanlara ''ganimet'' deniyor,bu kadar aşağılanabilir mi bir insan?Elbette yaratan,kulları üzerinde her türlü hakka sahiptir,yaratılan oyuncak yaratan oyuncu,istediği gibi oynar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'a göre cariyeler maldır,değersizdir,zina ettiği zaman bile hür kadına uygulanan cezanın yarısı uygulanır,aşağılamanın derecesi yok,her yönden aşağılanıyor zavallı cariyeler.Hür kadınlar da öyle zaten,her yönden aşağılanırlar.Ne var ki o kadar zavallıdırlar ki gurur verir onlara Tanrı'nın aşağılaması,beyinleri böyle köreltilmiştir işte.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonuç olarak cariyelere tecavüz edilebileceğini,cinsel ilişkide cariyelerin seçim şansı olmadığını Kur'an'ın kendisi açıkça ifade ediyor.</b><br />
<b><br /></b>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-27179009866987729482012-04-10T22:27:00.002-07:002012-04-10T22:28:58.556-07:00Kur'an'ın Kaynaklarına Yapılan Savunma<b>Kur'an'ın kaynakları dediğimizde Müslümanlar şu şekilde savunma yaparlar;</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>İslam dini ilk insan Adem'den beri vardır,Allah bu dini ilk insandan beri bildirmektedir.Dolayısıyla Kur'an'da anlatılan hikayelerin,ibadetlerin vb. Kur'an'dan önceki kaynaklarda da bulunması kadar doğal birşey yoktur,bu Kur'an'ın eski kaynaklardan kopyalandığını göstermez,aksine Allah'ın ilk insandan beri İslam dinini vahyettiğinin kanıtıdır. </b></blockquote>
<b>Tabi bu çok boş bir savunmadır.Birkaç kitapta anlatılanlar o kitaplardan daha eski kaynaklarda bulunabiliyorsa -diyelim ki 3 kitap olsun- bu kitaplardan hangisinin Tanrı'dan olduğunu bilemeyiz.Şöyle ki;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ben Muhammed'le aynı devirde yaşıyor olayım,ikimizin de eşit kaynaklara ulaşıp dilediğimiz gibi kopya etme imkanımız olsun.İkimiz de kitabımıza Tanrı vahyi diyelim.Bu durumda hangimiz doğru söylüyor olurduk?Sonuçta ikimiz de eski masalları kopyaladığımız bir kitaba Tanrı vahyi diyoruz?Benim yazdıklarım mı ilk insandan beri vahyediliyor olur yoksa Muhammed'in yazdıkları mı?Nasıl anlayacağız bunu?</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Demek istediğim o ki eski kaynaklardan kopya çekmek için peygamber olmaya gerek yoktur.O dönemde yaşasaydım,biraz da imkanlı biri olsaydım rahatça eski masalları kitabıma kopyalabilirdim.Dolayısıyla Kur'an'da anlatılan masallar Muhammed döneminde bilindiği için,Kur'an'dan daha eski oldukları için,Muhammed peygamber olmasa da o masalları kopyalayıp bir kitap yazabileceği için,Müslümanların savunmaları boşa çıkıyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tıpkı benim bugünkü ünlü masal kitaplarından bir karma yapıp,kitaba geçirmem o masalların ilk insandan beri anlatıldığının kanıtı olamayacağı gibi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an ne yenilik getirmiş diye sormamız lazım.Yoksa peygamber olmayanların da sahip olduğu en basit yetenek olan kopya etmek yeteneğiyle birşey kanıtlanamaz.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Önce kitabın Allah'tan olduğu kanıtlanmalıdır ki,Kur'an'da kendini kanıtlayacak birşeyler olmalıdır ki,bizler de Müslümanların bu savunmalarını haklı bulabilelim.</b>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-28120470433158982142012-04-10T21:43:00.002-07:002012-10-27T08:44:35.233-07:00Sur'a Üfürülmesi ve İncil'deki Kökeni<b>İncil ve Kur'an'ın her ikisine göre de kıyamet vaktini Tanrı'dan başka kimse bilemez,İncil'e göre İsa yani Tanrı'nın oğlu bile bilemez;</b><br />
<b><br /></b>
<b><span style="color: red;">Araf:187=</span>Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.</b><br />
<b><br /></b>
<u><b>İncil;</b></u><br />
<b><br /></b>
<b><span style="color: red;">Markos:13:32=</span>O günü ve o saati, ne gökteki melekler, ne de Oğul bilir; Baba'dan başka kimse bilmez</b><br />
<b><br /></b>
<b>Her iki kitaba göre de melekler borazanlara üfleyince başlar kıyamet;</b><br />
<b><br /></b>
<b>Kur'an'a göre bir melek Sur'a üfleyecek ve kıyamet o zaman başlayacaktır;</b><br />
<b></b><br />
<div style="display: inline !important;">
<b>Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. <span style="color: red;">(Kaf Suresi, 20)</span></b></div>
<br />
<b></b><br />
<div style="display: inline !important;">
<b><b>Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman, İşte o gün, zorlu bir gündür; kafirler içinse hiç kolay değildir. <span style="color: red;">(Müdessir Suresi, 8-10)</span></b></b></div>
<br />
<b></b><br />
<div style="display: inline !important;">
<b><b>Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. <span style="color: red;">(Yasin Suresi, 51)</span></b></b></div>
<br />
<b></b><br />
<div style="display: inline !important;">
<b><b></b></b></div>
<div style="display: inline !important;">
<b><b>Sur'a üfürüleceği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri 'boyun bükmüş' olarak O'na gelmişlerdir. <span style="color: red;">(Neml Suresi, 87)</span></b></b></div>
<br />
<br />
<b>Sur ise bildiğiniz gibi borazan,düdük gibi anlamlara gelir ve melek buna üfürünce kıyamet kopacaktır tabi bu ses bizi de kopartacak kıyametle birlikte.</b><br />
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Sur'a üfürecek olan meleğin Kur'an'da adı geçmeyen İsrafil olduğuna inanılır İslam inancında.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Bu inanış yine olduğu gibi İncil kaynaklıdır.İncil'de de kıyamet meleklerin borazanı çalmasıyla başlar. Çok uzun oldukları için sadece 4'ünün hikayesini alıyorum buraya,vereceğim linkten tamamını okuayabileceksiniz;</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><span style="color: red;">Esinlenme:8:6-13=</span>Yedi melek, ellerindeki yedi borazanı çalmaya hazırlandı.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Birinci melek borazanını çaldı. Kanla karışık dolu ve ateş oluştu ve yeryüzüne yağdı. Yerin üçte biri, ağaçların üçte biri ve bütün yeşil otlar yandı.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>İkinci melek borazanını çaldı. Alev alev yanan, dağ gibi büyük bir kütle denize atıldı. Denizin üçte biri kana dönüştü.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Denizdeki canlı yaratıkların üçte biri öldü ve gemilerin üçte biri yok oldu.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Üçüncü melek borazanını çaldı. Gökten, meşale gibi yanan büyük bir yıldız ırmakların üçte biri üzerine ve su pınarlarının üzerine düştü.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Bu yıldızın adı Pelin'dir. Suların üçte biri pelin gibi acılaştı. Acılaşan sulardan içen birçok insan öldü.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Dördüncü melek borazanını çaldı. Güneşin üçte biri, ayın üçte biri ve yıldızların üçte biri vuruldu. Sonuç olarak ışıklarının üçte biri söndü, gündüzün de gecenin de üçte biri ışıksız kaldı.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Sonra baktım, göğün ortasında uçan bir kartalın yüksek sesle şöyle dediğini işittim: </b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>«Borazanlarını çalacak olan diğer üç meleğin borazan seslerinden yeryüzünde yaşayanların vay, vay, vay haline!»</b><br />
<b><br /></b>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.christiananswers.net/turkish/bible-tr/tr-rev8.html">http://www.christiananswers.net/turkish/bible-tr/tr-rev8.html</a>
</div>
</div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Gördüğünüz gibi Sur'a üfürüş olduğu gibi Kur'an'a </b><b style="text-align: -webkit-auto;">da alınmıştır. İncil'e göre 7 melek birkez borazanını üfler yani 7 kez borazan çalınır,Kur'an'a göre ise bir borazan 2 kere üflenir ve her üflenişte şu olaylar meydana gelir;</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><span style="color: red;">Zümer :68= </span>Sura üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sura bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Yani birinci üfleyişte yerde ve gökte olan her canlı ölüyor ikinci üfleyişte ise kıyamete kadar ölmüş olan herkes diriliyor.Bu ayrıca şu ayetlerde şöyle ifade edilir;</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Nihayet Sur’a üfürülecek, bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden</b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>kalkıp koşarak Rabbine giderler. İşte o zaman: Ey vah, ey vah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vaat ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.”<span style="color: red;"> (Yasin,51–52)</span></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<b>Yüce Allah buyuruyor: “O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edile geldikleri gündür.” <span style="color: red;">(Mearic,43–44)</span></b></div>
<div style="color: red; font-family: tahoma, arial, helvetica, verdana; text-align: -webkit-auto;">
<b><br /></b></div>
<div style="font-family: tahoma, arial, helvetica, verdana; text-align: -webkit-auto;">
<b>Kur'an'da kıyametle ilgili pekçok tasvir yine Tevrat ve İncil kaynaklıdır (göklerin dürülmesi,y</b><b><b style="text-align: -webkit-left;">ıldızların kararıp yeryüzüne düşmesi vb...).</b></b><br />
<b><b style="text-align: -webkit-left;">
</b></b></div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-58049200249068237002012-04-10T20:30:00.000-07:002012-04-10T20:30:58.347-07:00Kur'an ve Tevrat Arasındaki Diğer Benzerlikler<br />
<div class="bodytext" style="text-align: justify;">
<b>Muhammed zamanında hem Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri; hem de şu anda var olan Tevrat mevcuttu, bunlar yeni bir oluşum için kaynak olarak vardı.</b></div>
<div class="bodytext" style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div class="bodytext" style="text-align: justify;">
<b>Zaten, Kuran'da var olan sosyal içerikli temaların hemen hemen hepsi, Tevrat'ta da vardır. Özellikle Tevrat'ın Kuran'ın oluşturulması üzerindeki etkisinin oldukça büyük olduğu gözlenmektedir. bu konuda somut birkaç örnek vermek gerekirse, ebu Hüreyre şöyle demektedir:</b></div>
<div class="bodytext" style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div class="bodytext" style="text-align: justify;">
<b>"Ehl-i kitap (Yahudiler), Tevrat'ı İbranice olarak okur, bize de Arapça olarak açıklamasını yaparlardı. buna karşı Muhammed bize, 'siz onları ne doğrulayın, ne de yalanlayın' diyordu." (tecrid-i sarih, diyanet tercemesi, no: 1679).<br /><br />Bir diğer örneği de halife Ömer'den dinleyelim:<br /><br />"Ehl-i kitap kendi aralarında Tevrat okurken, ben de onları dinlerdim. gerçekten Kuran ile Tevrat arasında herhangi bir fark görmezdim" (vahidi, eshab-ı nüzul, bakara suresi, 98.ayet)<br /><br />Gerek bu ifadeler, gerekse Kuran ile Tevrat'ın birlikte incelenmesi halinde ortaya çıkacak olan tıpatıp ortak noktalar-benzerlikler gösteriyor ki; gerçekten Kuran'ın oluşturulması sırasında Tevrat kültürü fevkalade ekili olmuştur.<br /><br />Söz, Tevrat ile Kuran arasındaki benzerliklerden açılmışken, bu benzerlikleri, bazı somut örneklerle açıklamakta yarar var. örneğin;<br /><br />1. Boy abdesti. İslamiyet'ten önce hem Arapların inançlarında, hem de Tevrat'ta (Yahudilikte) mevcuttu. (ibn-i habib, muhabber, s.319; halebi, insanü'l uyun, 1/425 ve Tevrat, "Levililer" bölümü, 15/16-18).<br /><br />2. Namaz da İslamiyet'ten önce vardı. hatta, bugünkü gibi günde beş vakit kılınıyordu. isimleri, Şaharit (sabah namazı), Musaf (öğle namazı), Minha (ikindi namazı), Neilat şerarim (akşam üstü) ve Maarib (akşam namazı) olarak halk arasında kullanılıyordu. (Hayrullah örs, Musa ve Yahudilik, s.399-405; doç.dr. ali osman ateş, asr-ı saadette İslam; şaban kuzgun, Hz. İbrahim ve Hanifilik, s.117; Epstein, Judaism, s.162.)<br /><br />3. İslamiyet'ten önce cuma namazı var olup, "Arube" adıyla bilinirdi. bunu, Muhammed'den önce Kab Bin Lüey oluşturmuştu. ayrıca, namazın daha önce var olduğu Kuran'ın birçok ayetinde de bulunuyor. (Al-i imran suresi-39, İbrahim suresi-40, Meryem suresi-31 vb.)<br /><br />İslamiyet'te varlığı en başta Kuran ile (nisa-43) sabit olan teyemmüm (toprakla temizleme usulü), bile daha önceden gelen bir uygulamadır. (islam ansiklopedisi, wensinck, m.e.b. tercemesi, "teyemmüm" madesi, 12/1-223).<br /><br />4. Muhammed'den önceki dönemlerde Araplar tarafından kutlanan iki önemli bayram geleneği vardı. 21 mart'ta Nevroz, 22 eylül'de Mihriban bayramları kutlanıyordu. Muhammed döneminde, bu bayramlar Müslümanlara yasaklanarak, bunların yerine ramazan ve kurban bayramları getirildi. böylece, iklim değişikliklerini haber vermesi nedeniyle, tarımsal faaliyetler açısından da rasyonel bir yarar sağlayan Nevroz ve Mihriban bayramları, sadece dinsel içeriği olan bayramlar ile değiştirildi. böylece, bayramların da İslamiyet'in getirdiği yeni bir gelişim olduğundan söz edilemez.<br /><br />5. İslam'i bir gelenek olduğu sanılan "yağmur duası" da daha önceden vardı. bakara suresi'nin 60.ayetinde bu konuya değinilmiştir.<br /><br />6. İslamiyet'te kadınların kullandığı başörtüsü, Yahudilik ve Hıristiyan kültüründen gelen bir adettir. Yahudi kadınların, özellikle bir ibadeti izlerken, başlarını mutlaka örtmesi gerekiyordu. bu onlar için bir zorunluluktu. kadınların başörtüsü takması, Hıristiyanlık'ta da önemliydi. (Abdurrakman küçük-Günay Tümer, dinler tarihi, s.227; örneğin; pavlus'un 1.korintoslulara mektupları, 11/3-8).<br /><br />8. İslamiyet'ten önceki gelenekler ile, kişinin kendi annesi, kardeşi, teyzesi, halası, üvey annesi ve eşi henüz hayatta iken baldızı ile evlenmesi yasaktı. Tevrat'a göre, bunlara uymayan kişi idam ile cezalandırılırdı. bunlar da Kuran'da aynen kabul edildi. (örneğin, nisa suresi 23.ayet). (Tevrat, "Levililer" bölümü, 18/6-24 ile 20/11; İbn-i Habib, Mubber, s.325-327 ve Munammak, s.21; Yakubi tarihi, 2/15; ibn-i kuteybe, el-maarif, s.50; belazuri, ensaül eşraf, 1/87; isfehani, el-ağani, 3/152).<br /><br />9. İçkinin verdiği zarar göz önüne alınarak, konuyla ilgili yasak Muhammed'den önce de uygulanıyordu. bu yasaktan Tevrat ve İncil'de de söz edilir. ayrıca, Muhammed'den önce Osman bin Maz'un, kus bin saide, Hz. Ali, varaka, ebu zer ve zeyd bin amr yasak koymuşlardı.<br /><br />10. Oruç ibadetinin Muhammed'den asırlar önce var olan bir adet olduğunu Kuran zaten yazıyor. (bakara 183.ayet). hatta, o zaman orucun başlangıcı bile İslamiyet'teki gibi aya göre tespit ediliyordu. tıpkı, bugünkü Müslümanlar gibi, ay'ı görmek için gözetleme heyetleri bile kuruluyordu. (Hayrullah örs, Musa ve Yahudilik, s.409<br /><br />11. İslamiyet'teki "Kuran'ı hatmetme, hatim indirme" adeti de Yahudilikten alınmadır. Yahudilikte, "Simra tora" adıyla anılan bu gelenekte Tevrat her yıl bir kez hatmedilir ve bunun sonunda da bayram yapılırdı. (Abdurrahman küçük-Günay Tümer, dinler tarihi, s.231.)<br /><br />12. İslamiyet'te her ayın 13, 14 ve 15.günlerinde oruç tutulmasının sevap olduğuna inanılır. bu günlere "eyyam-ı biz" denir. bu adet de Yahudilikten alınma bir adettir. Muhammed, "kim ayın bu üç gününde oruç tutarsa, sanki senenin tüm günlerinde oruç tutmuş gibidir" demiştir. (Tevrat, "Levililer", 23/4-6; tecrid-i sarih, diyanet tercümesi, 601 numaralı hadisin şerhi, 4/152; sünen-i ebu Davut, Savm-68, no:2449; sünen-i nesai, savm-84, no:2419-2425; ibn-i mace, savm-29, no:1707<br /><br />13. İslamiyet'ten önceki dönemlerde de, bir kadın kocası tarafından üç kez boşanırsa, artık birbirlerinden ayrılmaları zorunlu olurdu. İslamiyet, bu geleneği de almıştır. (bakara suresi 229 ve 230.ayetler). ayrıca, hac'da kurban kesmek, şeytan taşlamak, senenin 12 ayından dördünün "hürmetli aylar" olarak kabul edilmesi, ölen birisinin yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması, verasette kız çocuklara erkeklerin aldığı payın yarısının verilmesi vb. gibi adetler, İslam'dan önce de geçerliydi. (örneğin ibn-i habib, muhabber, s.309-324; halebi, insanü'l uyun, "batn-ı nahle" bölümü, 3/156).<br /><br />14. İslam'a göre hırsızlık yapan birinin cezalandırılmasındaki yöntem ve hukuki düzenlemeler de Kuran'ın ortaya attığı yeni bir olay değildir. bunlar, eskiden beri var olan düzenlemelerdi. erkeklerin sünnet olmaları, yeni doğan çocuklar için "Akika" denilen kurban kesilmesi, kadınlarla ilgili "iddet" (kadının eşinin ölmesi durumunda yeniden evlenmesi için belirli bir süre beklenmesi zorunluluğu) ve erkekle kadın arasındaki özel ilişkilerin belli bir düzlemdeki yasalarını ifade eden "zihar", "ila" gibi adetler daha önce de vardı. (Tevrat, "tekvin" bölümü, 17/11-14; Kuran, maide suresi 38.ayet; ibn-i habib, muhabber, 329; ibn-i esir, üsd-ül gabe, no.7527-7530; alusi, büluğü'l ereb, 2/50; taberi tefsiri, 23/76).<br /><br />15. Çalışanın alın terinin kurumadan ücretinin ödenmesi prensibi, Muhammed'in hadislerinde vazedilen bir düzenleme olarak sanılırsa da, bu düzenleme Tevrat'tan alınmadır. (Tevrat, "Tesniye" bölümü, 24/14-15).<br /><br />16. Kuran'da var olan bütün İsrailoğulları peygamberlerinin tüm efsaneleri, Tevrat'ta kapsamlı biçimde anlatılmaktadır. (örneğin, Hz. İbrahim, Hz.Musa, Hz.Eyüp, Hz.Davut, Hz.Süleyman gibi).<br /><br />17. Kesilmeyen bir hayvanın (leş) etini yemek, İslamiyet'ten önce de haram idi. (Tevrat, "Levililer", 22/8).<br /><br />18. Mekke'nin harem bölgesi (hürmetli şehir) sayılması, Hz.İbrahim'den beri gelen bir gelenekti.<br /><br />19. İslamiyet'teki köleyi azat etmek geleneği, İslamiyet öncesinde de vardı. (tecrid-i sarih, diyanet tercümesi, no:705-709).<br /><br />20. Zekat verilmesi de İslamiyet öncesinde var olan bir adetti. bu durum, Kuran'ın kendisinde bile yazıyor. (Hz. İsa ile ilgili Meryem suresi 31.ayet, ismail peygamber ile ilgili Meryem suresi 55.ayet, Hz.İbrahim ile ilgili enbiya suresi 73.ayet).<br /><br />21. Kabe'yi örtme geleneği İslamiyet'ten önce de vardı (moğultay, el-işare, s.49; moğultay, bu kaynağında şu eserlerden alıntı yapmıştır: askeri, el-evail, 16; süheyli, revdü'l unuf, 1/146; ibn-i kuteybe, el-maarif, 551; ibn'il cevzi, telkih, 446; suyuti, el-vesail, s.84; ibn hazm, cemheretü'l ensab, s.189).<br /><br />22. Yanlışlıkla öldürülen bir insanın kan bedelinin 100 deve olması, İslamiyet'ten önce de var olan bir gelenekti.<br /><br />23. Farklı inançlarda olan insanların evlenmesine getirilen kısıtlamalar, İslamiyet'e Yahudilikten alınmıştır. (Tevrat, "Tekvin", 34/1-26; "Tesniye", 7/3; Kuran bakara suresi 221.ayet).<br /><br />24. erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi de İslamiyet'e, Yahudilikten alınmış bir adettir. (Tevrat, "Tekvin", 16/1...,29/17, 32/22; "2. Samuel", 25/40; "1.krallar", 11/1; Kuran, nisa-54, ra'd-38, ahzab-38, sad-23, 24, vb.)<br /><br />25. İslamiyet'te herhangi bir davanın ispatı için gereken iki erkeğin şahitliği adeti de İslamiyet öncesinden gelmektedir. (Tevrat, "Tesniye", 17/16, 19/15; Kuran, bakara-282; Yuhanna incili, 8/17; Matta incili, 18/16).<br /><br />26. Kuran'daki cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, yaraya yara.. şeklinde ifade edilen ceza biçimleri de Tevrat'tan alınmıştır. (Tevrat, "çıkış", 2/23-25, "Levililer", 24/17-20, "Tesniye", 19/21; Kuran, Maide-45).<br /><br />27. İslamiyet'te yemin, ancak Allah'ın adı ve sıfatları ile geçerlik kazanır. bu gelenek de Tevrat'tan alıntıdır. (Tevrat, "Tesniye", 20/20).<br /><br />28. Kuran'a göre, Allah'a şirk koşmanın cezası çok ağırdır. (nisa suresi 48 ve 116.ayetler). bu inanç, Tevrat'ta da bulunmaktadır. (Tevrat, "çıkış", 22/20, "Tesniye", 17/2-7).<br /><br />29. Yol kesenlere ve dine göre terör sayılan hareketlere katılanlara ve yer yüzünde fesat çıkaranlara İslamiyet'ten önce de ağır cezalar verilirdi. Kuran'a da bu adetlerden alıntı yapılmıştır. (Kuran, Maide suresi, 33,ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 327).<br /><br />30. Dicle ie Fırat'ın çok önemli iki nehir oldukları da Kuran'a Tevrat'tan yapılmış bir alıntıdır. (Dicle ve Fırat hikayesi için kaynakça: Tevrat, "Tekvin" bölümü, 2/13-14; tecrid-i sarih, diyanet tercümesi, no:1551; Buhari-Müslim, el-lü'lüü ve'l mercan, no: 103; buhari, bed'ü'l halk, 6; Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, iman, no:164, cennet, no:2839 ve diğer hadis kaynakları).<br /><br />31. Nuh tufanı efsanesi de Kuran'ın birçok ayetine Tevrat'tan alınmıştır.</b></div>
<div class="bodytext" style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div class="bodytext" style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">Kaynak:</span><a href="http://www.islamacevap.net/turkce/mukaddes/tevratvei.html">http://www.islamacevap.net/turkce/mukaddes/tevratvei.html</a></b></div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-8894304719992954382012-04-09T16:35:00.001-07:002015-09-18T12:52:25.335-07:00Kur'an'ın Kaynağı:İslam Öncesi Şiirler<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
Bu yazı tekrar düzenlenmiştir, bu hususta birkaç şey söylemem gerek. Yazının ilk versiyonunda İmru'l Kays'ın; "kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı" dizesiyle başlayan bir şiiri vardı, aldığım kaynakta Kamer Suresi 1. ayetin kaynağı olduğu söyleniyordu. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Lakin o şiirin pek çok yere alıntılandığını ve bunlara gelen yorumlarda İmru'l Kays'ın böyle bir şiirinin olmadığının söylendiğini gördüm. Tabi ben de araştırmaya koyuldum ve bir kaynak bulamadım. Kaynak var ama bu kaynağın Muhammed'den önce mi yoksa sonra mı yazıldığı belirsiz. Dolayısıyla bu şüpheli kaynağa dayandığı için şiiri makaleden çıkarıyorum.<br />
<br />
Gerçi büyük İslam alimleri dahi; "ay yarıldı" ifadesinin, "her şey açığa çıktı" anlamında İslam Öncesi Araplarca da kullanılan bir deyim olduğunu söylüyorlar, bu durumda Kur'an'a köken olmaz, doğal olarak, dilde var olan bir deyim kullanılmış olur. Yani bu deyimi İslam'dan Önce pek çok Arap'ın kullanmış olması muhtemel ama şiire vurduğumuz zaman kaynağın sağlam olması gerekiyor. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Eğer sağlam bir kaynaktan doğrulayabilirsem, tekrar ekleyeceğim. Bu konuda bilgisi olanların, yorum olarak benimle paylaşmaları önemle rica olunur. Şimdi konumuza geçebiliriz. </div>
<b><br />
</b> <b>Ümeyye Bin Ebi's-Salt'dan Alınanlar</b></div>
<br />
Ümeyye İslam'da çok önemlidir, hatta Muhammed; "şiirleri iman etmiş ama kendi etmemiş" demiştir onun için, hatta şu ayetler onun hakkında inmiştir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat. Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler. <b>(Araf 175-176)</b></blockquote>
Ayetlere göre demek ki Muhammed'den önce Ümeyye peygamber seçilmiş ki ona ayetler verilmiş, sonra da geri alınmış. Bu çelişkiler bir tarafa biz Ümeyye'yi aktarmaya devam edelim, Muhammed'in ünlü şakku's sadr(göğsünün yarılması) olayı da ondan alıntıdır, olay şöyle:<br />
<blockquote class="tr_bq">
İshak b. Bişr, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: Ümeyye b. Ebi's-Salt'm kızkardeşi Faria, Mekke fethinden sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldi. Akıllı, basiretli ve güzel bir kadındı. Rasûlullah (s.a.v.), onu beğenirdi. Bir gün ona şöyle sordu: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
- Ey Faria! Kardeşin Ümeyye'nin şiirlerinden ezberinde olan var mıdır?<br />
- Evet... Bundan daha önemlisi, gördüğüm şöyle bir olay var. Onu sana anlatayım: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Kardeşim Ümeyye bir sefere gitmişti. Dönünce ilk olarak bana uğradı. Kanepemin üzerine uzandı. Ben de elimdeki bir deriyi traş etmekle meşguldüm. Bir ara iki beyaz kuş veya beyaz kuş gibi iki yaratık evimin küçücük aydınlatma penceresine doğru geldi. Biri, pencerenin içine düşer gibi oldu. Diğeri de onu takib edip pencereye girdi, ilki, gelip Ümeyye'nin üzerine kondu. Göğsü ile kasığı arasını yardı. Pençesini göğsünün içine daldırıp kalbini çıkardı, koklamaya başladı. Diğer kuş, ona seslendi: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
- Anladı mı? -Evet...<br />
- Islah oldu mu?<br />
- Hayır... </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Böyle dedikten sonra kalbi tekrar yerine koydu. Yardığı yer, bir anda kapanıverdi. Sonra da o kuşlar, uçup gittiler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu hadiseyi gördükten sonra Ümeyye'ye yaklaştım. Uyandırmak için onu elimle sarstım. Uyanınca kendisine, "Bir şey hissediyor musun?" diye sordum. O da: "Hayır.. Sadece vücudumda bir halsizlik hissediyorum." dedi. Ben, gördüğüm manzara karşısında irkilmiştim. Bana: "Neyin var? Seni irkümiş görüyorum." dedi. Ben de olup bitenleri ona anlattım. Bana şu cevabı verdi: "Bana, bir hayır ve iyilik ulaştırılmak istendi ama sonra o, başka tarafa gönderildi." Böyle dedikten sonra şu şiiri okumaya başladı: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Gözlerimi yumdum ama boşaldı yaşlar.<br />
Sahib olduğum yakinî bilgi gibi,<br />
Konuşkan bir okuyucusu olan beratım yok.<br />
Çepeçevre kor ateşle sarılıp yanan biri miyim?<br />
Yoksa kadife koltuklu ve iyi kimselere,<br />
Vaad edilen Cennet'e mi gireceğim ben?<br />
Cennetle Cehennem, iyi ve kötü amel bir olmaz.<br />
Bunlara giden yollar da aynı değildir.<br />
Bunlar iki gruptur, bir grup Cennet'e gider.<br />
Oradaki yeşillik ve bahçelerle sarmaş dolaş olur.<br />
Diğer grup, Cehennem'e gider, orası ne kötü yerdir!<br />
Bu kalpler sözleşdi, bîr hayra yönelince,<br />
Engeller çıktı karşısına, dünya onları,<br />
Cennet istemekten menedip bahtsız kıldı.<br />
Allah kahretsin, o dünya hırsım,<br />
Kul, nefsini çağırıp kınadı, zira o,<br />
Allah tarafından gözetlendiğini biliyordu.<br />
Nefs, ne diye bu hayata rağbet ediyor?<br />
Ne kadar yaşasa da ölüm, onu yakahyacaktır.<br />
Genç yaşta ölmese bile, ihtiyarlıkta mutlaka Ölecektir.<br />
Ecel şarabının kasesini insan, elbet yudumlayacaktır!" </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu şiiri okuduktan sonra Ümeyye, ailesinin yanına döndü. Çok geçmeden baktım ki insanlar, baygın haldeki Ümeyye nin yanma gidiyorlar. Bana haber ulaşınca gittim, baktım ki o, yere yatırılmış, üzeri de örtülü. Yanına vardığımda bir çığlık atıp gözlerim açtı,evinin tavanına baktı, sesini yükselterek şöyle dedi: "Emrinize amadeyim. Buyurun. İşte huzurunuzdayım. Ne malım var ki beni kurtarsın. Ne aşiretim var ki beni korusun." Sonra tekrar bayıldı. Yine bir çığlık atınca, ben; "Adam öldü artık." dedim. Gözlerini açıp evinin tavanına dikti; sesini yükselterek şöyle dedi: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Emrinize amadeyim. Buyurun, işte huzurunuzdayım. Elimde bir beratım yok ki kendimi savunayım. Aşiretim yok ki onlara dayanıp güçleneyim." </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sonra tekrar bayıldı. Bir çığlık atıp gözlerini açtı, evinin tavanına bakıp şöyle dedi: "Emrinize amadeyim. Buyurun, işte huzurunuzdayım. Nimetlerle beslendim ama hep günah işledim. Allahım! Eğer bağışlaya-caksan bütün günahlarımı bağışla. Hangi kul ki sana tapar, elemi yoktur onun." </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Böyle dedikten sonra tekrar bayıldı. Yine bir çığlık atarak şöyle dedi: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Hayat ne kadar uzasa da mutlaka, . Bir zaman gelir ki yok olup gider. Keşke hakikatler bana göründüğü an, Bir dağ başında davar otlatsaydım ben." </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu şiiri de okuduktan sonra kardeşim Ümeyye vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Ey Faria! Senin kardeşinin durumu, Allah'ın kendisine ayetlerini verdiği, sonra da kendisinden geri aldığı kimsenin durumu gibidir."</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Gamlarım, geceleyin yola koyuldular,<sup>(1)</sup></blockquote>
Bunun bir de rüyalı versiyonu vardır, ama sonuç aynı, göğsü yarılıp kalbi temizleniyor, Muhammed'in olayının aynısı, bunun asıl kökeni ise Zerdüştlük dinidir<sup>(2)</sup>. Hadislerde ayrıntılı geçmekle beraber, Kur'an'da şöyle geçmektedir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)? Ve senin yükünü kaldırıp attık. Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü. <b>(İnşirah 1-2)</b></blockquote>
Bu ayet hakkındaki temel görüş, "şakku's sadr" olayını anlattığıdır. Muhammed bilen her kişiden Ümeyye Bin Ebi Salt'ın şiirlerini sormuştur, Müslim'de şöyle bir hadis var:<br />
<div>
<blockquote class="tr_bq">
2282 - Amr İbnu'ş-Şerrîd, babasından (Şerrîd'den naklen radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün ben Resülullah'ın bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara bana: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Hafızanda Ümeyye İbnu Ebi's-Salt'ın şiirinden birşeyler var mı?" diye sordu. Ben: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Evet!" deyince: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Söyle!" dedi. Ben kendisine bir beyt okudum. O yine: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Devam et!" dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine, </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Söyle!" emretti. Böylece kendisine yüz beyit okudum." </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: center;">
<b>Müslim, Şiir 1, (2255)</b>.</blockquote>
Bu da sahihliği tartışılmaz hadislerden, peki soralım sizce neden bu kadar ilgilenmiştir Ümeyye ile? Hem kız kardeşine soruyor, hem başkalarına? Bu işte bir tuhaflık yok mu? Yok tabi, Muhammed Kur'an'a (ç)alıntılar yapmayı çok severdi. Durum böyle olunca da Ümeyye'nin izlerini sıkça görüyoruz Kur'an'da. Sözde kalbi kabul etmemiş, ıslah olmamış, inadından Müslüman olmamış ama bunların sonradan Müslümanlarca uydurulmuş hikayeler oldukları belli, sonuçta Kur'an adamın söylediği şiirlerden ibaret, neden iman etsin ki?<br />
<br />
Başka örneklere geçelim, yukarıda Ümeyye'nin kız kardeşinden aktarılan şiirde gördüğümüz, "cennet-cehennem" tasvirleri, "nefs-ecel-dünya hırsı" ile ilgili söylenenler aynen Kur'an'da da çok kez vurgulanır bildiğiniz gibi. Şimdi Turan Dursun'un "Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III" isimli şaheserinden Ümeyye'nin görüşlerini toplu halde görelim, Ümeyye İbn Ebi's-Salt'a göre:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Yalnızca bir Tanrı vardır. Bu Tanrı, var olan her şeyi yönetir. O, bir nur perdesi içinde, Arş’ındadır. İnsan gözü, bu nur perdesini aşamadığı için Tanrı'yı göremez. Bu perde, mukaddes gök melekleriyle kuşatılmıştır. Bunlar, 'saf saf dizilmiş'tir. Kimi Arş'ı taşıyor, kimi sessizce Tanrı'nın vahyini dinliyor. Bunlar arasında Cibril (Cebrail), Mikail ve diğer bazıları, en yüksek yeri almışlardır. Dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Her yaşayan, er geç ölür, çürür. Tek kalıcı, kutsallık ve 'celal sahibi' olan Tanrı'dır. Hiçbir zaman yok olmayan O'dur yalnızca."</blockquote>
<b>NOT:</b> Bazılarına kendi yorumumu da kattım, bu cümlelerimden anlaşılır zaten.<br />
<br />
Ümeyye'nin bu düşüncelerinin de aynını Kur'an'da bulabiliyoruz;<br />
<ul>
<li>1 Tanrı olması</li>
<li>Perdenin ardında olması(aşağıda da ayet verilmiştir)</li>
<li>Arşın melekler tarafından taşınması,</li>
<li>Cibril ve Mikail'in yüksek rütbeli meleklerden sayılması,</li>
<li>Her nefsin ölümü tadacak olması, sadece Tanrı'nın sonsuz yaşamının olduğu inancı.</li>
</ul>
Aşağıda bazılarının ayetlerini verdim, bunları zaten bilirsiniz tek tek ayet vermeye gerek var mı?Örneğin bir ayet vereyim,meleklerin arşı taşımasıyla ilgili,ola ki birileri bu ne kadar saçma,Kur'an'da yok deyip beni yalancı ilan eder;<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Hakka:17=</b>Melekler onun çevresindedirler; o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Mümin:7=</b>Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler; O’na inanırlar. Müminler için: "Rabbimiz! İlmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru" diye bağışlanma dilerler.</blockquote>
Ümeyye'nin bununla ilgili şiiri ise şöyle:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Allah'ı yüceltip tazim edin, O, tazime layıktır. Semadadır Rabbimiz, yüee Arş üzerindedir. İnsanlar alttadır, gökte taht kurmuştur. Arş'ımn boyu uzundur, gözlerin açısı dışındadır. Onun altında melekleri uzun boylu görülür."</blockquote>
Ümeyye'nin bir şiirinde şöyle denir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Tanrı'dır O. Varlıkların yaratıcısıdır. Tüm yaratıklar, birer cariye ve köle niteliğinde O'nun buyruğuna, isteyerek boyun eğmede."</blockquote>
Şu şiirlerin de Ümeyye'nin olduğu söylenir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Bütün insanlar, Tanrı'nın halkıdır. Yeryüzünde (evrende) tek hükümran, O'dur."<br />
<br />
"Ve O Tanrı ki, yaratıklardan hiç kimse, mülkünde O'nunla çekişemez, bir hak ileri süremez. Yaratıklar O'nu birlemese de O Birdir."</blockquote>
Bir de şu var ki çok önemlidir;<br />
<blockquote class="tr_bq">
Celaleddin Süyûtî'nin (ö. Hicri 911/ Miladi 1505) El İtkân Fi Ulumi'l-Kur'an adlı ünlü (kaynak) kitabında, "cennet" ve "cehennem" de, Kur'an'daki gibi ve Kur’an'dan önce Ümeyye'nin şiirlerinde anlatıldığı açıklanır. Ümeyye'nin bir şiirinde "cinan" (cennetler) şöyle anlatılır: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Asıl bahçeler cennetlerdedir. Gölgelikler oluşturmakta. Ve o gölgeliklerde, göğüsleri yeni tomurcuklanmış kızlar var. O cennetlerdeki sedir ağaçları dikensizdir'"</blockquote>
Kur'an'daki yerini bulalım şimdi de;<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Nebe:33=</b>Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar...</blockquote>
Görüyorsunuz ya bu ayet aynen Ümeyye'den alınmış.İkisinde de ''göğüsleri yeni tomurcuklanmış'' kızlardan bahsediliyor. Turan Dursun Ümeyye'nin bu şiiri hakkında bir de şunları yazar ki, asıl önemli dediğim yer burası;</div>
<div>
<blockquote class="tr_bq">
"Cennet"lerdeki "sedir ağacı" için Arapçada pek rastlanmayan ve "garip" sözcükler arasında gösterilen "mahzût" (dikensiz) sözcüğü Kuran'da da kullanılmakta. Vâkıa Suresinin 28. ayetinde, "Ve dikensiz sedir ağaçlarında..." denmekte. Aynı surenin 30. ayetinde de bu ağaçların, "uzayıp giden gölgelikler" oluşturduğu anlatılmakta. Dikensiz anlamındaki "mahzût" sözcüğünün "garip" (yadırganan) sözcüklerden olmasından ötürü, İslam öncesi Araplarda kullanılıp kullanılmadığı sorulmuş, az da olsa, kullanıldığına Ümeyye'nin yukarıdaki şiiri, "tanık" gösterilmiş.Aynı şiirde, "cennet" ve "bahçeleri"yle ilgili anlatılanlar, "göğüsleri tomurcuklanmış kızlar"ıyla birlikte Kur'an'ın Nebe' Suresi'nde de anlatıldığı görülmekte:</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Tanrı'ya karşı gelmekten sakınanlara, kurtuluş var. Bahçeler, bağlar var. Göğüsleri yeni tomurcuklanmış yaşıt kızlar var. Ve içki dolu kadehler var (cennette)." (Ayet 31-34.)</blockquote>
İlgili ayeti Turan Dursun da vermiş bunun yanında bir de ''garip'' sözcüklerden bahsetmiş. Kur'an'da 700 kadar garip kelime denen anlamı bilinmeyen kelime vardır, bunların anlamları daha sonra alimler tarafından araştırılıp bulunmuştur. Ve gariptir ki Ömer bile bilmiyordu bunların(bunlardan bazılarının) anlamlarını.Şimdi sonrasında vereceğim kaynaktan şunu alıntılıyorum;<br />
<blockquote class="tr_bq">
Kur'an-ı Kerim'de garip kelimeler unvanı verilen bir takım kelimeler vardır ki, bunların mânaları herkes tarafından kavranılmamaktadır. Bunlar 700 kadar sayılmıştır. Bunların hemen hepsi Hazreti Abdullah İbni Abbas'tan rivayet olunmuştur. O canlı bir lügattir: "Şiir Arap divanıdır, Kur'an'da bir kelimenin mânası kapalı kalırsa şiire müracaat eder, divanlardan onun mânasını anlamaya çalışırız.'' derdi.<br />
<br />
Hazreti Ömer'den "Tehavvüf" kelimesinin mânası sorulduğu zaman: "Şiir divanlarınıza bakın, onlar sizi aldatmaz. Cahilîyet şiirinde kitabınızın tefsirini, kelâmınızın mânasını bulabilirsiniz" demiştir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<div style="text-align: center;">
<a href="http://kitap.mollacami.com/kurani-kerim-bilgileri/kurandaki-garip-kelimeler.html">http://kitap.mollacami.com/kurani-kerim-bilgileri/kurandaki-garip-kelimeler.html</a></div>
</blockquote>
Kaynaktan devamını okuyabilirsiniz.İslam alimleri Kur'an'ı İslam öncesi şiirlerden tefsir etmişlerdir, Kur'an'daki anlamını bilmedikleri kelimeleri şairlerden öğrenmişlerdir, Müslümanlara şiirlere bakmalarını emretmişlerdir, Ömer bile düşünün Ömer bile! Bu nedenle şiirler Kur'an'ın kaynakları oldukları gibi aynı zamanda Kur'an'ın tefsirleri de olmuşlardır. Apaçık olan Kur'an'ın; "cahiliye" diye küçümsediği şairler olmadan anlaşılamaması ilginç.<br />
<br />
Şimdi yine Turan Dursun'dan başka bir şiire geçelim;<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Zu'l-Karneyn, benim 'muslim' dedemdir. Yeryüzünde bir hükümdar olarak yücelmişti. Ama bunak olmamıştı. Doğuya ve batıya ulaştı. Yol gösteren iyilikseverden sağlayacağı mülk-egemenlik yollarını aradı. Varıp, güneşin dönüş yerindeki battığı yeri gördü. Kara balçıklı bir suda batıyordu güneş."(Arapcasmdan, olduğu gibi çevirdim- T.D.) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu şiirde kullanılan sözcüklerin çoğu, aynen Kur'an'ın konuyla ilgili ayetlerinde de geçmekte. Yani devlet kurmuş olan (Yemen'de) "Himyeriler"in de "iki boynuzlusu vardı. Bu şiirlere de yansımıştır. "Zu'l-Karneyn" iki sözcükten oluşturulmuş: "Zu" (yerine göre za ve zi de olabiliyor) ve "Karneyn" sözcüklerinden. Yemen'deki söz konusu toplumun hükümdarlarının adları da "Zu"luydu genellikle.Buna bakarak, "Zu'l-Karneyn"in bu toplumun hükümdarlarından biri olduğuna hükmeden ciddi yazarlar bile var.Bana göreyse başka kaynaklardan yansımalarla ve bu arada Büyük İskender'in de etkisiyle oluşmuş bir masalın kahramanıdır buradaki Zu'l-Karneyn de. Olabilir ki, Muhammed, "Zu'l-Karneyn"i, "Himyeriler"de, bunların şiirlerinde görmüştür. Kur'an'a da buralardan alıp geçirmiştir. Niye olmasın? "İman"ın da, "hikmet"in de, "şeriat"ın da "Yemenli" olduğunu söylememiş miydi?</blockquote>
Şiire bakın sonra da şu ayete;<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kehf:86=</b>Güneşin battığı yere varınca, onu kara balçıklı bir suda batar buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.</blockquote>
Gördüğünüz gibi aynı,''kara balçıklı bir suda'' batıyormuş güneş, Muhammed bu masalı da olduğu gibi İslam öncesi şiirlerden almış.''Müslim'' kelimesine bakıp da aldanmayın,bu İslam sonrası bir şiir değildir, Turan Dursun bu konuya genişçe yer verir, yukarıda ismini verdiğim kitabında, Muhammed ''Müslim'', ''hanif'' gibi kelimeleri bile İslam öncesi kaynaklardan aşırmıştır.<br />
<br />
Şiire göre de Zülkarneyn doğuya ve batıya ulaşmış Kur'an'a göre de, yukarıda verdiğim ayette Güneş'in battığı yere gittiği yazıyor, bakınız şu ayette de Güneş'in doğduğu yere gittiği yazıyor, nasıl gitmişse!<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kehf:90=</b>Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.</blockquote>
Görüyorsunuz ya noktasına,virgülüne kadar aynılar!<br />
<br />
Bu sefer Turan Dursun'un "Allah" isimli eserinden alıntılara devam edelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Daha önce de değindiğim gibi, Kur'an'da da sık sık eskilerin masalları anlatılıp bunlar birer ibret konusu yapılmaktadır. Demek ki bu tip kullanımlar Araplarda yaygındı.<br />
"Yedi Askı" ("el muailekatu's.-Seb'a") şairlerinden kimine göre İslam dönemine kavuştuğu halde (ileri sürülen ölm. tarihi: 627) müslüman olmayan, kimine göre Müslümanlık'tan kısa bir süre önce ölen (Bkz. Dr.Şevki Dayf, El Asru'l-Cahili, s. 302.) Zübeyr İbn Ebi Sülma'nın bir şiiri:<br />
<br />
İçinizde olanı sakın ha, "Allah'tan" gizlemeye çabalamayın. Gizli kalsın diye çaba göstermeyin. Ne denli gizlenirse gizlensin; "Allah onu bilir" Cezası ertelenir; bir "kitap"a konur; "hesap günü"ne (Kıyamete) biriktirilir, ya da ivedilik gösterilip öç alınır.<br />
<br />
(Bkz. Zevzeni, Şerhu Mual-lekati's-Seb', Beyrut, s. 81; Dr. Şevki<br />
<br />
Dayf, El Asru'l-Cahili, Mısır, s. 303; Dr Toshihiko Izutsu, a.g.k., s. 84.)</blockquote>
<div>
Aslında bunun hakkında ayet vermeye gerek yok, herkes bilir bunları ama yine de veriyorum:</div>
<blockquote class="tr_bq">
“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” <b>(İbrahim Suresi, 38)</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Halbuki üzerinizde gözetleyici melekler var, şerefli yazıcı (melekler). Her ne yaparsanız bilirler." <b>(İnfitar Suresi, 10-12) </b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. <b>(Kehf Suresi, 49)</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Şu hâlde, kim mü’min olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız. <b>(Enbiya Suresi, 94)</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir. <b>(Fatır Suresi, 45)</b></blockquote>
</div>
<div>
Şimdi başka kaynaklardan örneklere geçelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Evrenin,yeryüzünün ve dağların Rabbi,Gökleri yarattı.<br />
<u>Görebileceğimiz direkler üstünde olmadan 7 tane yarattı.</u><br />
<u>Yeryüzünü yarattı ve oraya sizler sarsılmayın diye sabit dağlar yerleştirdi.</u><br />
Onları mükemmelleştirdi ve parlayan güneş ve ayın ışıklarıyla süsledi.<br />
Karanlıkta üstlerine parlayan yıldızlar koydu ki,<br />
Onların ışıkları oklardan da yücedir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Onları mükemmelleştirdi ve parlayan güneş ve ayın ışıklarıyla süsledi.<br />
Karanlıkta üstlerine parlayan yıldızlar koydu ki,<br />
Onların ışıkları oklardan da yücedir.</blockquote>
Bu Ümeyye'nin bir şiiri, şimdi bu şiirin Kur'an'daki yerlerine bakalım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir:</b> Görebileceğimiz direkler üstünde olmadan 7 tane yarattı.<br />
<b>Şiir:</b> Yeryüzünü yarattı ve oraya sizler sarsılmayın diye sabit dağlar yerleştirdi. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Sure: </b>Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. <b>(Lokman Suresi, 10)</b></blockquote>
Gördüğünüz gibi Kur'an'daki yerlerini de bulduk. Şimdi şahsın bir diğer şiirine bakıp Kur'an'daki yerlerini bulalım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Yücelik,zafer ve egemenlik üstüne olsun Rabbim,<br />
Çünkü seni yücelikte hiç kimse geçemez.<br />
Sen kendinden başka hiçbir kral bulunmayan bir kralsın<br />
<u>Sana yüzler eğilir ve etrafında bir ışık perdesi arkasından tapınılır</u><u>Ve seni ışıklar çevreler ve ışık nehirleri etrafındadır.</u><u>Seni gözler idrak edemez.</u> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Tahtının ayaklarındaki ve çevrendeki melekler seni hamd etmekten yorgun düşerler<br />
<u>Çünkü O yaratan ve yoktan var edendir.</u></blockquote>
Ayetler:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şura=51:</b>Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, <u>yahut perde arkasından konuşur</u>. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Haşr=23:</b> O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır. </blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://www.fatherzakaria.net/books/qaf/pdf/55-Episode.pdf">http://www.fatherzakaria.net/books/qaf/pdf/55-Episode.pdf</a></div>
<br />
Burada Zeyd b. Amr'ın bir şiiri ile birlikte paylaşıyorum Ümeyye'nin şiirini:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Ve o orayı yayıp döşedikten sonra mahlukatı yaydı,<br />
Orada onlar kıyamet gününe kadar oranın sakinleri olarak kalacaklardır."<sup>(3)</sup> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>-----------------------------------------------------------------------------------------------------------</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Yüzümü teslim ettim, ağır kayalar taşıyan arzın teslim olduğu o kimseye; Orayı mükemmel düzenledi ve orası mükemmelleşince kudretiyle sağlamlaştırdı onu ve üzerlerine dağları bıraktı."<sup>(3)</sup></blockquote>
</div>
<div>
Ayetler:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Lokman=10: </b>Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi <u>ve orada her türlü canlıyı yaydı.</u> Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Naziat:30:</b> Ve ardından <u>yeryüzünü düzenleyip yaymıştır</u>.</blockquote>
Bu ayette de şiirlerdeki"deha-ha" kelimesi kullanılmış, "yayıp döşemek" anlamında. Mucizeciler bu ayetten dünyanın yuvarlaklığını hatta geoitliğini çıkarıyorlar da o yüzden belirtmek istedim, ilgili yazıma şuradan ulaşabilirsiniz:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com/2011/07/ayet-iddia-kaynak-bundan-sonra.html">http://dinsizdeist.blogspot.com/2011/07/ayet-iddia-kaynak-bundan-sonra.html</a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Zaten şiirin ikinci dizesi de Kur'an'la aynı, bütün canlılar kıyamete kadar dünyada kalacaklardır. Başka bir şiir:</div>
<blockquote class="tr_bq">
İmam Ahmed b. Hanbel İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ümeyye'nin şu şiirini doğrulamıştı:<br />
<br />
"Sağ ayağının altında erkek ve sığırlar, Sol ayağının altında kartallar var. Aslan da kapana tutulmuş haldedir. Her gece sonu güneş kızıl görünür. Rengi, gül gibi olur. Kırbaçlanmadan, işkence görmeden, Rahatça üzerimize doğmak istemez."<sup>(4)</sup></blockquote>
Hadislerde geçer bu olay:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Ebu Bekr el-Hüzelî,İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:<br />
<br />
"Allah'ı bırakıpta bana tapan bir milletin üzerine doğmam." diyen güneşi, 70.000 melek uyarıp kendisine "Doğ hadi doğ" demedikçe doğmaz. Doğmaya yüz tutunca da, onu doğdurmamak için bir şeytan gelir, ama güneş, iki boynuzu arasından doğarak onu yakar. Gurup vakti batmaya yüz tutunca da Allah'a yönelip secde ederken bir şeytan gelip, secdesine engel olmak ister. Güneş, onun iki boynuzu arasında batar ve onu yakar.<sup>(4)</sup></blockquote>
<div style="text-align: left;">
Ümeyye'den bu kadar şiir yeterlidir herhalde.</div>
<div style="text-align: center;">
<b><br />
</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b>Kuss Bin Saide El İyadi</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br />
</b></div>
İslam aleminde meşhur bir şairdir, Ukaz panayırındaki hutbesi Müslümanlarca çok övülür, şimdi bu hutbeyi aktaracağım. Gariptir ki bu hutbeyi peygamber olmadan önce Muhammed de dinlemiş ve insanlara aranızda bilen var mı diye sormuştur, önce Turan Dursun'un "Allah" isimli eserinden aktaralım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
İslam öncesinin "hutbe"lerinde, yani "söz ustalığı"na örnek gösterilen seslenişlerde de "Allah" adına yer verildiğini görmekteyiz: Ünlü söz ustalarından Kus İbn Saide'nin (ölm. yak. 600.) ünlü "hutbe"si: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Ey halk! Dinleyin, belleyin: Yaşayan ölür. Başa gelen gelir. Gece, karanlık; gündüz, durağan; <u>gök, burçları olan</u>; yıldızlar parlar; denizler kabarır; <u>dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş</u>; ırmaklar akağında akmakta. Gökte haber, yerde 'ibret' var. insanlar gidiyorlar (ölüyorlar) ve dönmüyorlar. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Öyle istedikleri için mi kalıyorlar, yoksa uyusunlar diye mi bırakılıyorlar? Ey güçlü topluluk! <u>Nerede Semûd (toplumu), nerede Ad(toplumu)? Nerede babalar, atalar? </u>Şükürle karşılanmayan iyilik nerede, ne oldu? Yadırganmayan zulüm nerede, ne oldu? Kus gerçek ve içinde günah bulunmayan bir antla ant içer ki, üzerinde bulunduğunuz dininizden daha sevgili bir din vardır 'Allah katında.'</blockquote>
Bu hutbenin tam metnini de aktaralım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Kâinatın Efendisine peygamberlik vazifesinin verilmesinden birkaç yıl önceydi. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Arapların Câhiliyye devrinde iki meşhur panayırından biri olan Hicaz’daki “Sûk-i Ukâz“ renk renk yüzlerce insanla dolup taşmıştı. İçlerinde pek çok Arap beliğleri de vardı. Bu sırada, kızıl tüylü bir deve üstünde yüz yaşını aşmış bir pir-i fani peydahlandı. Gözleri çukura kaçmış, yaşlılıktan iki büklüm olmuş, fakat ruhu aydınlık bu süvari, İyad kabilesinin büyüğü Kuss b. Saide idi. Cenab-ı Hakk’ın varlık ve birliğine, haşir ve neşre inanan Kuss, Arapların şâiri, hatibi ve hakîmi idi. Fesahatiyle dillere destan olmuş bu zât, dikkat kesilmiş ve derin bir sükûta dalmış yüzlerce insana beligane şöyle hitabediyordu: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz! İbret alınız! Yaşayan ölür, ölen fena bulur! Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının yerini alır. Derken, hepsi ölüp gider! Hadiselerin ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini kovalar. Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. <u>Yeryüzü bir büyük dîvan, gökyüzü yüksek bir tavan.</u> Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa, orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar? <u>Yemin ederim, yemin ederim ki Allah’ın indinde bir din vardır ki şimdi içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir! </u>Ve Allah’ın gelecek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakındır. Gölgesi başınızın üstüne geldi! <u>Ne mutlu o kimseye ki ona iman eder; o da kendisine hidayet eyleye!</u> Yazıklar olsun, ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta! Yazıklar olsun, ömürleri gafletle geçen ümmetlere! </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<u>“Ey insanlar! Hani ya babalar, dedeler, atalar? Nerede soy sop? Hani o süslü saraylar ve mermer binalar yükselten Âd ve Semûd kavimleri? Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?’ diyen Firavun’la Nemrud? Onlar, zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstün idiler. Ne oldular?</u> <u>Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın, onlar gibi gaflete düşmeyin, onların yolundan gitmeyin! Her şey fanidir; bâkî olan, ancak Allah’tır. Ki O, birdir, şeriki ve nâziri yoktur! İbâdet edilecek, ancak O’dur. Doğmamış ve doğurmamıştır! Evvel gelip geçenlerde, bize ibret alacak şey çoktur! Ölüm bir ırmaktır. Girecek yerleri çok, ama çıkacak yeri yoktur! Büyük küçük hep göçüp gidiyor! Giden geri gelmiyor! Kat’î bildim ki herkese olan, size ve bana da olacaktır.” </u></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Gariptir ki bu muazzam hitabesini verip, Hâtemü’l-Enbiya’nın pek yakında geleceğini haber veren Kuss b. Saide, o anda kendisini dikkatle dinleyenler arasında, geleceğinden söz ettiği zâtın bulunduğundan habersizdi! </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Câhiliyye devrinde Cenab-ı Hakk’ın kalplerine hidayet ihsan ettiği bahtiyarlardan biri olan Kuss b. Saide’nin bu hitabesinden az zaman sonra Kâinatın Efendisine nübüvvet ve risâlet geldi. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Fakat Kuss, bu sırada hayata gözlerini yummuştu. Haliyle, pek yakında geleceğini müjdelediği Efendimizle görüşmek kendisine nasip olmadı. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Aradan yıllar geçti... </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Benî İyad’ın muvahhid ve Hz. İsa’nın dinine mensup bulunan büyüğü Cârûd b. Alâ adındaki zât, kavminin ileri gelenleriyle birlikte, vasıflarını öğrenmek üzere Resûlullah Efendimizin huzuruna vardı. Peygamber Efendimize ne ile gönderildiğini sorup öğrendikten sonra, “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki senin vasfını İncil’de buldum. Seni, Meryem’in oğlu müjdeledi. Sana devamlı selam olsun ve seni gönderen Allah’a da hamdolsun. Elini uzat. Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve sen, Allah’ın resûlüsün!” diyerek Müslüman oldu. Onu takiben de diğer arkadaşları İslamiyete girdiler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu durumdan fazlasıyla memnun olan Fahr-i Kâinat Efendimiz, sordu: “İçinizde Kuss b. Saide’yi bilen var mı?” </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Cârûd, “Elbette yâ Resûlallah!” dedi. “Hepimiz onu biliriz. Hususan ben, hep onun yolunda gidenlerdenim!” </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bunun üzerine Resûl-i Zîşan Efendimiz şöyle buyurdular: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
“Kuss b. Saide’nin bir zamanlar Sûk-i Ukâz’da bir deve üzerinde, ‘Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak neyse olur!’ diye okuduğu hutbesi hiç hatırımdan çıkmaz. O, bir hayli söz daha söylemişti. Zannetmem ki hepsi hatırımda kalmış olsun!” </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Mecliste hazır bulunan Hz. Ebû Bekir (r.a.) atılarak, “Yâ Resûlallah!” dedi. “Ben de o gün Sûk-i Ukâz’da hazırdım. Kuss b. Saide’nin söylediği sözler hep hatırımdadır. Müsaade buyurursanız okuyayım!” </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sonra da mezkûr hutbeyi başından sonuna kadar huzur-u Risâlette okudu.<br />
Bunun üzerine heyetten de bir kişi ayağa kalktı ve Kuss’un şiirlerinden birkaçını daha okudu. Bu şiirlerinde de o, Harem-i Şerif’te, Hâşimoğullarından Muhammed’in (a.s.m.) peygamber gönderileceğini açıkça zikr ve beyan etmişti. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bütün bunlardan sonra Resûlullah Efendimiz de, Câhiliyye devrinde hidayet yolunu bulmuş bu bahtiyar için şöyle buyurdu: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
“Ümit ederim ki Cenab-ı Hak, kıyamet gününde Kuss b. Saide’yi ayrı bir ümmet olarak haşreder!”Kâinatın Efendisine peygamberlik vazifesinin verilmesinden birkaç yıl önceydi. </blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="https://books.google.com.tr/books?id=BfPZAwAAQBAJ&pg=PA148&lpg=PA148&dq=g%C3%B6kte+haber+yerde+ibret+var&source=bl&ots=ocaJK6ic13&sig=m4AXbIxlFGcwUJDLLcJscLZhvts&hl=tr&sa=X&ved=0CCsQ6AEwA2oVChMIhsHa8-f8xwIVw1QUCh3v6wBf#v=onepage&q=g%C3%B6kte%20haber%20yerde%20ibret%20var&f=false">Salih Suruç - Peygamberimizin Hayatı</a></div>
</div>
<div>
<br />
Görüldüğü gibi Muhammed şiirlere pek meraklı, Ümeyye'nin şiirlerini sorduğu gibi bunun şiirlerini de sormuş, üstelik birazını da ezberlemiş!<br />
<br />
Bu Turan Dursun'un aktardığı hutbenin aynısı ama Turan Dursun özet olarak aktarmış. Hutbenin Kur'an'daki yerlerine geçmeden önce bazı açıklamalar yapmak gerek. Gördüğünüz gibi hutbede bir peygamberin geleceği haber veriliyor, doğrudur, o zamanlar millet sürekli peygamberler beklerdi ve sürekli birileri; "ben peygamberim" diye ortaya çıkardı. Asıl ilginci, alıntı yaptığım yazıda da denildiği gibi, direk olarak "Muhammed" ismini de söylemiştir şiirinde, ilgili şiir şöyle:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<u>"Doğu, batı., öksüzlük, topluluk.. Savaş, barış., yaş, kuru.. Tatlı, tuzlu.. Güneşler, aylar, rüzgarlar, yağmurlar.. Gece, gündüz.. Dişiler, erkekler.. Karalar, denizler.. Taneler, bitkiler.. Babalar, analar.. Topluluklar, dağınıklıklar.. Peşpeşe gelen alametler.. Nur (Işık), karanlık.. Varlık, yokluk.. Rab ve putlar.. Halk saptı.. Üreyip doğan.. Diri gömülüp yok olan.. Terbiye, biçilip gitmiş.. Zengin ve yoksul.. İyi ve kötü..</u> Gafiller <u>helak olsun.. İşçi, işini iyi yapsın.. Emel sahibi, emel peşine düşmesin.. Hayır, Allah birdir. Doğmamış ve doğurulmamıştır. İlk yaratan da, son yaratan da, öldüren de, sonra dirilten de odur. Erkeği ve dişiyi yaratan O'dur. Dünya ve ahiretin Rabbi O'dur.</u><br />
<br />
Şimdi ey İyad halkı! Nerede Ad ve Semud kavmi? Nerede babalar ve dedeler? Nerede hastalar ve yaşlılar? Hepsinin varacakları bir son vardı. Kuss, kulların Rabbine, <u>yeri bir döşek gibi döşeyen'e yemin eder ki, sûra üflendiği, halkın çağrıştığı, yerin aydınlandığı, öğütçünün öğüt verdiği, rahmetten ümit kesenin kenara itildiği, hakkı düşünenin gerçeği gördüğü günde hepinizin birer birer haşr olunacağına yemin eder. Meşhur gerçekten, parlak nurdan, en büyük hedeften sapan kimseye; kudret sahibi Allah'ın hüküm verdiği, uyarıcı </u><b style="text-decoration: underline;">Muhammed (s.a.v.)</b><u>'in hazır bulunduğu, yardımcının bulunmadığı, adalet terazisinin kurulduğu, kusurların ortaya döküldüğü, bir grup insanın Cennete, bir grubun da çılgın alevli ateşe gittiği günde yazıklar olsun!,."</u><sup>(5)</sup></blockquote>
Muhammed ismi ya bu şiiri okuyan kişi Muhammed'e yaranmak istediği için geçiyor bu şiirde, kendi ekliyor araya ya da "Muhammed" bir isim değildir, sıfattır, "övülen, övülmüş" anlamında, Kuss b. Saide gelecek peygambere bu sıfatı yakıştırıyor övmek için. Tabi farklı açıklamalarım da var bunun için, eğer birisi çıkar da Kuss b. Saide'nin bir mucize gerçekleştirdiğini filan söylerse detaylıca inceleriz. <br />
<br />
Genel olarak hutbenin Kur'an ile birebir aynı olduğu görünüyor zaten ama yine de altını çizdiğim yerlerin Kur'an'da yerlerini bulalım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir:</b> ...Gece, karanlık; gündüz, durağan; <u>gök, burçları olan</u>; yıldızlar parlar; denizler kabarır; <u>dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş</u>...<br />
<b>Kur'an:</b> Burçları olan göğe andolsun. <span style="background-color: #fefefe; font-family: Verdana; font-size: x-small; text-align: justify;"><b>(Buruc Suresi, 1)</b></span><b>Kur'an: </b>Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer çivi yapmadık mı? <b>(Nebe Suresi, 6-7)</b></blockquote>
Zaten dağların birer çivi ve yeryüzünün yayılıp döşenmiş olduğuyla ilgili ayetleri vermiştim, gökyüzünün bir yükseltilmiş bir tavan olduğu da birçok yerde geçiyor:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Ve yükseltilmiş olan o tavana... <b>(Tur Suresi, 5)</b></blockquote>
<div>
Devam edelim:</div>
<div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir:</b> Nerede Semûd (toplumu), nerede Ad(toplumu)? Nerede babalar, atalar?<br />
<b>Kur'an:</b> Âd ve Semûd kavimlerini de helâk ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. Şeytan, onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Hâlbuki onlar gözü açık kimselerdi. <b>(Ankebut, 38)</b></blockquote>
Kur'an pek çok yerde eskileri anlatır ve; "onlar sizden daha zengin ve güçlülerdi, ama onları bile harap ettik" diyerek muhataplarını korkutmaya çalışır, devam edelim:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir:</b> Yemin ederim, yemin ederim ki Allah’ın indinde bir din vardır ki şimdi içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir!<br />
<b>Kur'an: </b>...Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslâm'dır... <b>(Ali İmran Suresi, 19)</b></blockquote>
<div>
Devam edelim:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir: </b>Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?’ diyen Firavun’la Nemrud? Onlar, zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstün idiler. Ne oldular? </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” <b>(Naziat Suresi, 24)</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an: </b>Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez. <b>(Bakara Suresi, 258)</b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Ey münafıklar! Sizler tıpkı kendinizden evvel yaşayıp giden, münafık kimseler gibisiniz. Onlar kuvvetçe sizden daha güçlü, servetçe sizden daha zengin ve sayıca daha kalabalıktılar. <b>(Tevbe Suresi, 69) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu, baksınlar. Onlar yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından, kendilerinden daha üstündüler. Fakat Allah, onları günahları sebebiyle aldı (öldürdü). Ve onlar için (onları), Allah’a karşı koruyacak hiç kimse olmadı. <b>(Mü'min Suresi, 21)</b></blockquote>
<div>
Bir başkası:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir: </b>Her şey fanidir; bâkî olan, ancak Allah’tır. Ki O, birdir, şeriki ve nâziri yoktur! İbâdet edilecek, ancak O’dur. Doğmamış ve doğurmamıştır! </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Yerin üstünde ne varsa fânîdir. Ancak, yuce ve comert olan Rabbinin varligi bakidir<span style="background-color: #f0f8f8; font-family: Verdana, Arial; font-size: 13.3333px;">.</span> <b>(Rahman Suresi, 26-27)</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an: </b>O, doğurmamış ve doğmamıştır. <b>(İhlas Suresi, 3)</b></blockquote>
<div>
Devam:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir: </b>"Doğu, batı., öksüzlük, topluluk.. Savaş, barış., yaş, kuru.. Tatlı, tuzlu.. Güneşler, aylar, rüzgarlar, yağmurlar.. Gece, gündüz.. Dişiler, erkekler..<br />
<b>Kur'an: </b>Ve anar, ibret alırsınız diye her şeyi çift yarattık. <b>(Zariyat Suresi, 49)</b></blockquote>
<div>
Burada direk olarak söylemese de Kuss'un da her şeyin iki çift olduğunu düşündüğü anlaşılıyor, bu çiftlik inancı Çin mitolojisinde "ying-yang" olarak geçer. Devam edelim:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir:</b> İlk yaratan da, son yaratan da, öldüren de, sonra dirilten de odur. Erkeği ve dişiyi yaratan O'dur. Dünya ve ahiretin Rabbi O'dur. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Öldüren de dirilten de O'dur. Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. <b>(Necm Suresi, 44-45)</b> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.” <b>(Şuara Suresi, 24)</b></blockquote>
<div>
<div>
Devam ediyoruz: </div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir: </b>Kuss, kulların Rabbine, yeri bir döşek gibi döşeyen'e yemin eder ki, sûra üflendiği, halkın çağrıştığı, yerin aydınlandığı, öğütçünün öğüt verdiği, rahmetten ümit kesenin kenara itildiği, hakkı düşünenin gerçeği gördüğü günde hepinizin birer birer haşr olunacağına yemin eder. Meşhur gerçekten, parlak nurdan, en büyük hedeften sapan kimseye; kudret sahibi Allah'ın hüküm verdiği, uyarıcı Muhammed (s.a.v.)'in hazır bulunduğu, yardımcının bulunmadığı, adalet terazisinin kurulduğu, kusurların ortaya döküldüğü, bir grup insanın Cennete, bir grubun da çılgın alevli ateşe gittiği günde yazıklar olsun!,.</blockquote>
<div>
Yer ile ilgili ayetleri zaten vermiştim, Kur'an'a göre de döşek gibi döşenmiş, yayılmıştır diğerlerinden devam edelim, bunları topluca ele alalım, şu ayetler Sûr'a üfürülmesinden, üfürüldükten sonra yerin aydınlanmasından ve peygamberlerle şahitlerin getirileceğinden bahseder:</div>
</div>
<blockquote class="tr_bq">
Ve sur’a üfürülmüş, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona (sur’a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar. Ve Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandı. Ve kitap ortaya kondu. Peygamberler ve şahitler getirildi. Ve onların aralarında onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verildi. Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. <b>(Zümer Suresi, 68-70)</b></blockquote>
Bu ayetler de Sur'a üfürüldükten sonra herkesin bir araya haşrolunacağından(toplanacağından), inanmayanların kenara itilip cezalandırılacağından ve inananın gerçeği görüp ödüllendirileceğinden bahseder:<br />
<blockquote class="tr_bq">
De ki: “Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler.” <b>(Casiye Suresi, 26) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Allah’ın düşmanları o gün ateşe haşrolunurlar. Böylece onlar (öncekiler ve sonrakiler) biraraya getirilirler. <b>(Fussilet Suresi, 19) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” <b>(Fussilet Suresi, 30)</b></blockquote>
<div>
Zaten bunlar bütün Müslümanlarca bilinen ve Kur'an'da çokça tekrarlanan masallar, her Müslüman adı gibi bilir ama ben yine de ayetlerle göstereyim dedim. Devam edelim; bu ayetlerde ise hiçbir yardımcının bulunmadığı, adalet terazisinin kurulduğu, kusurların ortaya döküldüğü anlatılmaktadır, inananların cennete, inanmayanların alevli ateşe gideceğini söyleyen ayetleri bir üstte verdim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Bütün sırların ortaya döküleceği o kıyamet günü, artık insan için ne bir kuvvet vardır, ne de bir yardımcı. <b>(Tarık Suresi, 10) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
...Sonra kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacak; kiminiz kiminize lânet edecektir. Barınağınız cehennem olacaktır. Yardımcılarınız da olmayacaktır. <b>(Ankebut Suresi, 25)</b></blockquote>
</div>
<div>
<blockquote class="tr_bq">
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. <b>(Enbiya Suresi, 47)</b></blockquote>
Şairin bir başka şiiri şöyle:<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Aşırı tutkusuyla gönül andı onu.Arasında gündüz olan geceleri yad etti. Bulutlardan boşalan sağanak yağmur, Damlaları arasında ateş vardı.Ateş ışığı gözleri kamaştırıyordu.Şimşek parıltısı, gözler önünde uçuyordu.Sağlam köşklerde hayırlar vardı.Diğerleri ise, ıssız ve bomboştu.Yeri durduran, yüce dağlardır.Denizlerin suları ise engindir.<br />
<br />
Yıldızlar, gece karanlığında parlar,Bunların döndüğünü her gün görürüz.Sonra güneşi, gecenin ayı kışkırtır.Hepsi birbirini hızla takib eder. Büyük, küçük karışık olan her şey, Gün gelir toprağa girer, mezar olur. Şaşmayan kalblerin tahminleri bile,Bir çok şeyi kavrayamaz, aciz kalır. Doğruyu görüp ibret alan kimseler için, Benim bu söylediklerim, Allah'a giden yolu gösterir."<sup>(6)</sup></blockquote>
Sanırım artık buna ayet vermeye gerek yok, Kur'an'da anlatılanlarla tamamen aynı.<br />
<br />
Herhalde bu kadarı yeterlidir. Peki Kur'an Muhammed'in Kur'an'ı mı yoksa Kuss'un mu? Gördüğünüz gibi şiirler ile ayetler birebir aynı. Kuss b. Saide Kur'an'ın en büyük kaynaklarından biri görünüşe göre. Şimdi başkalarıyla devam edelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Yesar, siyer kitabının baş kısmında semavatm, yeryüzünün, Güneş ile Ay'ın ve diğer yaratıkların yaratılması hakkında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait güzel bir şiir nakletmiştir. İbn Hişam ise bu şiirin Ümeyye b. Ebi Salt'a ait olduğunu söylemiştir. Sözü edilen şiir şudur:<br />
<br />
«Övgü ve methimi, Allah'a hediye ederim. Beğenilmiş sözümü zaman durdukça eskitecek hiç birşey yoktur. <u>Bu sözümü, fevkinde başka bir Rab ve ilâh bulunmayan en yüce melike sunuyorum. O melik, hiç kimseye boyun eğmez. </u></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Dikkat et ey insan, çukura yuvarlanmaktan sakın, sen hiç bir şeyini Allah'a karşı gizleyemezsin. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmaktan sakın.<br />
Çünkü doğru yol ortaya çıkmıştır.<br />
O'nun şefkatine sığın, cinler de onun şefkatini umarlar.<br />
Sen benim ilâhımsm Ey Rabbim, ümidimsin.<br />
Seni Rab olarak seçtim, senden başka ikinci bir ilâha boyun eğecek değilim. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sen ki lütuf ve rahmetinle,<br />
Musa'yı elçi ve çağrıcı olarak gönderdin.<br />
O'na dedin ki: Harun ile birlikte Firavun'a gidin.<br />
O ki taşkınlık etmiştir, onu Allah'a davet edin.<br />
O'na deyin ki: Sen mi şu yeri kazıksız olarak tesbit ettin ve onu bu sakin halinde meydana getirdin?<br />
O'na deyin ki: Sen mi şu gökleri sütunsuz olarak diktin, insaf et, sen mi bunu bina ettin?<br />
O'na deyin ki: Sen mi göğün ortasını aydınlatıcı kıldın, gece karanlığı bastırdığında Ay'ı sen mi oraya yerleştirdin?<br />
O'na deyin ki: Sabah olunca kim Güneş'i Dünya'ya gönderir?<br />
Işığı Dünya'ya varınca kuşluk vakti her taraf aydınlanır.<br />
O'na deyin ki: Topraktaki bitkileri kim yeşertir?<br />
Hububat, toprağı kabartarak yükselir.<br />
Ondan çıkan taneler, bitki başlarında bulunur.<br />
Bunda da aklı başında olan kimseler için ibretler vardır. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sen kendi lütfunla ey Rabbim, Yunus'u kurtardın,<br />
Oysa o balığın karnında bir kaç gece kalmıştı.<br />
Ey Rabbim, senin adını teşbih ile anarsam günahımın çok olduğunu görürüm. Ancak sen, benim hatalarımı bağışlarsın. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Ey kulların Rabbi, benim üzerime bağış ve rahmetini gönder, malımı ve çocuklarımı bereketli kıl, mübarek yap.»<sup>(7)</sup></blockquote>
</div>
<div>
Yine ayet vermeye gerek yok, zaten şiirde anlatılanların çoğunun ayetlerdeki yerleri gösterildi yukarıda, Musa ve Harun olayını, Yunus olayını zaten biliyorsunuz, Kur'an'a göre de bitkileri Allah yeşertir ve bitkiler toprağı kabartarak yükselir. Bunlar zaten bilindik şeyler, Kur'an'la birebir aynı. Zeyd b. Amr'a ait başka bir şiir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, kendi şiirlerinin birinde şöyle demiş: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Dünya durdukça övgü ve sitayişlerimi, Beğenilen sözlerimi, kendisinden daha üst, Bir İlah ve daha yüksek bir hükümdar, Ve kendisine denk bir Rab bulunmayan, Allah'a hediye ve ithaf ediyorum." </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Bu şiirin, Ümeyye b. Ebi's-Salt'a ait olduğunu söyleyenler de olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Muhammed b. İshak, Zübeyr b. Bekkar ve diğerlerinin rivayetlerine göre Zeyd b. Amr, tevhide dair bir şiirinde de şöyle demiştir: </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Ağır kayalar yüklenen yerin teslim olduğu Allah'a yöneldim, o yer ki, dümdüz oldu, düzelince de onu, Tespit etmek için üzerine dağlar yerleştirdi. Tatlı ve berrak suları taşıyan bulutların yöneldiği, Allah'a yöneldim, o bulutlar ki, her nereye sevk edilirlerse, emre itaat ederler, gönderildikleri, Beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar. Rüzgarların kendisine yöneldiği Allah'a yöneldim. O rüzgarlar ki, halden hale dönüp giderler."<sup>(8)</sup></blockquote>
<div>
Diğerlerine zaten yukarıda değindik, ayetleri yukarıda görebilirsiniz fakat şunun Kur'an'daki karşılığını da verelim:</div>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Şiir: </b>Tatlı ve berrak suları taşıyan bulutların yöneldiği, Allah'a yöneldim, o bulutlar ki, her nereye sevk edilirlerse, emre itaat ederler, gönderildikleri, Beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kur'an:</b> Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.<b>(Nur Suresi, 43)</b></blockquote>
Kur'an'a göre de Allah bulutları sevk ediyor, ayrıca dolu yağdırıp onunla istediğini vuruyor, ilginç... Şu da muallaka şairlerinden Zuheyr b. Ebî Sulmâ'nın bir şiirinden bir beyit:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Kim ölümün sebeplerinden korkarsa, merdivenle göğün kapılarına yükselse bile, ölümün sebepleri ona ulaşır. <sup>(9)</sup> </blockquote>
Kur'an'a göre de ölümden kaçış yoktur, "gök kapıları" ve "merdivenle göğe çıkılması" da Kur'an'da işlenir:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma.<b> (En'am Suresi, 35) </b></blockquote>
Bu konuda ayrıntılı inceleme için şu linke tıklayabilirsiniz:</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.ae/2012/04/mirac-masalnn-kaynaklar.html">http://dinsizdeist.blogspot.ae/2012/04/mirac-masalnn-kaynaklar.html</a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Başka bir kaynaktan şiirlere devam edelim, yine Zuheyr b. Ebî Sulmâ'ya ait başka bir şiir:</div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
Gördüm ki Allah haktır, arttı,<br />
Bu düşüncemden sonra Allah korkum,<br />
Bilmez misin Allah Tübba'yı helak etti,<br />
Lokman b. Ad'ı ve Adiyâ'yı da helak etti,<br />
Bunlardan daha önce de Zü 'l-Karneyn'i,<br />
Firavun'un ordusunu ve Necaşıyi de helak etti.</blockquote>
<div style="text-align: left;">
Kur'an'da Lokman ve Zülkarneyn övülür, helak edilmemişlerdir gerçi ama yine de bu isimlerin Araplarca bilindiği ve Kur'an'ın da bu masalları devam ettirip ibretler, öğütler vermeye çalıştığı ortada. Ayrıca Araplar Allah adını kullanarak çok beddua ederlerdi, bunu Kur'an'da da sıkça görüyoruz, Urve b. el-Verd'e ait bir şiir:</div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: left;">
Allah kahretsin o çapulcuyu ki geceleyin,<br />
Taşlık ve bataklıklardan geçip deve kesilen yerlerde yaşar<br />
Allah'ın memleketlerini gez, zengin olmaya çalış<br />
Ya bolluk içinde yaşarsın ya da ölüp mazur görülürsün</blockquote>
<div style="text-align: left;">
Kur'an'dan bir ayet:</div>
<blockquote class="tr_bq">
...Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! <b>(Tevbe Suresi, 30)</b></blockquote>
Her şeyin yok olup sadece Allah'ın kalacağına dair Zuheyr b. Ebî Sulmâ'dan bir örnek:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Hiçbir varlığı kalıcı ve sonsuz görmüyorum,<br />
Sadece yüksek dağlar, gök, toprak<br />
Ve Rabbimiz kalıcıdır<br />
Bir de sayılı giinlerimiz ve geceler kalıcıdır</blockquote>
<div style="text-align: left;">
Kur'an'dan bununla ilgili bir ayet vermiştim yukarıda, burada tekrar vermek gereksiz. Zeyd B. Amr'dan başka bir şiir aktaralım:</div>
<blockquote class="tr_bq">
İnsan ve şeytan cinlerini kendimden uzaklaştırdım,<br />
Mert ve cesur kişi böyle yapar,<br />
Ne Uzza’ya taparım ne de iki kızına,<br />
Ne de Tasm Oğullarının iki putuna,<br />
Aklımın ermediği çocukluğumda,<br />
Rabb bildiğim Hubel'e de tapmam,<br />
Büyüyüp kendimi kurtardığımda tek bir Rabb 'e mi,<br />
Yoksa bin Rabb'e mi tapacağım.<br />
Bilmez misin Allah yok etti,<br />
Yolunu şaşırmış birçok kimseyi, </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
İyi olanları ise bıraktı,<br />
Onların küçükleri büyüsün diye,<br />
Kişi elbet bir gün gerçeği yakalayacak,<br />
Aynen susuz bir dalın yeşillenmesi gibi.<br />
Ben ancak Rahman'a Rabb 'imize kul olurum,<br />
Şefkatli Rabb'im günahlarımı bağışlasın diye,<br />
Allah 'tan Rabb'inizden daima korkun,<br />
Böyle olursanız felakete uğramazsınız,<br />
İyilerin yurdu cennet,<br />
Kafir'lerin ise yakıcı cehennem.<br />
Dünyada rezildirler, ölünce de,<br />
Gönülleri sıkıp daraltan azapla karşılaşırlar.</blockquote>
</div>
<div>
Kur'an'la benzerliği ortada, ayet vermeye gerek yok, zaten bazılarını yukarıda işledik. İşte bu şairler Kur'an'ın en büyük kaynaklarından, devam edelim:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Zii'l-Kanıeyn'in peşine koştum; fakat yetişemedim<br />
Az kaldı Davud'u da görecektim<br />
Ebedi olmak ise mümkün değildir<br />
Hepimiz son bulacağız<br />
Sadece tanrı ve onun vech-i mabudu hariç</blockquote>
<div>
Bu da Abid b. el-Abras'ın bir şiiri. Anlaşılan Zülkarneyn çok ünlüymüş eski Araplarda, onu Kur'an'a almasalar olmazmış. Yukarıda her şeyin yok olup sadece Allah'ın baki kalacağına dair örnek vermiştim, şimdi bu şiirde geçen "vech"i de içeren bir versiyonunu vereyim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Allah ile beraber sakın başka bir tanrıya tapma. Ondan başka tanrı yoktur. Allah'ın vechinden (zatından veya O'nun rızasına uygun olanından) başka her şey yok olucudur. Hüküm O'nundur ve ancak O'na döndürüleceksiniz. <b>(Kasas Suresi, 88) </b></blockquote>
Muhammed'in belki de en önemli vahiy kaynağı Muhammed'in eşi Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'dir, ondan bir şiir aktaralım:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Bazı insanlara nasihat ettim şöyle dedim<br />
Ben uyarıcıyım, sakın kimse sizi aldatmasın,<br />
Yaratıcınızdan başka ilahlara tapmayın,<br />
Sizi buna çağırırsalar deyin aramızda büyük bir engel var~<br />
Tesbih ederiz o arşın sahibini ona sığınırız,<br />
Daha önce de Cudi ve Cumud dağları onu tesbih etti, </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Gök kubbesi altında her şey ona hizmet eder,<br />
Kimse onun egemenliğinden kaçamaz,<br />
Gördüğümüz hiçbir şeyin parlaklığı baki değildir,<br />
İlah bakidir, mal ve evlat helak olur,<br />
Hürmüze hazineleri bir fayda sağlamadı,<br />
Ad kavmi de uğraştı ama ebedi olamadı,<br />
Süleyman da, bütün milletler,<br />
Emrinde olduğu halde insanlar cinler</blockquote>
Kur'an'la benzerlik ortada, şiirde geçen konuları zaten yukarılarda işlemiştik. Şimdi Kuss b. Saide'den bir şiir daha verelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Ölüm habercisi! Ölüler mezarlarında<br />
Üzerlerinde parça parça ipek kalıntıları<br />
Bırak onları nasılsa bir gün çağrılacaklar<br />
Uykularından uyandıklarında dağılacaklar<br />
Sonunda yeni bir şekle girecekler<br />
Yeni bir yaratılış, aynen ilk yaratılış gibi<br />
Bir kısmı çıplak, bir kısmı giyinik,<br />
Bir kısmının elbisesi yeni, bir kısmının da eskimiş olarak</blockquote>
Zaten bu şiirdeki benzerlikler de belli ölülerin uyanacakları, çıplak olacakları, yeni bir yaratılışla ahirete geçecekleri filan İslam'ın temel konularıdır, herkes bilir yani ama birkaç ayet verelim yine:<br />
<blockquote class="tr_bq">
İnkâr edenler dediler ki: 'Siz büsbütün parçalanıp dağıtıldıktan sonra mutlaka yeni bir yaratılışa tabi tutulacağınızı bildiren bir adamı size gösterelim mi?' <b>(Sebe Suresi, 7)</b></blockquote>
Tamam bu şairler putları reddeden birer hanif olabilirler ama sözleri neden Kur'an'la bu kadar benzerlik gösterir? Kelimesi kelimesine? İşte bunlar ilginçtir. Varaka'dan bir şiir daha:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Amr'ın oğlu! Doğru yolu buldun nimete erdin,<br />
Allah'ın yakıcı ateşinden kendini kurtardın,<br />
Rabb'e boyun eğerek, onun dışında yoktur Rabb,<br />
Azgınların putlarını terk ederek,<br />
Aramış olduğun dini bularak,<br />
Rabbini tek bir Rab olarak kabulden hiç şaşmadın,<br />
Güzel bir diyarda bulunuyorsun,<br />
Orada eğlenir devamlı ikramlar görürsün </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Orada Allah dostuyla karşılaşırsın,<br />
İnsanları ateşe iten zorbalardan olmazsın,<br />
Rabbinin rahmeti ulaşır elbet insana,<br />
Yerin yetmiş kat altında bulunsa da,<br />
Korkulu bir diyarı ziyaret ettiğimde derim,<br />
Bana merhamet eyle, düşmanlarımı muzaffer eyleme,<br />
Bana merhamet eyle, onlar cinlerden umarken,<br />
Benim ilahım sensin, Rabbim ve ümidim,<br />
Duaları kabul eden Rabb'e boyun eğerim,<br />
Asla davetçiye kulak vermeyen kimselere ise boyun eğmeyi kabul etmem.</blockquote>
Bu kadar da olmaz! dediğinizi duyar gibiyim ama şaşırmayın vahiy denilen şey bunlardır işte, bu kaynaklardan gelir, diğer pek çok kaynak dışında. Ümeyye'den bir şiir daha verelim:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Rabbimizin alametleri apaçıktır,<br />
Bunları ancak inkarcılar tartışır,<br />
Gece ve gündüz yaratılmış, hepsi,<br />
Belli bir ölçüyle ortaya çıkarlar,<br />
Sonra Yüce Rab, gündüzü ortaya çıkarır,<br />
Işıkları yayılan güneş vasıtasıyla,<br />
Hanif dininden başka her din,<br />
Kıyamet günü Allah katında yalandır.</blockquote>
Yukarıda da vermiştik ama biraz daha peygamber adları ve eski kavimlerin geçtiği şiirlerden verelim, Adiyy b. Zeyd el-Ibadi'nin bir şiiri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Nerede bu toprakların sahipleri,<br />
Nuh halkı Sonra Ad ve Semud.</blockquote>
Selame b. Cendel:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Davud yapımı sağlam bir zırh<br />
Yarılıp kabuğundan çıkmış bakla tanesi gibi </blockquote>
Eski kavimlerden, Zuheyr b. Ebi Sulma:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Sonra bu savaşta uğursuz çocuklarınız doğar,<br />
Ad kavminden Ahmer gibi, savaşta süt emerler savaşta sütten kesilirler </blockquote>
Zuheyr b. Ebi Sulma, İrem Kavmi:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Diğerlerini ise görürsün ki zırhlarını hazırlamışlar<br />
İrem 'den beri gelen Davud yapımı zırhlarını.</blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/1560393703_200519090107.pdf">http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/1560393703_200519090107.pdf</a></div>
<br />
Yine muallaka şairlerinden Amr b. Külsüm'ün bir şiiri:<br />
<blockquote class="tr_bq">
Ölüm bize nerede olsak yetişecektir. Çünkü biz ona mukadderiz, o da bize mukadderdir. </blockquote>
<div>
Bu da ayet:</div>
<blockquote class="tr_bq">
Her nerede olsanız olun, ölüm size yetişir, göklere yükselmiş burçlarda da olsanız... <b>(Nisa Suresi, 78)</b></blockquote>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/2317.pdf"> http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/2317.pdf</a></div>
<br />
Ulaşabildiğim şiirler sınırlı olduğu için şimdilik bu kadar yeter. Zaten bunlar şiirlerin Kur'an'ın önemli kökenlerinden biri olduğunu net bir şekilde gözler önüne seriyor, fazla bile vermişimdir belki de. Yine de bulabildiğim şiirleri eklemeye devam edeceğim. Konuyla ilgili olarak şu linkleri de incelemenizi öneririm:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/03/islam-oncesi-donemde-vahiysairlik-ve.html">İslam Öncesi Dönemde Vahiy,Şairlik ve Cinler</a></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/03/lokman-ve-ogutleri.html">Lokman ve Öğütleri</a></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://dinsizdeist.blogspot.com.tr/2012/03/kurann-arap-ve-yabanc-atasozlerinden.html">Kur'an'ın Arap ve Yabancı Atasözlerinden Alıntıları</a></div>
<br />
<b>--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</b><br />
<br />
<sup>(1) (4) (5) (6)</sup>İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, 2. Cilt,7. Bölüm, Çağrı Yayınları’ndan.<br />
<sup>(2)</sup><a href="http://dilaverkom.blogcu.com/sakku-s-sadr/2575884">http://dilaverkom.blogcu.com/sakku-s-sadr/2575884</a><br />
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=Ht6q5f734Yc">https://www.youtube.com/watch?v=Ht6q5f734Yc</a><br />
<sup>(3)</sup>Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, Naziat Suresi, 30. ayetin tefsiri.<br />
<sup>(7)</sup>İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, 1. Cilt, 2. Bölüm, Çağrı Yayınları’ndan.<br />
<sup>(8)</sup>İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, 2. Cilt, 8. Bölüm, Çağrı Yayınları’ndan.<br />
<sup>(9)</sup><a href="http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/920/11483.pdf">http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/920/11483.pdf</a><br />
<br />
Diğer alıntıların kaynakları makale içerisinde verilmiştir. </div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-10953726696210369812012-04-08T18:13:00.002-07:002012-04-08T18:35:56.427-07:00Kur'an'da Anılan Peygamberler Tevrat'tan Kopyalanmıştır<br />
<b>Kur'an'da adı geçen peygamberlerden 20 tanesi Tevrat-İncil kaynaklıdır.Liste şöyle;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b> 1. Adem ve iki oğlu Habil ve Kabil ile karısı Havva(Adem dışındakiler peygamber değil)</b><br />
<b> 2. Nuh </b><br />
<b> 3.İbrahim </b><br />
<b> 4.Lût </b><br />
<b> 5.İsmail </b><br />
<b> 6.İshak </b><br />
<b> 7.Yâkup </b><br />
<b> 8.Yûsuf </b><br />
<b> 9.Eyyup </b><br />
<b> 10.Şuayb </b><br />
<b> 11.Musa </b><br />
<b> 12.Harun </b><br />
<b> 13.Dâvud </b><br />
<b> 14.Süleyman </b><br />
<b> 15.Elyasa(Elisha)</b><br />
<b> 16.İlyas(Elijah) </b><br />
<b> 17.Yûnus </b><br />
<b> 18.Zekeriya </b><br />
<b> 19.Yahya </b><br />
<b> 20.İsa </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu liste benim saptadıklarım Tevrat ve İncil'den Kur'an'a alınmış ve benim gözümden kaçan başka peygamberler de olduğundan eminim,aklımda bir iki tanesi filan daha vardı ama şimdilik bunları bi işleyelim.Benim amacım bu peygamberlerin Tevrat-İncil ve Kur'an'da nasıl anıldıklarını ayet ayet göstermek.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sadece bu peygamber hikayeleri bile Kur'an'ın Tevrat kopyası olduğunu kanıtlamaya yeter,bunu okuyunca sizler de göreceksiniz.Sırf bunlar bile Sureler dolusu hikaye ediyor.Durum böyleyken Kur'an Tanrı'dan inmiş olabilir mi?Ne yenilik getirmiş,Tevrat'ı,İncil'i ve diğer eski kaynakları kopyalamaktan başka ne yapmış?Neyse hikayelere geçelim...</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Adem'den başlayalım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Adem-Havva</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat ve Kur'an'ın her ikisinde de Adem Allah'ın yarattığı ilk insandır.Yehova-Allah önce toprağa insan şekli verir yani Adem'in heykelini yapar sonra da o topraktan heykele kendi Ruh'undan üfürerek Adem'i canlı-kanlı insana dönüştürür.Tevrat ve Kur'an'dan ayetler;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat-Yaratılış=2:7:</span>RAB Tanrı Adem'i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da Adem'in yaratılışı çeşitli surelere dağıtılmıştır.Allah Adem'i yaratacağını önce meleklere bildirir,meleklerle Allah arasında çeşitli diyaloglar geçer ki ben onlara hiç girmeyeceğim,birkaç ayet yeter;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Sad=71-72:</span>Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın."</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu ayet Tevrat'taki ayetin birebir kopyası.Aynı şekilde Adem toprağın şekillendirilip içine Ruh üflenmesiyle canlı hale getiriliyor yani yaratılıyor.Ben ayetleri olabildiğince kısa tutmaya çalışacağım siz okuyucuların yorulmaması açısından,Adem'in topraktan yaratılıp da canlandırılması hakkında bu ayetlerden başka birçok ayet bulabilirsiniz. </b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Havva'nın Yaratılışı</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'a göre Havva Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştır.Kur'an'da ise bundan bahsedilmez,Havva adı bile geçmez,''Adem'in karısı'' diye bahsedilir sadece.Fakat İslam geleneğine göre(hadisler) Adem'in karısının adı Tevrat'taki gibi Havva'dır ve Havva yine Tevrat'taki gibi Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştır;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:2:21-23=</span>RAB Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem'e getirdi.</b><br />
<b> Adem,</b><br />
<b>“İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik,</b><br />
<b>Etimden alınmış ettir” dedi,</b><br />
<b>“Ona ‘Kadın’ denilecek,</b><br />
<b>Çünkü o adamdan alındı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">Adem ve Havva'nın Cennet'ten Kovulması</span></b></div>
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'ta Tanrı Adem ve Havva'ya ''Aden bahçesi'ndeki her ağaçtan meyve yiyebilirsiniz fakat şu ağaca dokunmayın'' diyor.Aden bahçesine biz kısaca ''Cennet'' diyelim,açıklaması uzun,kısa keselim.Kur'an'daki hikaye de bu şekilde.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'ta kurnaz bir yılan Havva'yı kandırıp yasak ağaçtan meyve yemesini sağlıyor ve Havva sayesinde Adem'de meyveden yiyor.Yani Havva yılanla işbirliği yapmış gibi oluyor ama yapmıyor,saflığına geliyor,şimdi günahını almayalım.Kur'an'da ise İblis sadece Havva'yı değil Havva ile Adem'e de aynı anda vesvese veriyor ve ikisi ortak olarak yasak ağaçtan meyve yiyorlar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun üzerine her iki kitaba göre de çıplaklıklarının farkına varıyolar,sonrada Cennetten dünyaya kovuluyorlar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:3:1-24:</span>RAB Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı,“Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi,“Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. 9 RAB Tanrı Adem'e, “Neredesin?” diye seslendi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Adem, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB Tanrı, “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Adem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim” diye yanıtladı.</b><br />
<b>RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi.</b><br />
<b> </b><br />
<b> Bunun üzerine RAB Tanrı yılana,</b><br />
<b>“Bu yaptığından ötürü</b><br />
<b>Bütün evcil ve yabanıl hayvanların</b><br />
<b>En lanetlisi sen olacaksın” dedi,</b><br />
<b>“Karnının üzerinde sürünecek,</b><br />
<b>Yaşamın boyunca toprak yiyeceksin.</b><br />
<b> Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu</b><br />
<b>Birbirinize düşman edeceğim.</b><br />
<b>Onun soyu senin başını ezecek,</b><br />
<b>Sen onun topuğuna saldıracaksın.”</b><br />
<b> </b><br />
<b> RAB Tanrı kadına,</b><br />
<b>“Çocuk doğururken sana</b><br />
<b>Çok acı çektireceğim” dedi,</b><br />
<b>“Ağrı çekerek doğum yapacaksın.</b><br />
<b>Kocana istek duyacaksın,</b><br />
<b>Seni o yönetecek.”</b><br />
<b> </b><br />
<b>RAB Tanrı Adem'e,</b><br />
<b>“Karının sözünü dinlediğin ve sana,</b><br />
<b>Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için</b><br />
<b>Toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi,</b><br />
<b>“Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.</b><br />
<b> Toprak sana diken ve çalı verecek,</b><br />
<b>Yaban otu yiyeceksin.</b><br />
<b> Toprağa dönünceye dek</b><br />
<b>Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın.</b><br />
<b>Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın</b><br />
<b>Ve yine toprağa döneceksin.”</b><br />
<b>Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB Tanrı Adem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.”Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem'i Aden bahçesinden çıkardı.Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Şimdi de Kur'an'a bakalım;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Araf:19-25=</span> (Sonra Allah, Âdem'e hitab etti): "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." </b><br />
<b><br /></b><br />
<b> Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." dedi. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ve onlara: "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?" </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!" </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>(Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir." </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>'"Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!" dedi. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Taha:116-123=</span>Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”“Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”“Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>”Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Görüldüğü gibi hikaye tamamen aynı,aynen Tevrat'tan alınmış,Sadece kurnaz yılan Kur'an'a İblis olarak geçirilmiş.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Kayin ve Habil(Kabil ve Habil)</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>İki kitaba göre de Tanrı Ademin oğullarından birinin sunusunu kabul eder(Habil),diğerininkini kabul etmez(Kabil).Bunun üzerine sunusu kabul edilmeyen Kabil kıskançlığa ve öfkeye kapılıp sunusu kabul edilen Habil'i öldürür.Kabil'in sunusunun kabul edilmemesinin nedeni ise sunusunda samimi olmamasıdır,Habil en iyi koyunlarını kurban ederken,Kabil çürük meyveleri sunmuştur; </b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:4:1-8=</span>Adem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu. “RAB'bin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim” dedi.Daha sonra Kayin'in kardeşi Habil'i doğurdu. Habil çoban oldu, Kayin ise çiftçi.Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden RAB'be sunu getirdi.Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. RAB Habil'i ve sunusunu kabul etti.Kayin'le sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB Kayin'e, “Niçin öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın?Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kayin kardeşi Habil'e, “Haydi, tarlaya gidelim” dedi. Tarlada birlikteyken kardeşine saldırıp onu öldürdü.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an'da bu kadar detay yok ama aynı hikaye;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Maide:27-31= </span>(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.“Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da isimler gibi detaylar bulunmasa da hikaye tıpatıp aynı,Kur'an'a olduğu gibi Tevrat'tan alınmıştır.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">Nuh ve Tufanı</span></b></div>
<b><br /></b><br />
<b>Bildiğiniz gibi Nuh Tufanı çok ünlüdür.230'dan fazla toplumda bu hikayeye rastlanmaktadır,bu hikayenin bugün bilinen en eski kökeni ise Sümer'dir.Kur'an ve Tevrat'ta da geçmektedir,Kur'an'a büyük ihtimalle Tevrat'tan kopyalanmış.Tevrat'da geminin nasıl yapılacağı gibi birçok ayrıntı bulunmakta fakat uzatmaya gerek yok sadece Kur'an'la ortak yönlerini göstermek yeterli olacaktır;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'a göre Tanrı tufanı Nuh kavmi putlara tapmaktan vazgeçmiyor diye gönderir,Tevrat'a göre ise insanlar çok fazla kargaşa çıkardıkları,çok fazla kötülük yaptıkları için Tanrı insanı yarattığına pişman oluyor ve tüm insanları yoketmek için Tufan gönderiyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:6:5-12=</span>RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. “Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım” dedi, “Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.”Ama Nuh RAB'bin gözünde lütuf buldu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Nuh'un öyküsü şöyledir: Nuh doğru bir insandı. Çağdaşları arasında kusursuz biriydi. Tanrı yolunda yürüdü.Üç oğlu vardı: Sam, Ham, Yafet.Tanrı'nın gözünde yeryüzü bozulmuş, zorbalıkla dolmuştu.Tanrı yeryüzüne baktı ve her şeyin ne denli bozulduğunu gördü. Çünkü insanlar yoldan çıkmıştı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Fakat Tanrı sonradan fikir değiştirip Nuh'u ve Nuha'a uyanları ve her hayvandan iki çifti kurtarmaya karar veriyor,anlaşılan aklında temiz bir nesil yaratmak var;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:6:13-21=</span>Tanrı Nuh'a, “İnsanlığa son vereceğim” dedi, “Çünkü onlar yüzünden yeryüzü zorbalıkla doldu. Onlarla birlikte yeryüzünü de yok edeceğim.Kendine gofer ağacından bir gemi yap. İçini dışını ziftle, içeriye kamaralar yap.Gemiyi şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olacak.Pencere de yap, boyu yukarıya doğru bir arşını bulsun. Kapıyı geminin yan tarafına koy. Alt, orta ve üst güverteler yap.Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek.Ama seninle bir antlaşma yapacağım. Oğulların, karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin.Sağ kalabilmeleri için her canlı türünden bir erkek, bir dişi olmak üzere birer çifti gemiye al.Çeşit çeşit kuşlar, hayvanlar, sürüngenler sağ kalmak için çifter çifter sana gelecekler.Yanına hem kendin, hem onlar için yenebilecek ne varsa al, ilerde yemek üzere depola.” </b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Dediğim gibi Kur'an'a göre ise Nuh kavmi yola gelmediği,putlara tapmaya devam ettiği için gönderiyor Allah tufanı;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Hud:25-27=</span>Andolsun biz, Nuh’u da toplumuna resul olarak göndermiştik. “Ben sizin için açık bir uyarıcıyım.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum.” demişti de;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Toplumunun küfre sapanlarından bir grup kodaman şöyle konuşmuştu: “Bize göre sen, bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Bakıyoruz sana, ayak takımımızın basit görüşlü insanlarından başkası ardına düşmüyor. Sizin bize hiçbir üstünlüğünüzün olduğuna da inanmıyoruz. Aksine, sizi yalancılar sayıyoruz.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki kitaba göre de Nuh gemiyi Tanrı'nın tarifine göre yapıyor;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud:37=</span>Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapanlar hakkında da bana bir şey söyleme. Çünkü onlar kesinlikle suda boğulacaklardır.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yukarıda verdiğim Tevrat ayetlerinde zaten geminin nasıl yapılacağını Tanrı tarif ediyor,o yüzden tekrar asmaya gerek yok.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Ve Tufan başlar;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat-Yaratılış=6:17-22:</span>Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim.Yeryüzündeki her canlı ölecek.Ama seninle bir antlaşma yapacağım.Oğulların,karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin.Sağ kalabilmeleri için her canlı türünden bir erkek,bir dişi olmak üzere birer çifti gemiye al.Çeşit çeşit kuşlar, hayvanlar, sürüngenler sağ kalmak için çifter çifter sana gelecekler.Yanına hem kendin, hem onlar için yenebilecek ne varsa al, ilerde yemek üzere depola.Nuh Tanrı'nın bütün buyruklarını yerine getirdi.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış=8:1-5:</span>Sonra Tanrı Nuh'u ve gemideki evcil ve yabanıl hayvanları anımsadı.Yeryüzünde bir rüzgar estirdi, sular alçalmaya başladı.Enginlerin kaynakları, göklerin kapakları kapandı. Yağmur dindi.Sular yeryüzünden çekilmeye başladı.Yüz elli gün geçtikten sonra sular azaldı.Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat dağlarına oturdu.Sular onuncu aya kadar sürekli azaldı. Onuncu ayın birinde dağların doruğu göründü.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Hikaye Kur'an'da Tevrat'takinin özeti gibi geçer,bu kadar detay yok;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Müminun=27:</span>Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap; buyruğumuz gelip tandırdan sular kaynayınca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır."</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud=40,44:</span>Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır veya geminin kazanı) tutuşup parladığı zaman dedik ki; "Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle". Zaten beraberinde iman edenler çok az idi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yere, "Suyunu çek!", göğe, "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudi’ye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah’ın rahmetinden uzak olsun" denildi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İkisinde de gemi dağa oturuyor,Tevrat'a göre Ararat(Ağrı) Dağı'na,Kur'an'a göre Cudi Dağı'na.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gördüğünüz gibi hikayeler yine noktasına,virgülüne kadar aynı,sadece Tevrat'ta daha detaylı anlatılmış.Bir de Kur'an'a göre Nuh'un oğlu ve karısı Nuh'a inanmayıp suda boğulanlardandır ama Tevrat'a göre karısı,oğulları vb. hepsi iman eder ve gemiye binerler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>İbrahim </b></span></div>
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İbrahim'e Oğul Müjdelenmesi</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Her iki kitaba göre de İbrahim çok yaşlanmıştır,karısı Sara da öyle,çocukları olmaz,üstelik Sara kısırdır.Oğlu İsmail cariyesi Hacer'dendir.Kur'an'da isimler verilmez,bu kadar detaylı değildir masal.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonuç olarak mucizevi bir şekilde çocukları İshak doğar;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:17:17-27=</span>İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?”Sonra Tanrı'ya, “Keşke İsmail'i mirasçım kabul etseydin!” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim.İsmail'e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım. Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara'nın doğuracağı oğlun İshak'la sürdüreceğim.”Tanrı İbrahim'le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim evindeki bütün erkekleri –oğlu İsmail'i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini– Tanrı'nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu.İbrahim, oğlu İsmail'le aynı gün sünnet edildi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim'in evindeki bütün erkekler –evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar– onunla birlikte sünnet oldu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Şimdi Kur'an'a bakalım;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Hud:69-73=</span>Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ve ayakta duran hanımı, bunun üzerine gülümsedi. O zaman onu, İshak ile ve İshak'ın arkasından Yâkub ile müjdeledik.Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:İbrahim:39=</span>“Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gördüğünüz gibi her iki kitaba göre de İbrahim ve karısı çok yaşlanmıştır fakat İshak isminde çocukla müjdelenirler.Yani çocuğun ismine kadar herşey aynıdır,olduğu gibi Tevrat'tan kopyalanmıştır Kur'an'a.Çocuklarının isimleri de Tevrat'tan alınmıştır,İsmail ve İshak.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'a göre İbrahim'in Yakup isminde bir çocuğu yoktur,anlaşılan Kur'an'ın yazarları Tevrat'ta İshak'ın oğlu diye geçen Yakup'u yanlış anlayıp Kur'an'a İbrahim'in oğlu diye geçirmişler.Tevrat'a ve İslam geleneğine göre ise İsmail İbrahim'in karısı Sara'nın değil,cariyesi Hacer'in oğludur.Hatta İslam inancına göre Sara Hacer'i kıskanıp Hacer ile oğlu İsmail'i Mekke'ye sürgün ettirir,İbrahim eliyle.Hatta Zemzem'in de onlar için çıktığı inancı yaygındır.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İbrahim'e Gelen Üç Konuk</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun için ayrı başlık açmayı uygun gördüm çünkü ayrı bir başlıkta sergilemek karışıklık olmasını da önleyecektir.Tevrat aynen şunları söylüyor;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:18:1-15=</span>İbrahim günün sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken, RAB kendisine göründü.İbrahim karşısında üç adamın durduğunu gördü. Onları görür görmez karşılamaya koştu. Yere kapanarak,''Ey efendim, eğer gözünde lütuf bulduysam, lütfen kulunun yanından ayrılma” dedi,“Biraz su getirteyim, ayaklarınızı yıkayın. Şu ağacın altında dinlenin.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Madem kulunuza konuk geldiniz, bırakın size yiyecek bir şeyler getireyim. Biraz dinlendikten sonra yolunuza devam edersiniz.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Adamlar, “Peki, dediğin gibi olsun” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim hemen çadıra, Sara'nın yanına gitti. Ona, “Hemen üç sea ince un al, yoğurup pide yap” dedi.Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı.İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken o da yanlarında, ağacın altında durdu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Konuklar, “Karın Sara nerede?” diye sordular.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Çadırda” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>O, “Gelecek yıl bu zamanda kesinlikle yanına döneceğim” dedi, “O zaman karın Sara'nın bir oğlu olacak.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sara onun arkasında, çadırın girişinde durmuş, dinliyordu.İbrahim'le Sara kocamışlardı, yaşları hayli ileriydi. Sara âdetten kesilmişti.İçin için gülerek, “Bu yaştan sonra bu sevinci tadabilir miyim?” diye düşündü, “Üstelik efendim de yaşlı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB İbrahim'e sordu: “Sara niçin, ‘Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi olacağım?’ diyerek güldü?RAB için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara'nın bir oğlu olacak.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sara korktu, “Gülmedim” diyerek yalan söyledi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB, “Hayır, güldün” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an ayetlerini tekrar görelim;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Hud:69-73=</span>Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ve ayakta duran hanımı, bunun üzerine gülümsedi. O zaman onu, İshak ile ve İshak'ın arkasından Yâkub ile müjdeledik.Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Ortak noktalar;</b></u><br />
<br />
<ul>
<li><b>İbrahim'e üç melek konuk olarak geliyor,</b></li>
<li><b>İbrahim melekler için buzağı kızartıyor,</b></li>
<li><b>Sara'nın ayakta İbrahim ile Meleklerin konuşmasını dinlemesi ve gülmesi,</b></li>
<li><b>Meleklerin İbrahim'i çocuk ile müjdelemesi,</b></li>
<li><b>İbrahim'in karısı Sara'nın ''ben ve kocam yaşlıyken nasıl çocuğumuz olur'' demesi...</b></li>
</ul>
<b>Gördüğünüz gibi bir-iki küçük ayrıntı dışında tamamen aynılar,noktasına,virgülüne kadar.Aynılıklar bitmedi,iki kitaba göre de bu üç konuk aslında Lut kavmine gönderilmiştir,Lut kavmini yok edecektir ama önce İbrahim'e uğrayıp çocuk ile müjdelemişlerdir.Ayrıca İbrahim Lut kavmini bağışlamaları için tartışmaya girer,yalvarır meleklere(Tevrat'ta Tanrı'ya) her iki kitaba göre de.Ayetleri görelim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:18:16-33=</span>Adamlar oradan ayrılırken Sodom'a doğru baktılar. İbrahim onları yolcu etmek için yanlarında yürüyordu.RAB, “Yapacağım şeyi İbrahim'den mi gizleyeceğim?” dedi,“Kuşkusuz İbrahim'den büyük ve güçlü bir ulus türeyecek, yeryüzündeki bütün uluslar onun aracılığıyla kutsanacak.Doğru ve adil olanı yaparak yolumda yürümeyi oğullarına ve soyuna buyursun diye İbrahim'i seçtim. Öyle ki, ona verdiğim sözü yerine getireyim.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonra İbrahim'e, “Sodom ve Gomora büyük suçlama altında” dedi, “Günahları çok ağır.Onun için inip bakacağım. Duyduğum suçlamalar doğru mu, değil mi göreceğim. Bunları yapıp yapmadıklarını anlayacağım.”</b><br />
<b>Adamlar oradan ayrılıp Sodom'a doğru gittiler. Ama İbrahim RAB'bin huzurunda kaldı.RAB'be yaklaşarak, “Haksızla birlikte haklıyı da mı yok edeceksin?” diye sordu,“Kentte elli doğru kişi var diyelim. Orayı gerçekten yok edecek misin? İçindeki elli doğru kişinin hatırı için kenti bağışlamayacak mısın?Senden uzak olsun bu. Haklıyı, haksızı aynı kefeye koyarak haksızın yanında haklıyı da öldürmek senden uzak olsun. Bütün dünyayı yargılayan adil olmalı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB, “Eğer Sodom'da elli doğru kişi bulursam, onların hatırına bütün kenti bağışlayacağım” diye karşılık verdi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Ben toz ve külüm, bir hiçim” dedi, “Ama seninle konuşma yürekliliğini göstereceğim.Kırk beş doğru kişi var diyelim, beş kişi için bütün kenti yok mu edeceksin?”</b><br />
<b>RAB, “Eğer kentte kırk beş doğru kişi bulursam, orayı yok etmeyeceğim” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim yine sordu: “Ya kırk kişi bulursan?”</b><br />
<b>RAB, “O kırk kişinin hatırı için hiçbir şey yapmayacağım” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Ya Rab, öfkelenme ama, otuz kişi var diyelim?” dedi.</b><br />
<b>RAB, “Otuz kişi bulursam, kente dokunmayacağım” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Ya Rab, lütfen konuşma yürekliliğimi bağışla” dedi, “Eğer yirmi kişi bulursan?”</b><br />
<b>RAB, “Yirmi kişinin hatırı için kenti yok etmeyeceğim” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Ya Rab, öfkelenme ama, bir kez daha konuşacağım” dedi, “Eğer on kişi bulursan?”</b><br />
<b>RAB, “On kişinin hatırı için kenti yok etmeyeceğim” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB İbrahim'le konuşmasını bitirince oradan ayrıldı, İbrahim de çadırına döndü.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Tevrat'ta yine çok ayrıntılı bir şekilde anlatılmış Lut'un Tanrı'ya yalvarışı.Kur'an'da hiç detay yok ve Tevrat'tan farklı olarak Tanrı'ya değil meleklere yalvarıyor;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Hud:70=</span>Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Hud:74-76=</span>İbrâhim'in korkusu yatışıp müjdelenince Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye girişmişti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Çünkü İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Elçilerimiz, “Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an:Ankebut:31,32=Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz, bu memleket halkını helâk edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Ama orada Lût var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O, geri kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gördüğünüz gibi iki kitaba göre de melekler Lut kavmine gönderilmiştir ama Lut'un şehrine gitmeden önce İbrahim'e uğrayıp çocuk müjdesini verirler ve sonra Lut'un şehrine doğru yola koyulurlar ve İbrahim Lut kavmi hakkında Tevrat'ta Tanrı ile Kur'an'da melekler ile tartışmaya girer.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İbrahim'e Oğlunu Kurban Etmesi Emrinin Verilmesi ve Kurbanlık Koç İndirilmesi</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Evet bu hikaye de çok bilindik bir hikayedir.İbrahim'i denemek için Tanrı oğlu İshak'ı(Kur'an'Da isim verilmemiş) kurban etmesi emrini verir ve İbrahim'in bu emre uyduğunu görünce İbrahim'e sınavı kazandığını bildirir ve tam İshak'ı kesecekken gökten İshak yerine kurban etmesi için koç indirir;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:22:1-19= </span>Daha sonra Tanrı İbrahim'i denedi. “İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “Buradayım!” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tanrı, “İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak'ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı'nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Üçüncü gün gideceği yeri uzaktan gördü.Uşaklarına, “Siz burada, eşeğin yanında kalın” dedi, “Tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak'a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim'e, “Baba!” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Evet, oğlum!” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İshak, “Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?” diye sordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tanrı'nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak'ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı.Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.Ama RAB'bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı'dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu.Oraya “Yahve yire” adını verdi. “RAB'bin dağında sağlanacaktır” sözü bu yüzden bugün de söyleniyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB'bin meleği göklerden İbrahim'e ikinci kez seslendi:“RAB diyor ki, kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için, biricik oğlunu esirgemediğin için seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonra İbrahim uşaklarının yanına döndü. Birlikte yola çıkıp Beer-Şeva'ya gittiler.İbrahim Beer-Şeva'da kaldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Hikaye Kur'an'da şöyle geçiyor;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Saffat:102-107=</span>Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”“Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ve onun yerine, kesilmek üzere büyük bir koç ihsân ettik.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Ortak noktalar;</b></u><br />
<br />
<ul>
<li><b>İbrahim'in oğlunu kurban etmesi için Tanrı'dan emir alması,</b></li>
<li><b>İbrahim oğlunu tam kesecekken gökten seslenilmesi,</b></li>
<li><b>Ve gökteki sesin sınavı kazandın diyerek,İbrahim'e oğlunun yerine kurbanlık koç verilmesi. </b></li>
</ul>
<br />
<b>Yine görüyorsunuz ya,noktasına,virgülüne kadar aynı,Kur'an aynen Tevrat'tan kopyalamış bu masalı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Lut ve Kavmi</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Yine Kur'an Lut ve maceralarını da birebir Tevrat'tan kopyalamıştır.Tevrat'ta çok daha fazla detaylı anlatılır o kadar.Şimdi benzerlikleri başlık başlık sıralayalım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki İnançta da Lut İbrahim'in Akrabası</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'a göre İbrahim Lut'un amcasıdır.İslam inancına göre de öyle fakat Kur'an'da bunu anlatan birşey bulamadım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış=11:27:</span>Terah soyunun öyküsü: Terah Avram, Nahor ve Haran'ın babasıydı. Haran'ın Lut adlı bir oğlu oldu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış=13:8:</span>Avram Lut'a, "Biz akrabayız" dedi, "Bu yüzden aramızda da çobanlarımız arasında da kavga çıkmasın.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Lut Eşcinsel Bir Kavme Gönderilir</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da yok ama İslam inancına göre Lut Tevrat'taki gibi başından beri yolculuk ettiği amcası İbrahim'den ayrılarak Sodom şehrine gider;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 13:12=</span>Avram Kenan topraklarında kaldı. Lut ovadaki kentlerin arasına yerleşti, Sodom'a yakın bir yere çadır kurdu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Eşcinsel bir topluluk oldukları için Tanrı Lut Kavmini yoketme kararı alır ve bunun için iki melek gönderir;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 19:1-2-3=</span>İki melek akşamleyin Sodom'a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kalktı. Yere kapanarak “Efendilerim” dedi, “Kulunuzun evine buyurun. Ayaklarınızı yıkayın, geceyi bizde geçirin. Sonra erkenden kalkıp yolunuza devam edersiniz.”Melekler, “Olmaz” dediler, “Geceyi kent meydanında geçireceğiz.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ama Lut çok diretti. Sonunda onunla birlikte evine gittiler. Lut onlara yemek hazırladı, mayasız ekmek pişirdi. Yediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Eşcinsel topluluk cinsel ilişkiye girmek için erkek kılığındaki melekleri istiyor;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;"> Yaratılış 19:4-11=</span>Onlar yatmadan, kentin erkekleri –Sodom'un her mahallesinden genç yaşlı bütün erkekler– evi sardı. Lut'a seslenerek, “Bu gece sana gelen adamlar nerede?” diye sordular, “Getir onları da yatalım.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Lut bu isteği geri çevirir ve engellemek için istediklerini yapmak için kızlarını vermeyi teklif eder;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b>Lut dışarı çıktı, arkasından kapıyı kapadı. “Kardeşler, lütfen bu kötülüğü yapmayın” dedi,“Erkek yüzü görmemiş iki kızım var. Size onları getireyim, ne isterseniz yapın. Yeter ki, bu adamlara dokunmayın. Çünkü onlar konuğumdur, çatımın altına geldiler.” </b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Adamlar kabul etmez ve zorlamaya başlarlar bunun üzerine melekler Lut'u eve alıp adamların gözlerini kör ederler;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b>Adamlar, “Çekil önümüzden!” diye karşılık verdiler, “Adam buraya dışardan geldi, şimdi yargıçlık taslıyor! Sana daha beterini yaparız.” Lut'u ite kaka kapıyı kırmaya davrandılar.Ama içerdeki adamlar uzanıp Lut'u evin içine, yanlarına aldılar ve kapıyı kapadılar.Kapıya dayanan adamları, büyük küçük hepsini kör ettiler. Öyle ki, adamlar kapıyı bulamaz oldu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Şimdi de bu hikayeyi Kur'an'dan dinleyelim;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud:77= </span>Elçilerimiz Lut'a gelince, (Lut) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da "Bu, çetin bir gündür" dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>İki Meleğin Lut'un evine gitmesi;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud:78=</span>Kavmi, (konuklarıyla çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona doğru koşa koşa geldiler. Zaten onlar önceden de bu tür çirkin işleri yapıyorlardı. Lût, dedi ki: “Ey Kavmim! İşte kızlarım. Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha temizdir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?”</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Lut'un Melekleri korumak adına kavmine kızlarını peşkes çekmesi ama eşcinsel kavim kızlar da gözümüz yok diyor tıpkı Tevrat'taki gibi;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud:79=</span>Onlar, “İyi biliyorsun ki kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne istediğimizi çok iyi biliyorsun” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Meleklerin kavmi kör etmesi olayı Hud Suresi'nde yer almaz,bildiğiniz gibi Kur'an'da ayetlerin sırası bile aşırı düzensizdir,bir hikayeyi tam anlayabilmek için başka surelere serpiştirilmiş ayetleri bulup yapboz gibi bir araya getirmelisiniz.Meleklerin kavmi kör etmesi Kamer Suresi 37. ayette yer alır;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kamer:37=</span>And olsun ki, onlar Lut’un konukları olan melekleri elde etmeye kalkıştılar, bunun üzerine gözlerini kör ettik. "Azabımı ve uyarmalarımı dinlememenin sonucunu tadın" dedik.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><u>Şimdi de Lut'un Soddom Şehri'ni Tanrı emriyle terk edip Şehrin yokedilişini yine önce Tevrat'tan dinleyelim</u>;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Lut'a ailesini şehrin dışına çıkarması emrediliyor,Şehir Sabah Vakti ateşli kükürtle yok ediliyor ve Lut'un karısı kurtulamıyor;</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: red;"><b>Yaratılış 19:12,13,23,24,25,26=</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>İçerdeki iki adam Lut'a, “Senin burada başka kimin var?” diye sordular, “Oğullarını, kızlarını, damatlarını, kentte sana ait kim varsa hepsini dışarı çıkar. Çünkü burayı yok edeceğiz. RAB bu halk hakkında birçok kötü suçlama duydu, kenti yok etmek için bizi gönderdi.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Lut Soar'a vardığında güneş doğmuştu.RAB Sodom ve Gomora'nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.Ancak Lut'un peşisıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Hikaye Kur'an'da da aynı şekilde:</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b>Lut'a ailesini şehrin dışına çıkarması emrediliyor,Şehir Sabah Vakti pişirilmiş balçıkla yok ediliyor ve Lut'un karısı kurtulamıyor;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud:81=</span>Konukları şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Hud:82=</span>(Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Görüldüğü gibi Lut hikayesi de Kur'an'a birebir Tevrat'tan kopyalanmış,en ince detaylarına kadar aynı. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b> <span style="color: red;"> İsmail ve İshak</span></b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da İsmail ve İshak'ın Tevrat'la örtüşen noktalarına pek rastlanmaz,ikisinde de İsmail ve İshak İbrahim'in oğludur,ilk oğlu İsmail'dir.İlk oğlu olduğu Kur'an'da açıkça belirtilmemiştir,Müslümanlar ilgili ayetlerde İsmail'in devamlı İshak'tan önce anılmasından bu kanıya kapılmışlardır,yani İslam inancına göre de böyledir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da Kabe'nin İbrahim ve İsmail tarafından yapıldığı yazılıdır,Tevrat'ta Kabe bile geçmez.Büyük ihtimalle Kur'an'a Haniflerden(İbrahim'e inanan Sabîler) veya diğer kaynaklardan sokulmuştur.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İsmail ve İshak için ayet vb. koymaya gerek yoktur,bu kadarını yeterli görüyor ve diğerine geçiyorum.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Yakup</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da Yakup hakkında da Tevrat'la örtüşen herhangi bir bilgi yoktur,sadece Allah Yakup'un Yahudi veya Hristiyan olmayıp,Müslüman olduğunu kanıtlamaya çalışır.Tevrat'tan aşırılıp hakkında detaya girilmemiş bir peygamber,ayet vermeye gerek yok.Ayrıca Kur'an'a göre Yakup da İbrahim'in oğludur fakat geleneksel İslam'da Kur'an'la ters olarak İbrahim'in torunu diye söz edilir Yakup'dan.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Yusuf</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Bir başka aşırılmış peygamber de Yusuf'tur.Yine önce Tevrat ayetlerine bakalım;</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf ve Bünyamin kardeşlerinin içinde en çok sevilendi;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 36:3=</span>İsrail(Yakup) Yusuf'u öbür oğullarının hepsinden çok severdi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Aynı masal Kur'an'da da var,kardeşleri babalarının Yusuf'u ve Bünyamin'i daha çok sevdiğini düşünüyorlar;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:8=</span>Kardeşleri dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Diğer bir nokta da Kur'an'ın apaçık olmayışı çelişkisidir.Parantez içindeki ''Bünyamin'' ismi tahrif olmuş(!) Tevrat'la tefsir ediliyor,gerçekten ilginç.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf'un rüyası;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 37:9=</span>Yusuf bir düş daha görüp kardeşlerine anlattı. “Dinleyin, bir düş daha gördüm” dedi, “Güneş, ay ve on bir yıldız önümde eğildiler.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Aynı rüyayı Kur'an'da da görüyoruz;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:4=</span>Bir zaman Yûsuf, babasına babacığım demişti, ben onbir yıldızla güneşi ve ayı gördüm, bir de baktım ki onlar, bana secde ediyorlar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da Yusuf önce rüyayı babasına anlatıyor ve babası Yusuf'u rüyasını kimseye anlatmaması konusunda tembihliyor,Tevrat'ta ise Yusuf direk kardeşlerine ve babasına söylüyor.Tabi Tevrat'ta Yusuf'un bir rüyası daha var,Kur'an'da olmadığı için direk geçiyorum.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf'un kuyuya atılması;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 37:12,13=</span>Bir gün Yusuf'un kardeşleri babalarının sürüsünü gütmek için Şekem'e gittiler.İsrail Yusuf'a, “Kardeşlerin Şekem'de sürü güdüyorlar” dedi, “Gel seni de onların yanına göndereyim.”</b><br />
<b>Yusuf, “Hazırım” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'ta gördüğünüz gibi İsrail(Yakup) Yusuf'u kendisi gönderiyor kardeşlerinin yanına hatta kardeşleri çoktan yola çıkmışlar,Yusuf arkalarından gidip buluyor onları(ki ben o ayetleri Kur'an'da bulunmadığı için yazamayacağım).Kur'an'da ise Yakup Yusuf'u göndermek istemyor,kardeşleri ısrar edince gönderiyor.Tevrat'a devam edelim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 37:18-23: </span>Kardeşleri onu uzaktan gördüler. Yusuf yanlarına varmadan, onu öldürmek için düzen kurdular.Birbirlerine, “İşte düş hastası geliyor” dediler,“Hadi onu öldürüp kuyulardan birine atalım. Yabanıl bir hayvan yedi deriz. Bakalım o zaman düşleri ne olacak!”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ruben bunu duyunca Yusuf'u kurtarmaya çalıştı: “Canına kıymayın” dedi,“Kan dökmeyin. Onu şu ıssız yerdeki kuyuya atın, ama kendisine dokunmayın.” Amacı Yusuf'u kurtarıp babasına geri götürmekti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf yanlarına varınca, kardeşleri sırtındaki renkli uzun giysiyi çekip çıkardılar ve onu susuz, boş bir kuyuya attılar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Evet şimdi de bu Tevrat ayetlerinin daha detaysız kopyalarını Kur'an'dan görelim;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:8-10:</span>Kardeşleri dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Onlardan bir sözcü, “Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Diğer bu plandan sonraki ayetlerde de Yusuf kuyuya atılıyor,onları yazmaya gerek olduğunu sanmıyorum.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Yusuf'u kuyuya attıktan babalarına söyleyecekleri ''Yusuf'u kurt yedi'' yalanını güçlendirmek için bir hayvan kesip Yusuf'dan çıkardıkları giysiyi hayvanın kanına buluyorlar ve babalarına götürüyorlar;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 37:31-33:</span>Bunun üzerine bir teke keserek Yusuf'un renkli uzun giysisini kanına buladılar.Giysiyi babalarına götürerek, “Bunu bulduk” dediler, “Bak, bakalım, oğlunun mu, değil mi?”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yakup giysiyi tanıdı, “Evet, bu oğlumun giysisi” dedi, “Onu yabanıl bir hayvan yemiş olmalı. Yusuf'u parçalamış olsa gerek.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an'da da şöyle yer almakta;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:17,18=</span>“Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gittik ve Yusuf'u eşyamızın yanına bıraktık. O zaman (o esnada) onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin.” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: “Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gördüğünüz gibi Kur'an'a göre Yakup oğullarına inanmıyor,siz birşey etmişsinizdir diyor,Tevrat'ta ise hemen inanıp kendisi ''vahşi bir hayvan tarafından yenmiş olmalı'' diye tahminde bulunuyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf'un köle yapılışı;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 37:25-28:</span>Yemek yemek için oturduklarında, Gilat yönünden bir İsmaili kervanının geldiğini gördüler. Develeri kitre, pelesenk, laden yüklüydü. Mısır'a gidiyorlardı.Yahuda, kardeşlerine, “Kardeşimizi öldürür, suçumuzu gizlersek ne kazanırız?” dedi,“Gelin onu İsmaililer'e satalım. Böylece canına dokunmamış oluruz. Çünkü o kardeşimizdir, aynı kanı taşıyoruz.” Kardeşleri kabul etti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Midyanlı tüccarlar oradan geçerken, kardeşleri Yusuf'u kuyudan çekip çıkardılar, yirmi gümüşe İsmaililer'e sattılar. İsmaililer Yusuf'u Mısır'a götürdüler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Tevrat'ta Yusuf'u kardeşleri tüccarlara satarken,Kur'an'da sadece kuyuya atıp gidiyorlar,tüccarlar Yusuf'u bulup Mısır'a götürüyor;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:19:</span>Bir kervan gelmiş, sucularını suya göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya salınca, “Müjde! Müjde! İşte bir oğlan!” dedi. Onu alıp bir ticaret malı olarak sakladılar. Oysa Allah, onların yaptıklarını biliyordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Ve Yusuf'u Tevrat'ta adı geçen fakat Kur'an'da ima bile edilmeyen Mısır'da firavunun muhafız birliği komutanı Potifar'a satarlar;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 37:36=</span> Bu arada Midyanlılar da Yusuf'u Mısır'da firavunun bir görevlisine, muhafız birliği komutanı Potifar'a sattılar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an'da ise şöyle deniliyor;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:20,21=</span>Onu ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Zaten ona değer vermiyorlardı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Mısır'da onu satın alan kişi, hanımına şöyle dedi: “Onun yerleşeceği yeri, özenle hazırla (ona karşı kerim ol). Belki bize faydası olur veya (belki de) onu evlât ediniriz.” Ve işte böylece ona hadîslerin (olayların, sözlerin) tevîlini (yorumunu) öğretelim diye Yusuf'u yeryüzünde yerleştirdik. Ve Allah, emrinde gâlip olandır. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Efendinin Yusuf'tan memnuniyeti;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 39:3=</span>Efendisi RAB'bin Yusuf'la birlikte olduğunu, yaptığı her işte onu başarılı kıldığını gördü.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Bu da Kur'an'dan bir ayet;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:22=</span>Olgunluk çağına erişince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Efendi'nin karısı Züleyha'nın Yusuf'a göz koyup iftira atışı;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 39:6-10:</span>Yusuf güzel yapılı, yakışıklıydı. Bir süre sonra efendisinin karısı ona göz koyarak, “Benimle yat” dedi. Ama Yusuf reddetti. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Ben burada olduğum için efendim evdeki hiçbir şeyle ilgilenme gereğini duymuyor” dedi, “Sahip olduğu her şeyin yönetimini bana verdi.Bu evde ben de onun kadar yetkiliyim. Senin dışında hiçbir şeyi benden esirgemedi. Sen onun karısısın. Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı'ya karşı günah işlerim?” </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Potifar'ın karısı her gün kendisiyle yatması ya da birlikte olması için direttiyse de, Yusuf onun isteğini kabul etmedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an'dan;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:24=</span>Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Züleyha'nın Yusuf'un elbisesini yırtması(Tevrat'ta giysinin tamamını alıyor) ve Potifar'a Yusuf'u şikayet etmesi;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 39:11-18=</span>Bir gün Yusuf olağan işlerini yapmak üzere eve gitti. İçerde ev halkından hiç kimse yoktu.Potifar'ın karısı Yusuf'un giysisini tutarak, “Benimle yat” dedi. Ama Yusuf giysisini onun elinde bırakıp evden dışarı kaçtı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kadın Yusuf'un giysisini bırakıp kaçtığını görünce, uşaklarını çağırdı. “Bakın şuna!” dedi, “Kocamın getirdiği bu İbrani bizi rezil etti. Yanıma geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım.Bağırdığımı duyunca giysisini yanımda bırakıp dışarı kaçtı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Efendisi eve gelinceye kadar Yusuf'un giysisini yanında alıkoydu. Ona da aynı şeyleri anlattı: “Buraya getirdiğin İbrani köle yanıma gelip beni aşağılamak istedi.Ama ben bağırınca giysisini yanımda bırakıp kaçtı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:25=</span>Ve ikisi de kapıya koştular. (Kadın) onun gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Ve kapının yanında onun (kadının) efendisi ile karşılaştılar. Ve (kadın) şöyle dedi: "Senin ehline (ailene) kötülük yapmak isteyen kimsenin cezası zindana atılmak veya acı (bir) azaptan başka nedir?</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf'un zindana atılışı;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yaratılış 39:19,20=</span>Karısının, “Kölen bana böyle yaptı” diyerek anlattıklarını duyunca, Yusuf'un efendisinin öfkesi tepesine çıktı.Yusuf'u yakalayıp zindana, kralın tutsaklarının bağlı olduğu yere attı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Tevrat'ta Potifar iftirayı duyunca zindana atılması gerektiğini kendi söylyüor,Kur'an'da ise bu fikir Züleyha'dan çıkıyor;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:25=</span>İkisi de kapıya koştular. Kadın, Yûsuf’un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında hanımın efendisine rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük yapmak isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf'un suçsuzluğu anlaşılıyor,başta zindana atılmıyor fakat sonradan zindana atılıyor;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:35=</span>Sonra onlar, Yûsuf’un suçsuzluğunu ortaya koyan delilleri gördükten sonra yine de mutlaka onu bir süre zindana atmayı uygun buldular.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf Tutsakların Düşünü Yorumluyor</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:40:1-23=</span>Bir süre sonra Mısır Kralı'nın sakisiyle fırıncısı efendilerini gücendirdiler.Firavun bu iki görevlisine, baş sakiyle fırıncıbaşına öfkelendi.Onları muhafız birliği komutanının evinde, Yusuf'un tutsak olduğu zindanda göz altına aldı.Muhafız birliği komutanı Yusuf'u onların hizmetine atadı. Bir süre zindanda kaldılar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Firavunun sakisiyle fırıncısı tutsak oldukları zindanda aynı gece birer düş gördüler. Düşleri farklı anlamlar taşıyordu.Sabah Yusuf yanlarına gittiğinde, onları tedirgin gördü.Efendisinin evinde, kendisiyle birlikte zindanda kalan firavunun görevlilerine, “Niçin suratınız asık bugün?” diye sordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Düş gördük ama yorumlayacak kimse yok” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf, “Yorum Tanrı'ya özgü değil mi?” dedi, “Lütfen düşünüzü bana anlatın.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Baş saki düşünü Yusuf'a anlattı: “Düşümde önümde bir asma gördüm. Üç çubuğu vardı. Tomurcuklar açar açmaz çiçeklendi, salkım salkım üzüm verdi.Firavunun kâsesi elimdeydi. Üzümleri alıp firavunun kâsesine sıktım. Sonra kâseyi ona verdim.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf, “Bu şu anlama gelir” dedi, “Üç çubuk üç gün demektir. Üç gün içinde firavun seni zindandan çıkaracak, yine eski görevine döneceksin. Geçmişte olduğu gibi yine ona sakilik yapacaksın. Ama her şey yolunda giderse, lütfen beni anımsa. Bir iyilik yap, firavuna benden söz et. Çıkar beni bu zindandan.Çünkü ben İbrani ülkesinden zorla kaçırıldım. Burada da zindana atılacak bir şey yapmadım.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Fırıncıbaşı bu iyi yorumu duyunca, Yusuf'a, “Ben de bir düş gördüm” dedi, “Başımın üstünde üç sepet beyaz ekmek vardı.En üstteki sepette firavun için pişirilmiş çeşitli pastalar vardı. Kuşlar başımın üstündeki sepetten pastaları yiyorlardı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf, “Bu şu anlama gelir” dedi, “Üç sepet üç gün demektir. Üç gün içinde firavun seni zindandan çıkarıp ağaca asacak. Kuşlar etini yiyecekler.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Üç gün sonra, firavun doğum gününde bütün görevlilerine bir şölen verdi. Görevlilerinin önünde baş sakisiyle fırıncıbaşını zindandan çıkardı.Yusuf'un yaptığı yoruma uygun olarak baş sakisini eski görevine atadı. Baş saki firavuna şarap sunmaya başladı. Ama firavun fırıncıbaşını astırdı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gelgelelim, baş saki Yusuf'u anımsamadı, unuttu gitti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kur'an'da da bu hikaye tıpatıp aynıdır;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Yusuf:36,41,42=</span>Onunla beraber zindana iki delikanlı daha girdi. Biri, “Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri, “Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik yapanlardan görüyoruz” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince,) biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Yorumunu sorduğunuz iş böylece kesinleşmiştir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi. Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>36. ayetten sonra araya alakasız ayetler girer ve Yusuf'un yorumu taa 41. ayete atılır.Neyse gördüğünüz gibi tıpatıp aynı.Tutsaklar aynı rüyayı görüyor,yorum aynı,hatta Yusuf'un ''efendine beni an'' demesi ama şarapçının demeyi unutması bile aynı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf Firavunun Düşünü Yorumluyor ve Zindandan Kurtuluyor</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yaratılış:41:1-36=</span>Tam iki yıl sonra firavun bir düş gördü: Nil Irmağı'nın kıyısında duruyordu.Irmaktan güzel ve semiz yedi inek çıktı. Sazlar arasında otlamaya başladılar.</b><br />
<b>Sonra yedi çirkin ve cılız inek çıktı. Irmağın kıyısında öbür ineklerin yanında durdular.Çirkin ve cılız inekler güzel ve semiz yedi ineği yiyince, firavun uyandı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yine uykuya daldı, bu kez başka bir düş gördü: Bir sapta yedi güzel ve dolgun başak bitti. 6 Sonra, cılız ve doğu rüzgarıyla kavrulmuş yedi başak daha bitti.Cılız başaklar, yedi güzel ve dolgun başağı yuttular. Firavun uyandı, düş gördüğünü anladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sabah uyandığında kaygılıydı. Bütün Mısırlı büyücüleri, bilgeleri çağırttı. Onlara gördüğü düşleri anlattı. Ama hiçbiri firavunun düşlerini yorumlayamadı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu arada baş saki firavuna, “Bugün suçumu itiraf etmeliyim” dedi,“Kullarına –bana ve fırıncıbaşına– öfkelenince bizi zindana, muhafız birliği komutanının evine kapattın.Bir gece ikimiz de düş gördük. Düşlerimiz farklı anlamlar taşıyordu.Orada bizimle birlikte muhafız birliği komutanının kölesi İbrani bir genç vardı. Gördüğümüz düşleri ona anlattık. Bize bir bir yorumladı.Her şey onun yorumladığı gibi çıktı: Ben görevime döndüm, fırıncıbaşıysa asıldı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Firavun Yusuf'u çağırttı. Hemen onu zindandan çıkardılar. Yusuf tıraş olup giysilerini değiştirdikten sonra firavunun huzuruna çıktı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Firavun Yusuf'a, “Bir düş gördüm” dedi, “Ama kimse yorumlayamadı. Duyduğun her düşü yorumlayabildiğini işittim.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf, “Ben yorumlayamam” dedi, “Firavuna en uygun yorumu Tanrı yapacaktır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Firavun Yusuf'a anlatmaya başladı: “Düşümde bir ırmak kıyısında duruyordum.Irmaktan semiz ve güzel yedi inek çıktı. Sazlar arasında otlamaya başladılar.Sonra arık, çirkin, cılız yedi inek daha çıktı. Mısır'da onlar kadar çirkin inek görmedim.Cılız ve çirkin inekler ilk çıkan yedi semiz ineği yedi.Ancak kötü görünüşleri değişmedi. Sanki bir şey yememiş gibi görünüyorlardı. Sonra uyandım.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Bir de düşümde bir sapta dolgun ve güzel yedi başak bittiğini gördüm.Sonra solgun, cılız, doğu rüzgarının kavurduğu yedi başak daha bitti.Cılız başaklar yedi güzel başağı yuttular. Büyücülere bunu anlattım. Ama hiçbiri yorumlayamadı.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yusuf, “Efendim, iki düş de aynı anlamı taşıyor” dedi, “Tanrı ne yapacağını sana bildirmiş.Yedi güzel inek yedi yıl demektir. Yedi güzel başak da yedi yıldır. Aynı anlama geliyor.Daha sonra çıkan yedi cılız, çirkin inek ve doğu rüzgarının kavurduğu yedi solgun başaksa yedi yıl kıtlık olacağı anlamına gelir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Söylediğim gibi, Tanrı ne yapacağını sana göstermiş.Mısır'da yedi yıl bolluk olacak.Sonra yedi yıl öyle bir kıtlık olacak ki, bolluk yılları hiç anımsanmayacak. Çünkü kıtlık ülkeyi kasıp kavuracak.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ardından gelen kıtlık bolluğu unutturacak, çünkü çok şiddetli olacak.Bu konuda iki kez düş görmenin anlamı, Tanrı'nın kesin kararını verdiğini ve en kısa zamanda uygulayacağını gösteriyor.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Şimdi firavunun akıllı, bilgili bir adam bulup onu Mısır'ın başına getirmesi gerekir.Ülke çapında adamlar görevlendirmeli, bunlar yedi bolluk yılı boyunca ürünlerin beşte birini toplamalı.Gelecek verimli yılların bütün yiyeceğini toplasınlar, firavunun yönetimi altında kentlerde depolayıp korusunlar.Bu yiyecek, gelecek yedi kıtlık yılı boyunca Mısır'da ihtiyat olarak kullanılacak, ülke kıtlıktan kırılmayacak.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Yine Kur'an'da bu kadar detaylı anlatılmamakla birlikte,hikaye Tevrat hikayesiyle tamamen aynıdır;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Yusuf:43-51=</span> Kral, “Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Dediler ki: “Bunlar karma karışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zamandan sonra (Yûsuf’u) hatırladı ve, “Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>(Zindana varınca), “Yûsuf! Ey doğru sözlü! Rüyada yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi, bir de yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak hakkında bize yorum yap. Ümid ederim ki (vereceğin bilgi ile) insanlara dönerim de onlar da (senin değerini) bilirler” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yûsuf dedi ki: “Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bırakın.”“Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelecek, saklayacağınız az bir miktar hariç bu yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek.”“Sonra bunun ardından insanların yağmura kavuşacağı bir yıl gelecek. O zaman (bol rızka kavuşup) şıra ve yağ sıkacaklar.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kral, “Onu bana getirin” dedi. Elçi, Yûsuf’a gelince (Yûsuf) dedi ki: “Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların derdi ne idi, diye sor. Şüphesiz Rabbim onların hilesini hakkıyla bilendir.” </b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Yusuf:54-56=</span>Kral, “Onu bana getirin, onu özel olarak yanıma alayım”, dedi. Onunla konuşunca dedi ki: “Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir bir kişisin.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yûsuf, “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” dedi.Böylece Yûsuf’a, dilediği yerde oturmak üzere ülkede imkân ve iktidar verdik. Biz rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Açıklama yapmaya gerek yok sanırım,hikayelerin ikiz olduğu kolayca anlaşılıyor,noktasına,virgülüne kadar aynı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Yusuf'un Kardeşleri Mısır'a Gidiyor</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu konuda ayet vermeyeceğim sadece ortak noktaları madde madde yazacağım.Neden mi?Çünkü çok uzun bir hikaye ve Tevrat çok fazla detay içeriyor.Tabi ki sonunda Tevrat'tan ve Kur'an'dan ayet numaralarını vereceğim,isteyen kontrol edebilecek;</b><br />
<br />
<ul>
<li><b>Yusuf'un kardeşlerinin kuraklık nedeniyle yiyecek almak için Mısır'a gitmeleri</b></li>
<li><b>Yusuf'un abilerinden Yusuf'la aynı anneden olma küçük kardeşini getirmesini istemesi</b></li>
<li><b>Yusuf'un küçük kardeşini getirmedikleri takdirde üvey kardeşlerine ceza uygulaması(Tevrat'ta bütün kardeşler gözaltına alınıyor ve kardeşlerden biri küçük kardeşi getirmeye yollanıyor,o gelmeden serbest bırakmayacağını söylüyor,Kur'an'da ise yiyecek satmamakla tehdit ediyor) </b></li>
<li><b>Yusuf yola çıkan kardeşlerin çuvallarının içine Mısır'da yiyecek almak için harcadıkları paranın tamamını koyuyor. </b></li>
<li><b>Kardeşler küçük kardeşi getirmek üzere babalarının(Yakup) yanına gidiyorlar fakat babaları Yusuf'u öldürdükleri için,küçük kardeşe de birşey yaparlar korkusuyla başta kabul etmiyor)</b></li>
<li><b>Eve geldiklerinde yüklerini açtıkları zaman Mısır'da harcadıkları parayı görüyorlar ve şaşırıyorlar.</b></li>
<li><b>Tevrat'a göre bir karışıklık olmuştur diye düşünüp parayı Yusuf'a geri teslim etmek istiyorlar,Kur'an'da ise buna sevinip ''iki kat fazla yiyecek alabiliriz'' diyorlar.</b></li>
<li><b>Sonunda babaları küçük kardeş Bünyamin'i göndermek zorunda kalıyor.</b></li>
<li><b>Kur'an'a göre Kardeşleri Yusuf'un huzuruna çıkınca Yusuf öz kardeşi Bünyamin'i kenara çekerek,diğer kardeşlerden gizli bir şekilde ona kardeşi olduğunu açıklıyor.Tevrat'a göre ise hepsine birden aynı anda kardeşleri Yusuf olduğunu açıklıyor,kimliğini açıklıyor yani.</b></li>
<li><b>Yusuf kasesini öz kardeşi Bünyamin'in çuvalına koyduruyor ve adamlarını kardeşlerini araması için görevlendiriyor ve kaseyi çaldı bahanesiyle Bünyamin'i yanında tutuyor.Anlayacağınız Bünyamin'i yanında tutabilmek için bir oyun oynuyor.Yalnız bu olay Kur'an'a göre Yusuf'un Bünyamin'e kimliğini açıklamasından sonra oluyor,yani kardeşi Yusuf olarak kendini açıkladıktan sonra ve anlaşılana göre Bünyamin ile beraber planlıyolar bunu,ya da Bünyamin'in haberi var.Tevrat'a göre ise Bünyamin'in hiçbirşeyden haberi yok,bu oyundan sonra Yusuf dayanamayıp hepsine birden kimliğini açıklıyor. </b></li>
<li><b>Kardeşler Yusuf'a Bünyamin'i alıkoymaması için iki kitapta da aynı şekilde yalvarıyor,bizden birini al Bünyamin'i gönder,yoksa bunun yaşlı babası üzüntüden ölür diyorlar.Kur'an'a göre Yusuf onları dinlemiyor ve Bünyamin'i alıkoyuyor,Tevrat'a göre ise öyle birşey yok.</b></li>
<li><b> Yusuf Bünyamin dışındaki üvey kardeşlerine kimliğini Yakup'un yanına gidip tekrar huzuruna geldiklerinde açıklıyor.</b></li>
<li><b>Ondan sonra kardeşler tekrar Yakup'un yanına gidiyorlar ve Yusuf'u bulduklarını açıklıyorlar.Bunun üzerine bütün kabile Mısır'a gidiyor.</b></li>
<li><b>Son olarak Yusuf'un yazının başlarında verdiğim rüyası gerçekleşiyor ''Güneş,Ay(Yusuf'un Annesi ve Babası) ve 11 yıldız(Kardeşleri) Yusuf'un önünde secde ediyorlar.</b></li>
</ul>
<br />
<b>Görüyorsunuz değil mi?Hikayeler tıpatıp aynı yeni-yine-yeniden.Kur'an olduğu gibi Tevrat'tan kopyalamış bu masalı.Masal için bakınız;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'ın Yaratılış Kitabı 42. bölümden 50. bölüme kadar.Tevrat ayetlerini aldığım şu siteden bakabilirsiniz;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>http://www.bursakilisesi.com/kutsalkitap/?q=yar%2042 </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'ın ise Yusuf Suresi'nin 58. ayetinden 101. ayetine kadar olan kısım.Yine şu siteden bakabilirsiniz;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>http://www.kuranmeali.org/12/yusuf_suresi/58.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu Yusuf beni çok uğraştırdı,sonunda diğerlerine geçebiliriz.Geçmeden önce tekrar söylüyüm ki Kur'an'da Tevrat kadar detay yoktur,örneğin Yusuf'un öz kardeşinin adı geçmez(Bünyamin),kardeşlerin ne için Mısır'a gittikleri vb. de yazmaz.Gerçi bunlar önemli değil ama yine de söyleyelim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Eyüp</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Bir başka peygamber de çektiği acılarla tanınan Eyüp.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Eyüp'ün çektiği acılar ve sabrı;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Eyüp 1:6-22=</span> Bir gün ilahi varlıklarRAB'bin huzuruna çıkmak için geldiklerinde, Şeytan da onlarla geldi.RAB Şeytan'a, “Nereden geliyorsun?” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Şeytan, “Dünyada gezip dolaşmaktan” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB, “Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Şeytan, “Eyüp Tanrı'dan boşuna mı korkuyor?” diye yanıtladı.“Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı. </b><br />
<b>Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB Şeytan'a, “Peki” dedi, “Sahip olduğu her şeyi senin eline bırakıyorum, yalnız kendisine dokunma.” Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bir gün Eyüp'ün oğullarıyla kızları ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken bir ulak gelip Eyüp'e şöyle dedi: “Öküzler çift sürüyor, eşekler onların yanında otluyordu.Sabalılar baskın yaptı, hepsini alıp götürdü. Uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnız ben kaçıp kurtuldum sana durumu bildirmek için.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Tanrı ateş yağdırdı” dedi, “Koyunlarla uşakları yakıp küle çevirdi. Yalnızca ben kaçıp kurtuldum durumu sana bildirmek için.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Kildaniler üç bölük halinde develere saldırdı” dedi, “Hepsini alıp götürdüler, uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnızca ben kurtuldum durumu sana bildirmek için.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Oğullarınla kızların ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken ansızın çölden şiddetli bir rüzgar esti” dedi, “Evin dört köşesine çarptı; ev gençlerin üzerine yıkıldı, hepsi öldü. Yalnız ben kurtuldum durumu sana bildirmek için.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun üzerine Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı.Dedi ki,</b><br />
<b>“Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim.</b><br />
<b>RAB verdi, RAB aldı,</b><br />
<b>RAB'bin adına övgüler olsun!”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı'yı suçlamadı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Eyüp'ün hastalığı;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Eyüp 2:1-10= </span>Başka bir gün ilahi varlıklar RAB'bin huzuruna çıkmak için geldiklerinde Şeytan da RAB'bin huzuruna çıkmak için onlarla gelmişti.RAB Şeytan'a, “Nereden geliyorsun?” dedi.</b><br />
<b>Şeytan, “Dünyada gezip dolaşmaktan” diye yanıtladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB, “Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır. Senin kışkırtmaların sonucunda onu boş yere yıkıma uğrattım, ama o doğruluğunu hâlâ sürdürüyor.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Cana can!” diye yanıtladı Şeytan, “İnsan canı için her şeyini verir.Elini uzat da, onun etine, kemiğine dokun, yüzüne karşı sövecektir.” </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>RAB, “Peki” dedi, “Onu senin eline bırakıyorum. Yalnız canına dokunma.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı. Eyüp'ün bedeninde tepeden tırnağa kadar kötü çıbanlar çıkardı.Eyüp çıbanlarını kaşımak için bir çömlek parçası aldı. Kül içinde oturuyordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Karısı, “Hâlâ doğruluğunu sürdürüyor musun?” dedi, “Tanrı'ya söv de öl bari!”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Eyüp, “Aptal kadınlar gibi konuşuyorsun” diye karşılık verdi, “Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bütün bu olaylara karşın Eyüp'ün ağzından günah sayılabilecek bir söz çıkmadı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>En sonunda Eyüp ağıt yakıyor,Tanrı'ya isyan ediyor fakat sonra tövbe ediyor.Kur'an'da hem bu kadar detay yok hem de Tanrı'ya isyan ettiğinden bahsetmez.Tevrat'tan sadece iki üç cümle kopylamışlar Kur'an'a,şeytanın hastalık vermesi,Eyüp'ün sabrı ve sonunda Tanrı'nın Eyüp'e çok daha fazla mal ve huzur vermesi;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Sad:41-44:</span>(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.” Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Enam:83,84=</span>Eyyub'u da (an). Hani Rabbine: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Görüldüğü gibi birebir Tevrat'tan alıntı ayetler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Şuayb</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki kitapta da Şuayb(Tevrat'ta adı Yitro) Medyen'e gönderilmiştir;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Mısır'dan Çıkış 18:1=</span>Musa'nın kayınbabası Medyenli Kâhin Yitro, Tanrı'nın Musa ve halkı İsrail için yaptığı her şeyi, RAB'bin İsrailliler'i Mısır'dan nasıl çıkardığını duydu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Her iki kitaba göre de Şuayb(Yitro) Musa'nın kayınbabasıdır fakat bunu Musa başlığında işlemeyi düşünüyorum,burada hızlı bir bilgi verip geçeyim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Şuayb'ın Medyen'e gönderildiğine dair Kur'an ayeti;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Araf:85=</span>Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik): "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi: Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (insan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!"</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu üç(3.sü iki kitapta da peygamber olmasıdır) benzerlik dışında başka bir benzerlik yok.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Musa ve Harun</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Musa ve Harun masalı da ufak ayrıntılar,detaylar dışında Tevrat'ta anlatılanlarla birebir aynıdır.Musa masalı Kur'an'da uzunca yer edindiği için ayet vermeyeceğim,çünkü çok uzun ve Kur'an'da ayetler farklı surelere serpişik.Diğer uzun masalları ayet ayet gösterdim fakat artık bıkkınlık geldi.Ufak bir google araştırmasıyla Tevrat ve Kur'an ayetlerine ulaşıp,karşılaştırma yaparsanız hikayelerin ufak değişiklikler ve detaylar dışında noktasına,virgülüne kadar aynı olduğunu görebilirsiniz.Musa'nın doğumundan,Mısır'dan çıkışına kadar....</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Davud,Talut(Saul),Calut(Golyat)</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Başlıktan da anlayabileceğiniz gibi Talut'un Tevrat'taki ismi Sauld'dur,Kral Saul.Calut da Golyat.Her iki kitaptaki ortak noktalar şunlar;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Davut=Peygamber</b><br />
<b>Saul(Talut)=İsrail Kralı</b><br />
<b>Golyat(Calut)=Bunların düşmanı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Musa ve Harun başlığındaki gibi bunlara da aynı sebepten(bıkkınlık) ayet vermeyecem,ulaşmak zor değil.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Süleyman</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki kitapta da Davud'un oğludur;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:2.Samuel:5:14=</span>Davut'un Yeruşalim'de doğan çocuklarının adları şunlardı: Şammua, Şovav, Natan,Süleyman.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Sad:30=</span>Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Ve Süleyman'ın Sebe Melikesi ile buluşması; </b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b>İki kitapta da Süleyman ve Sebe Melikesi bir araya gelirler.Tek fark Sebe Melikesi Kur'an'da Süleyman'ın Mektubu üzerine Süleyman'ı ziyarete gelir,Tevrat'ta ise Süleyman'ın ününü duyup kendisi tanışmak için Süleyman'ı ziyaret eder.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:1.Krallar:10:1</span>Saba Kraliçesi, RAB'bin adından ötürü Süleyman'ın artan ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamaya geldi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Neml:42=</span>Melike gelince, "Senin tahtın da böyle mi?" dendi. O şöyle cevap verdi: "Tıpkı o! Zaten bize daha önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik."</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu ayetleri uzun uzun vermeye gerek yok,sadece Sebe Kraliçesi ile Süleyman'ın görüştüğünü söyleyen ayetleri verdim.Daha Hudhud Kuşu filan var arada ki,daha geniş versiyonunu ayrı başlık altında yayınlayacağım.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an ve Tevrat'taki iki ortak nokta budur,şimdi diğerine geçebiliriz.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>İlyas </b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'tan alıntı bu peygamber hakkında da Kur'an sadece 3 ayet içerir;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">En'am:85=</span>Zekeriya'yı,Yahya'yı,İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Saffat:123=</span>Gerçekten İlyas da, gönderilmiş (peygamber)lerdendi. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Saffat:130=</span>İlyas'a selam olsun. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'tan ayet vermeye gerek yok,tek ortak nokta iki kitapta da peygamber olarak anılmasıdır.Kur'an'ın aksine Tevrat İlyas'ı uzun uzun anlatılır.</b><br />
<b style="text-align: center;"><span style="color: red;"><br /></span></b><br />
<b style="text-align: center;"><span style="color: red;"> Elyesa</span></b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu peygamber de Tevrat'tan alıntıdır fakat Kur'an'da hakkında sadece iki ayet vardır;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Sad:48=</span>İsmail’i, Elyasa’yı, Zülkifl’i de an Hepsi de iyilerdendir</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">En’am:86=</span>İsmail, Elyesa, Yunus ve Lût’a da (yol gösterdik), hepsini âlemlere üstün klldlk </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat'tan ayet vermeye gerek yok tek ortak nokta iki kitapta da peygamber olmasıdır.Hikayesi Tevrat'ta uzun uzun anlatılır.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Yunus</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki kitapta da peygamberdir,diğer ortak nokta ise Yunus'un balık tarafından yutulmasıdır;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Tevrat:Yunus:1:1-17:</span>RAB bir gün Amittay oğlu Yunus'a, “Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar” diye seslendi, “Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ne var ki, Yunus RAB'bin huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı. Yafa'ya inip Tarşiş'e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB'den uzaklaşmak için Tarşiş'e doğru yola çıktı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yolda RAB şiddetli bir rüzgar gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı.Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yunus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Gemi kaptanı Yunus'un yanına gidip, “Hey! Nasıl uyursun sen?” dedi, “Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonra denizciler birbirlerine, “Gelin, kura çekelim” dediler, “Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi.” Kura çektiler, kura Yunus'a düştü.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun üzerine Yunus'a, “Söyle bize!” dediler, “Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yunus, “İbrani'yim” diye karşılık verdi, “Denizi ve karayı yaratan Göklerin Tanrısı RAB'be taparım.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. “Neden yaptın bunu?” diye sordular. Yunus'un RAB'den uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus'a, “Denizin dinmesi için sana ne yapalım?” diye sordular.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yunus, “Beni kaldırıp denize atın” diye yanıtladı, “O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu.RAB'be seslenerek, “Ya RAB, yalvarıyoruz” dediler, “Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RAB.”Sonra Yunus'u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti.Bu olaydan ötürü denizciler RAB'den öyle korktular ki, O'na kurbanlar sundular, adaklar adadılar.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu arada RAB Yunus'u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Tevrat'ın Yunus kitabının ikinci bölümünde ise Yunus balığın karnında Rabbi'ne dua ediyor ve Rab balığa buyruk veriyor ve balık Yunus'u karaya kusuyor.Sanırım o ayetleri asmama gerek yok,şimdi Kur'an ayetlerine bakalım;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Saffat:139-146=</span>Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi.Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti.Gemidekilerle kur’a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu.Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu.Eğer o, Allah’ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.Derken biz onu hasta bir hâlde sahile attık.Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Tevrat kadar detaylı olmasa da Kur'an'daki hikaye de Tevrat'takinin aynısı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Son üç peygamber ise Tevrat'ta değil İncil'de geçmektedir;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: red;">Zekeriya</span> </b></div>
<b><br /></b><br />
<b>Kur'an'da peygamberdir fakat İncil'de kahin,Yahya peygamberin babasıdır;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Luka İncil'i:1:5-25:</span>Yahudiye Kralı Hirodes zamanında, Aviya bölüğünden Zekeriya adında bir kâhin vardı. Harun soyundan gelen karısının adı ise Elizabet'ti.Her ikisi de Tanrı'nın gözünde doğru kişilerdi, Rab'bin bütün buyruk ve kurallarına eksiksizce uyarlardı.Elizabet kısır olduğu için çocukları olmuyordu. İkisinin de yaşı ilerlemişti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Zekeriya, hizmet sırasının kendi bölüğünde olduğu bir gün, Tanrı'nın önünde kâhinlik görevini yerine getiriyordu.Kâhinlik geleneği uyarınca Rab'bin Tapınağı'na girip buhur yakma görevi kurayla ona verilmişti.Buhur yakma saatinde bütün halk topluluğu dışarıda dua ediyordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu sırada, Rab'bin bir meleği buhur sunağının sağında durup Zekeriya'ya göründü.Zekeriya onu görünce şaşırdı, korkuya kapıldı.Melek, “Korkma, Zekeriya” dedi, “Duan kabul edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, adını Yahya koyacaksın.Sevinip coşacaksın. Birçokları da onun doğumuna sevinecek.O, Rab'bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh'la dolacak.İsrailoğulları'ndan birçoğunu, Tanrıları Rab'be döndürecek.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Babaların yüreklerini çocuklarına döndürmek, söz dinlemeyenleri doğru kişilerin anlayışına yöneltmek ve Rab için hazırlanmış bir halk yetiştirmek üzere, İlyas'ın ruhu ve gücüyle Rab'bin önünden gidecektir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Zekeriya meleğe, “Bundan nasıl emin olabilirim?” dedi. “Çünkü ben yaşlandım, karımın da yaşı ilerledi.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Melek ona şöyle karşılık verdi: “Ben Tanrı'nın huzurunda duran Cebrail'im. Seninle konuşmak ve bu müjdeyi sana bildirmek için gönderildim.İşte, belirlenen zamanda yerine gelecek olan sözlerime inanmadığın için dilin tutulacak, bunların gerçekleşeceği güne dek konuşamayacaksın.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Zekeriya'yı bekleyen halk, onun tapınakta bu kadar uzun süre kalmasına şaştı.Zekeriya ise dışarı çıktığında onlarla konuşamadı. O zaman tapınakta bir görüm gördüğünü anladılar. Kendisi onlara işaretler yapıyor, ama konuşamıyordu.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Görev süresi bitince Zekeriya evine döndü.Bir süre sonra karısı Elizabet gebe kaldı ve beş ay evine kapandı.“Bunu benim için yapan Rab'dir” dedi. “Bu günlerde benimle ilgilenerek insanlar arasında utancımı giderdi.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Luka İncil'i:1:57-66=</span>Elizabet'in doğurma vakti geldi ve bir oğul doğurdu.Komşularıyla akrabaları, Rab'bin ona ne büyük merhamet gösterdiğini duyunca, onun sevincine katıldılar.Sekizinci gün çocuğun sünnetine geldiler. Ona babası Zekeriya'nın adını vereceklerdi.Ama annesi, “Hayır, adı Yahya olacak” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ona, “Akrabaların arasında bu adı taşıyan kimse yok ki” dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bunun üzerine babasına işaretle çocuğun adını ne koymak istediğini sordular.Zekeriya bir yazı levhası istedi ve, “Adı Yahya'dır” diye yazdı. Herkes şaşakaldı.O anda Zekeriya'nın ağzı açıldı, dili çözüldü.Tanrı'yı överek konuşmaya başladı.Çevrede oturanların hepsi korkuya kapıldı. Bütün bu olaylar, Yahudiye'nin dağlık bölgesinin her yanında konuşulur oldu. </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Özetlersek:Karısı kısır olduğu için Zekeriya'nın çocuğu olmamıştır,şimdi karısının kısır olması yanında bir de yaşlanmışlardır.Sonra tapınakta ibadet ederken melekler Zekeriya'ya çocuk müjdeler.Zekeriya başta inanamaz meleklerin verdiği müjdenin gerçekleşebileceğine ''çünkü yaşlandık'' der.Fakat sonra çocukları olur ve çocuğun adını meleklerin emri üzerine Yahya koyarlar.Bu meleğin adı da Cebrail,Kur'an'daki Cebrail'in ta kendisi,zaten Kur'an melekleri de başka dinlerden almıştır,İngilizlerde Gabriel'dir meleğin ismi,telaffuz farklılıklarından dolayı bir kitaba alınırken kitabın yazarı nasıl telaffuz ediyorsa öyle alınır,Gabriel=Cibriel,Cebriel,Cebrail vb. diye telaffuz edilebilir.Anlaşılan İbranice Gavri'el olan meleğin adını Araplar Jibril,Jibra'il olarak telaffuz etmişler,ikisi de aynı melek yani.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Neyse Bu hikayenin aynısı Kur'an'ın şu ayetlerinde geçer;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Meryem:3-11=</span>Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı.O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.” “Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b> “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi.(Vahiy meleği) dedi ki: Evet, öyle. (Ancak) Rabbin diyor ki: “Bu, bana göre kolaydır. Nitekim daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.”(Vahiy meleği) dedi ki: Evet, öyle. (Ancak) Rabbin diyor ki: “Bu, bana göre kolaydır. Nitekim daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.”Derken Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Ali İmran:38-41=</span> Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler.Zekeriya, “Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Allah, “Öyledir, ama Allah dilediğini yapar” dedi.Zekeriya, “Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Görüldüğü gibi hikaye tıpa tıp aynı,çocuğun isminin melekler tarafından Yahya konulmasından tutun da meleklerin sözlerinin doğru olduğunu kanıtlamak için işaret olarak Zekeriya'nın konuşma yetisini almalarına kadar...</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Yahya ismi Tevrat'a göre sadece Zekeriya ve Karısının akrabaları arasında yok fakat Kur'an'a göre o zamana kadar dünya üzerinde kimseye konmamış bu isim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>Yahya</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<b>Bu peygamber de Zekeriya'yı açıklarken belirttiğim gibi her iki kitapta da Zekeriya'nın oğludur ve ikisi de peygamberdir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Başka bir ortak nokta yok,ayet vermeye gerek de yok.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: red;"><b>İsa</b></span></div>
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki kitapta da Meryem Kutsal Ruh'tan İsa'ya hamile kalır ve İsa'yı doğurur.Yani Kutsal Ruh(İncil'de Tanrı'nın Ruh'u,İslam inanışına göre ise melek Cebrail) bir nevi İsa'nın babasıdır;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Matta:1:18=</span>İsa Mesih'in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf'la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem'in Kutsal Ruh'tan gebe olduğu anlaşıldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Meryem:16-22=</span>(Ey Muhammed!) Kitap’ta (Kur’an’da) Meryem’i de an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü.Meryem, “Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)” dedi.Cebrail, “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi.Meryem, “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.Cebrail, “Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir” dedi.Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İki kitaba göre de İsa'nın doğacağı Tanrı tarafından Meryem'e önceden bildiriliyor,iki kitapta da müjdeyi duyan Meryem'in sözü aynı ''bana bir erkek dokunmamışken,benim nasıl çocuğum olur'';</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Luka:1:26-38=</span>Elizabet'in hamileliğinin altıncı ayında Tanrı, Melek Cebrail'i Celile'de bulunan Nasıra adlı kente, Davut'un soyundan Yusuf adındaki adamla nişanlı kıza gönderdi. Kızın adı Meryem'di.Onun yanına giren melek, “Selam, ey Tanrı'nın lütfuna erişen kız! Rab seninledir” dedi.</b><br />
<b>Söylenenlere çok şaşıran Meryem, bu selamın ne anlama gelebileceğini düşünmeye başladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ama melek ona, “Korkma Meryem” dedi, “Sen Tanrı'nın lütfuna eriştin.Bak, gebe kalıp bir oğul doğuracak, adını İsa koyacaksın.O büyük olacak, kendisine ‘Yüceler Yücesi'nin Oğlu’ denecek. Rab Tanrı O'na, atası Davut'un tahtını verecek.O da sonsuza dek Yakup'un soyu üzerinde egemenlik sürecek, egemenliğinin sonu gelmeyecektir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Meryem meleğe, “Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Melek ona şöyle yanıt verdi: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi'nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek.Bak,senin akrabalarından Elizabet de yaşlılığında bir oğula gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır.Tanrı'nın yapamayacağı hiçbir şey yoktur.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Ben Rab'bin kuluyum” dedi Meryem, “Bana dediğin gibi olsun.” Bundan sonra melek onun yanından ayrıldı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Kuran; </b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Ali-İmran:45,47=</span>Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>(Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Ve yine her iki kitaba göre de İsa'nın havarileri(öğrencileri-elçileri) var.İncil'de 12 tane oldukları söylenir ve tek tek hepsinin isimleri verilir ama Kur'an'da bu kadar detay yoktur,sadece havarilerinin olduğunu anlarız;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Matta:10:1-4=</span>İsa on iki öğrencisini yanına çağırıp onlara kötü ruhlar üzerinde yetki verdi. Böylece kötü ruhları kovacak, her hastalığı, her illeti iyileştireceklerdi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu on iki elçinin adları şöyle: Birincisi Petrus adıyla bilinen Simun, onun kardeşi Andreas, Zebedi'nin oğulları Yakup ve Yuhanna, Filipus ve Bartalmay, Tomas ve vergi görevlisi Matta, Alfay oğlu Yakup ve Taday, Yurtsever Simun ve İsa'ya ihanet eden Yahuda İskariot.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Ali-İmran:52=</span>İsa onların inkârlarını hissedince: "Allah yolunda yardımcılarım kim?" dedi. Havariler: "Allah yolunda yardımcılar biziz. Allah'a iman ettik. Şahit ol ki, biz muhakkak müslümanlarız." dediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Bir de İsa'nın göğe yükselmesi olayı var.İncil'e göre İsa öldürülmüştür,3 gün sonra dirilmiştir ve sonra göğe yükselmiştir.</b></span><br />
<span style="color: #7f6000;"><b><br /></b></span><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Kur'an'a göre ise İsa öldürülmemiştir,Allah İsa'ya benzeyen bir adamı İsa'yı göğe yükseltip İsa'nın yerine koymuştur,ve düşmanlar İsa'yı öldürdüklerini sanmıştır;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Elçilerin İşleri:1:6-11=</span> Elçiler bir araya geldiklerinde İsa'ya şunu sordular: “Ya Rab, İsrail'e egemenliği şimdi mi geri vereceksin?”</b><br />
<b>İsa onlara, “Baba'nın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu zamanları ve tarihleri bilmenize gerek yok” karşılığını verdi.“Ama Kutsal Ruh üzerinize inince güç alacaksınız. Yeruşalim'de, bütün Yahudiye ve Samiriye'de ve dünyanın dört bucağında benim tanıklarım olacaksınız.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İsa bunları söyledikten sonra, onların gözleri önünde yukarı alındı. Bir bulut O'nu alıp gözlerinin önünden uzaklaştırdı.İsa giderken onlar gözlerini göğe dikmiş bakıyorlardı. Tam o sırada, beyaz giysiler içinde iki adam yanlarında belirdi.“Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz?” diye sordular. “Aranızdan göğe alınan İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Nisa:157-159=</span>Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Şimdi gelelim İsa'nın hem Kur'an'da hem de İncil'de anlatılan ortak mucizelerine.Şöyle madde madde başlıklar halinde yazalım önce aynı mucizeleri;</b></span><br />
<br />
<ul>
<li><b>İsa'nın ölüleri diriltmesi</b></li>
<li><b>İsa'nın hastalıkları iyi etmesi,körleri iyi etmesi,</b></li>
<li><b>İsa'nın gaybı yani bilinmeyeni bilmesi(gelecek vb.)</b></li>
</ul>
<br />
<b><br /></b><br />
<b>Önce İncil'deki ayetleri verelim;</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Matta:8:14,15=</span>İsa Simon Petrus’un yüksek ateşten kıvranan kaynanasını da iyileştirdi. İsa kadının elini tutar tutmaz kadın hemen iyileşti. Kadın iyileşince ayağa kalktı ve evde bulunanlara hizmet etmeye başladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Matta:12:22=</span>Daha sonra İsa'ya kör ve dilsiz bir cinli getirdiler. İsa adamı iyileştirdi. Adam konuşmaya, görmeye başladı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Bu kadar doktorlukla ilgili ayet yeter sanırım,İsa bunlar dışında felçlileri,cüzzamlıları vb. iyileştiriyor İncil'e göre,adam her derde deva anlayacağınız.</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Yuhanna:11:41-44=</span>Bunun üzerine taşı çektiler. İsa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum.Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.”Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “Lazar, dışarı çık!” diye bağırdı.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. İsa oradakilere, “Onu çözün, bırakın gitsin” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu da İsa'nın ölü diriltmesiyle ilgili örneklerden sadece biri.</b><br />
<b><br /></b><br />
<u><b>Gelecekten haber vermesi;</b></u><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Luka:21:5-21=</span>Bazı kişiler tapınağın nasıl güzel taşlar ve adaklarla süslenmiş olduğundan söz edince İsa, “Burada gördüklerinize gelince, öyle günler gelecek ki, taş üstünde taş kalmayacak, hepsi yıkılacak!” dedi.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Onlar da, “Peki, öğretmenimiz, bu dediklerin ne zaman olacak? Bunların gerçekleşmek üzere olduğunu gösteren belirti ne olacak?” diye sordular.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben O'yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.Savaş ve isyan haberleri duyunca telaşlanmayın. Önce bunların olması gerek, ama son hemen gelmeyecek.”</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Sonra onlara şöyle dedi: “Ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak.Şiddetli depremler, yer yer kıtlıklar ve salgın hastalıklar, korkunç olaylar ve gökte olağanüstü belirtiler olacak.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Ama bütün bu olaylardan önce sizi yakalayıp zulmedecekler. Sizi havralara teslim edecek, zindanlara atacaklar. Benim adımdan ötürü kralların, valilerin önüne çıkarılacaksınız.Bu size tanıklık etme fırsatı olacak.Buna göre kendinizi nasıl savunacağınızı önceden düşünmemekte kararlı olun.</b><br />
<b>Çünkü ben size öyle bir konuşma yeteneği, öyle bir bilgelik vereceğim ki, size karşı çıkanların hiçbiri buna karşı direnemeyecek, bir şey diyemeyecek.Anne babanız, kardeşleriniz, akraba ve dostlarınız bile sizi ele verecek ve bazılarınızı öldürtecekler.Benim adımdan ötürü herkes sizden nefret edecek.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Ne var ki, başınızdaki saçlardan bir tel bile yok olmayacaktır.19 Dayanmakla canlarınızı kazanacaksınız.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>“Yeruşalim'in ordular tarafından kuşatıldığını görünce bilin ki, kentin yıkılacağı zaman yaklaşmıştır.O zaman Yahudiye'de bulunanlar dağlara kaçsın, kentte olanlar dışarı çıksın, kırdakiler kente dönmesin.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>İsa'nın gelecekten haber vermesi ile ilgili ayetlerden bazıları ise bunlar.Şimdi Kur'an'a bakalım;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Ali-İmran:49-51=</span>''Onu İsrailoğullarına elçi kılacak. (O israiloğullarına şöyle diyecek) :"Gerçek şu ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur içine üfürürüm o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. şüphesiz eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır. Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah benim de Rabbimsizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." ''Onu İsrailoğullarına elçi kılacak. (O israiloğullarına şöyle diyecek) :"Gerçek şu ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur içine üfürürüm o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. şüphesiz eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır. Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah benim de Rabbimsizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." </b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Bu ayetlerde İncil'den verdiğim İsa'nın gerçekleştirdiği tüm mucizeler anlatılıyor;</b><br />
<br />
<ul>
<li><b>Körleri ve hastaları iyi etmesi,</b></li>
<li><b>Yediklerini ve bitirdiklerini haber vermesi(Yani gaybı bilmesi),</b></li>
<li><b>Ölüleri diriltmesi.</b></li>
</ul>
<br />
<b>Gördüğünüz gibi tamamen İncil'den alınmış,İncil'de birtek İsa'nın çamurdan kuş yapıp da onu canlandırması,kuşun uçması mucizesi yok.Elbetteki bunlar da Apokrif metinlerden ve Hristiyanların geleneksel efsanelerinden alınmıştır,bunları da zaten ayrı başlıklar altında işledim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<span style="color: #7f6000;"><b>Son olarak her iki kitaba göre de İsa Tevrat'ı doğrulamak için gelmiştir;</b></span><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">İncil:Matta:5:17=</span>Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b><span style="color: red;">Kur'an:Ali-İmran:50=</span>Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin.</b><br />
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-37055138729057920242012-04-07T17:41:00.000-07:002012-04-07T17:41:20.225-07:00İsa'nın Çamurdan Yaptığı Kuşları Canlandırması<br />
<b>Kur'an'ın Medine dönemindeki iki Suresine göre, Yeshua çamura kuş şekli vermiş ve daha sonra üfleyerek bu kuşların canlanmasını sağlamıştır. Kur'an bu yaratma mucizesini onaylar; ancak Mesih'in Tanrı'nın isteği ve emri ile yarattığını iddia eder. Kısacası, Muhammed'e göre Mesih, Allah'ın yarattığı ve kendine eş tuttuğu bir ilahtır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Ali İmran:49=</span>Allah onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. (Sure 3:49) </b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Maide:110=</span>Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. </b></blockquote>
<b>Mesih'in çamurdan kuş yarattığı öğretisi Arapça Çocukluk İncili'ndeki bir öyküden alınarak tek bir cümleye indirgenmiştir. Orijinal anlatı:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Ve yine bir gün Rab Yeshua diğer erkek çocuklarla birlikte su kaynağının yanında oynamaktaydı ve diğer çocuklar çamurdan yine balık havuzu yapmışlardı. Rab Yeshua ise on iki adet serçe yapıp onları kendi balık havuzunun çevresine üçerli sıra halinde dizmişti. O gün Şabat günüydü. Bir Yahudi, Hanan'ın oğlu, gelip de onların bu şekilde oynadıklarını görünce büyük bir öfke ve hiddet ile şunları söyledi: "Şabat gününde çamurdan şekiller mi yapıyorsunuz?" Hemen koşup diğer çocukların yaptığı balık havuzlarını bozdu. Mesih ise yaptığı on iki serçe şekli üzerinde ellerini çırpınca, bu kuşlar (canlanıp) uçmaya ve ötmeye başladılar.<span style="color: red;"> (Kurtarıcının Arapça Çocukluk İncili bölüm 46)</span></b></blockquote>
<b>Mesih'in çamurdan kuş yapma mucizesinin Kur'an'da Mesih'in İsrail oğullarını hedef alan açıklamaları ve mucizeleri ile ilişkilendirilmesi bir tesadüf değildir; Muhammed'in yazıcıları bu hikayeyi duyunca Şabat gününden dolayı bu olayın Mesih ile İsrail arasındaki ayrımlaşmaya işaret ettiğini anlamışlardır. Ancak bu hikayeyi özetledikleri için söz konusu önemli bağlantının anlaşılmasını neredeyse imkansızlaştırmışlardır. Yani bir kez daha istemeden de olsa Kur'an'da yazılanların anlaşılması için apokrifal metinlerin okunmasını zorunlu kılmışlardır.</b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.hristiyanforum.com/forum/kuranikerim-f700/kuranda-incil-alintilari-t320665.html">http://www.hristiyanforum.com/forum/kuranikerim-f700/kuranda-incil-alintilari-t320665.html</a> </b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: #7f6000;"><b>Yeshua=İsa...</b></span></div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-21375530185897383812012-04-07T17:30:00.000-07:002012-04-07T17:30:31.951-07:00İsa'nın Beşikteyken Konuşması<br />
<b>Kur'an'da 19. Sure'de bebek Yeshua'nın beşikte iken konuştuğu ve kimliğini açıkladığı yazılıdır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Meryem:29,30=</span>Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. “Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?” dediler. Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı.” </b></blockquote>
<b>Yeshua'nın daha bebekken ve beşikteyken konuşarak kimliğini açıkladığı yolundaki öğreti <u>Arapça Çocukluk İncili</u> isimli bir apokrifal metinden alınmıştır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Aşağıdaki alıntıyı Mesih ile aynı dönemde yaşayan başkahin Yusuf'un - bazıları onun Kayafa olduğunu söyler - kitabında yazılı buluyoruz. O dedi ki: "Yeshua konuştu ve gerçekten beşiğindeyken annesi Meryem'e şöyle dedi: 'Ben Yesua'yım, Cebrail'in müjdesi uyarınca doğurduğun Tanrı'nın Oğlu ve Logos'um (Söz). Babam beni dünyanın kurtuluşu için gönderdi'". <span style="color: red;">(Kurtarıcının Arapça Çocukluk İncili bölüm 1)</span></b></blockquote>
<b>Görüldüğü gibi, Muhammed'in yazıcıları Mesih'in beşikteyken konuşma mucizesini Kur'an'a kopyalarken orijinal metinde yazılı olan ifadeleri tamamen değiştirmişlerdir.</b><br />
<br />
<ul>
<li><b>Tanrı'nın Oğlu: Tanrı'nın kulu</b></li>
<li><b>Logos (Kelam): Kitap (!)</b></li>
<li><b>Kurtarıcı: Peygamber </b></li>
</ul>
<br />
<b>Muhammed'in yazıcıları asıl kaynakta geçen Logos sözcüğünün "kelime"ez aracılığıyla orijinal metinden ayrılmış. Yine de, Arapça metinde Meryem'e "aşağıdan" seslenen kişi belli değildir; sadece meçhul bir sesin Meryem'e konuştuğu yazılıdır. Diyanet ise klasik bir tavırla Kur'an ayetlerindeki belirsizlikleri giderme ve bu sayede eleştirileri ortadan kaldırma mücadelesi vermektedir. </b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.hristiyanforum.com/forum/kuranikerim-f700/kuranda-incil-alintilari-t320665.html">http://www.hristiyanforum.com/forum/kuranikerim-f700/kuranda-incil-alintilari-t320665.html</a>
</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: #7f6000;"><b>Yeshua=İsa...</b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: #7f6000;"><br /></span></div>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-5516527789617773180.post-7335529768192294972012-04-07T17:17:00.000-07:002012-04-07T17:17:24.431-07:00Meryem'in Halkı Tarafından Zina ile Suçlanması<br />
<b>Kur'an'ın 19. Suresi'ne göre, Meryem, mucizevi hamileleğinden dolayı halkının eleştiri ve ithamlarına maruz kalmıştır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b><span style="color: red;">Meryem:27,28=</span>Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!” Ey Hârûn’un* kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.”</b></blockquote>
<b>(*) Muhammed'in yazıcıları, Yeshua'nın annesi Meryem'în Eski Antlaşma'daki İmran'ın (Amram) kızı ve Harun'un kızkardeşi Meryem ile aynı kişi olduğunu söylemişlerdir.</b><br />
<b><br /></b><br />
<b>Meryem'in halkı tarafından suçlandığı iddiası Sahte Matta İncili'nden alınmıştır:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
<b>Bu olaylardan sonra Meryem'in hamile olduğu duyuldu. Tapınak görevlileri Yusuf'u yakalayıp Meryem ile birlikte başkahinin huzuruna çıkardılar. <span style="color: red;">(Sahte Matta bölüm 12)</span></b></blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<b>Kaç kişiden oluştuğu belirlenemeyecek kadar büyük bir kalabalık toplandı ve Meryem tapınağa getirildi. Kahinler, Meryem'in akrabaları ve anne-babası ağlayıp ona şöyle dediler: "Günahını kahine itiraf et; sen ki Rabbin Tapınağında güvercin gibiydin ve meleğin ellerinden yiyecek almıştın". <span style="color: red;">(Sahte Matta bölüm 12)</span></b></blockquote>
<b>Bu iki anlatım arasındaki tek fark yine olayların kronolojik sırasıyla ilgilidir: Meryem'in halkı tarafından suçlanması Sahte Matta'da Meryem'in hamileliği esnasında yaşanmışken, Kur'an'da Yeshua'nın doğumundan sonra yaşanmış gibi gösterilmiştir. Bunun sebebi ise Muhammed'in yazıcılarının Sahte Matta'da Meryem'in hamileliği için kullanılan ifadeyi yanlışlıkla harfiyen yorumlamalarıdır. Sahte Matta, Meryem'in hamile olduğunun anlaşıldığını söylerken "Meryem'in çocuk taşıdığını" belirtmiştir; ancak bu Meryem'in "rahminde" bir çocuk taşıdığını anlatmaya yöneliktir. Muhammed'in yazıcıları ise bu söz ile Meryem'in çocuk Yeshua'yı "kucağında" taşıdığının anlatılmak istendiğini sanarak hata yapmışlardır. </b><br />
<b><br /></b><br />
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.hristiyanforum.com/forum/kuranikerim-f700/kuranda-incil-alintilari-t320665.html">http://www.hristiyanforum.com/forum/kuranikerim-f700/kuranda-incil-alintilari-t320665.html</a>
</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: blue;"><b>Yeshua=İsa...</b></span></div>Unknownnoreply@blogger.com